felsefe

Ölümle İlgili Bakış Açıları (Crash Course Philosophy #17) | Video

 

Neden korkarsın? Örümceklerden mi? Sunum yapmaktan mı? Dişçiden mi? Kalkülüsten mi?

Peki ölüme ne dersin?

Ölüm hakkında neler hissettiğin, büyük olasılıkla öteki dünyanın var olup olmamasına karşı olan inancın tarafından şekillendirildi. Ve eğer varsa nasıl bir şey olduğuna karşı olan inancın tarafından.

Eski Mısırlılar, öldüğünde, kalbinin öteki dünyaya sığıp sığamayacağının anlaşılabilmesi için bir tüy ile tartıldığına inandılar. Kötülükler ile dolu, ağır bir kalp şeytana yem olurdu. Hristiyanlar Aziz Peter’in, inciler ile dolu bir geçitte bekleyip, seni cennete davet ettiğini düşündüler. Eğer ismin listede varsa tabi. Sadece şehrin en güzel kulübünden geri çevrilmeniz ile kalmayıp, bir de cehennemin sonsuz işkencesine çarptırıldığınızı hayal edin.

Din felsefesi hakkındaki tartışmalarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla, eğer ihale sonsuz ise, “Büyük Son Sınav”ın ne olduğu hakkında biraz endişelenmek mantıklıdır. Fakat eğer bu seni biraz daha iyi hissettirecek ise, birçok filozof ölümde, korkulacak hiç bir şey olmadığın inanmışlar ve inanmaya da devam etmektedirler.

Milattan önce 399’da Sokrates, Atina’nın resmi tanrılarını kabul etmeyi reddetmek, gençliği zehirlemek, yetki sahibi birçok insana karşı çıkmak ve bunların yanında türlü sebeplerden dolayı idama çarptırılmıştır. Ancak, yaklaşan ölümüyle yüzleştiğinde dahi, korkusuz ve sakin kalmıştır. Sonuçta o bir filozoftu, ve korku onun düşünme yeteneğine üstün gelemezdi. Sokrates, bizim öteki bir hayat olup olmayacağını bilebileceğimizi düşünmüyordu ama sadece iki tane olasılığın olduğunu düşünüyordu. Ve onun fikrine göre, ikisinde de korkulacak bir şey yoktu.

İşte onun tezi: Ölüm; ya rüyasız bir uykudur ya da başka bir hayata geçiştir. Rüyasız uykular tatlıdır, korkunç değil ve öteki bir hayata geçiş kulağa çok iyi geliyor. Çünkü bu durumda, geçmişte yaşayıp çoktan ölmüş, iyi insanlarla takılabilirsin. Böylece, her iki koşulda da ölüm, korkulacak bir şey değildir.

Sokrates’in öteki hayat fikri, insanların fiziksel vücutları olmaması durumu hariç (sadece vücutlardan arınmış zihinler), aynı Atena’ya benzettiği Hadestir. Ve açıkça o, bunu iyi bir şey olduğunu çünkü vücutların tam bir acı kaynağı olduğunu düşündü. Onların beslenmesi ve dinlenmesi gerek. Çok bakımı var yani. Bu yüzden öteki hayatta Sokrates, sonu gelmeyen felsefi tartışmalara girebileceğini ve geçmişteki büyük düşünürlerle birlikte, yeni şeyler öğrenmeye devam edebileceğini hayal etti. Ve ara verme, yemek yeme ya da işemeye gerek duymayacaklardı. Aynı zamanda Sokrates, en sevdiği etkinlik olan felsefe yapmanın vücut gerektirmemesine rağmen bazı şeylerin gerektirdiğini fark etti. Ve eğer en sevdiğiniz etkinlikler fiziksel ise, öteki hayatta, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Bu yüzden, Sokrates hayatını, zihnine bakmakla, eğer ki bir öteki hayat varsa, sonsuza kadar saklayacağın şeyi eğitmekle geçirmeyi önermiştir. Eğer bunu yaparsan, senin için ölüm zamanı geldiğinde, ölümü bir kazanç olarak göreceksin. Çünkü zihnin ön plandayken, bedensel şeylerle uğraşmayacaksın.

Fakat ya bir öteki hayat yoksa? Ya Sokrates’in bahsettiği şu rüyasız uyku? Yani şahsın tamamıyla yok olması en korkutucu şey değil mi? Antik filozof Epikuros öyle düşünmedi. Sokrates’ten yaklaşık 100 sene sonra yaşadı ve öteki hayat fikrine baştan sona karşı çıktı. Bunun yerine, bizim sadece bedenden ibaret olduğumuzu söyledi. Fakat yine de o, ölümü korkutucu bulmadı.

İşte onun tezi: Ölüm, duyguların kesilmesidir. İyilik ve kötülük sadece duygu bağlamında bir anlam ifade eder. Bu yüzden ölüm, ne iyidir ne de kötüdür. Epikuros, bir şeylerin ancak kötü hissettirirse kötü olduğunu savundu. Ve o sadece fiziksel duygulardan bahsetmiyordu. Kalp kırıklığı yaşayan sana onun, kırık bacağa göre çok daha acı verici ve geçmesi zor olduğunu söyleyecektir. Ancak kırık bir kalp de bir histir. Onu da deneyimlemek için bir vücuda ihtiyacın var. Yani bir materyalist (bedeninin eşittir sen olduğunu düşünen kimse) için ölüm, yok olmaktan başka bir şey ifade etmez. Ve bunda korkulacak bir şey yok. Çünkü… yani… var olmamakla ilgili duygular hissedecek bir sen olmayacak!

Epikuros var olmama korkusunun sadece aptalca olmasını değil, aynı zamanda hayattan zevk almanın da önüne geçtiğini savunmuştur. Sen bir canlısın ve şu an duyguları hissedebiliyorsun. Bu yüzden o dedi ki: “Bu duyguları olabildiği kadar güzel kıl ve bu duyguların ne zaman duracağını konusunda da endişelenme! YOLO (You Only Live Once—yalnız bir kez yaşarsın)

Hadi şimdi Epikuros’un ölüme karşı olan tavrını daha iyi anlayabilmek adına, biraz Flash Felsefe için “Düşünce Balonu”na gidelim.

Akşamdan kalma halini düşün. Eğer hiç yaşamadıysan da nasıl bir şey olduğunu hayal edin. Akşamdan kalma durumu, onu yaşamanın öncesinde kötü değildir değil mi? Doğrusu, akşamdan kalma durumundan önce gelen şey, genelde zevklidir. Kahkahalarla ve özgür hissetmeyle ve kalkülüs sınıfındaki şu güzel kızla konuşabilme cesaretiyle dolu anlar. Kesinlikle akşamdan kalma durumu, sadece gerçekleştiği sırada kötüdür.

Ve doğrusu: Zevkin tamamıyla bittiğinde bu durum senin için kötüdür, eğer bir sonraki sabah, kalkülüs sınavını yapmana, o tatlı kızın yanında kusmamaya çalışman engel oluyorsa. Ama asıl konu şu; Eğer bir şey senin için kötüyse, o şey senin için, belirli bir zaman aralığında kötüdür… Aynı akşamdan kalmada olduğu gibi. Fakat Epikuros, ölümün senin için, hiç bir zaman kötü olmayacağını söyledi. Çünkü o geldiği anda, sen yoksun! Peki seni öldüren şey? Evet, sen ölmeden önce, o senin için kötü olacak. Ama o ölüm değil. Düşünüldüğünde, aslında sen ve ölüm asla aynı zamanda var olmazsın. Ve eğer ölümün varlığında sen yoksan, o zaman ölümün, senin için kötü olduğu hiç bir zaman yok.

Teşekkürler Düşünce Baloncuğu.

Yani, akşamdan kalmalık, kramplar veya film ipuçları kötü olabilir. Çünkü sen onları yaşayabilecek durumdasın. Ama Epikuros’un düşündüğü üzere, yaşam, kaçınılmaz olan, hiç bir zaman hissedemeyeceğin bir akşamdan kalma durumdan önceki içki gecesidir. Şimdi ise 21. yüzyılın, ölüm üzerine, kendine has bir bakış açısı var. Ve en iyi, felsefi bir FOMO (Fear Of Missing Out—kaçırma korkusu) olarak açıklanabilecek bir bakış açısı. Çağdaş Amerikan Filozofu Thomas Nagel, bazı insanların, tecrübe etmek istedikleri şeyleri kaçıracakları için ölümden korktuklarının altını çizmiştir. Eğer şimdi ölürsen, yarısında bıraktığın video oyununu hiç bir zaman bitiremeyeceksin veya George R.R Martin’in sıradaki kitabını okuyamayacaksın ya da Mars’a yerleşen insanları göremeyeceksin ki bu çok kötü bir durum.

Ama bir de şöyle düşün: Çok güzel olaylar sen doğmadan önce de olmuştu. Ve sen bunları kaçırdın!

Senin yaşınla ilgili bir tahmin yaparsam söyleyebilirim ki sen, Orson Welles’in bütün ulusu, “Dünyaların Savaşları” ile korkuttuğunda yoktur. Washington’da yürüyüşe katılmadın. Woodstock’u da tamamıyla kaçırdın. Bunun sonucunda Nagel soruyor: “Eğer sen doğmadan önce kaçırdıkların için derin bir kayıp hissetmiyorsan, neden öldükten sonra kaçıracakların için bir kayıp hissedesin ki?

Burada Nagel, biz hayatın aslında güzel olduğuna inandığımız takdirde hayat, kısa sürede sona erdiğinde, sızlanacak bir şeyimizin olacağını belirtiyor. İnsanlar, ortalama 80 sene yaşayabildiklerine göre birinin 20’sinde ölmesi bir trajedidir. Çünkü bu insan, 60 yılda yaşanabilecek güzel zamanları kaçırmıştır. Fakat bu noktada, hayatta gerçekten neye değer verdiğin hakkında konuşmak için durmalıyız. Çünkü bunun, aynı zamanda, genel olarak ölüm hakkında ne düşündüğün üzerinde bir etkisi olacak ya da belirli bir kişinin ölümü hakkında.

Eğer hayatın, daima, doğal olarak güzel olduğunu söylersen, o zaman, hayatın kutsallığına büyük bir değer vermişsin demektir. Hayatın içeriğinin neye benzediğinin veya kişinin neye benzediğinin bir önemi yoktur. Onların hayatta olmaları gerçeği iyidir sadece. Öyleyse onları kaybetmek iyi olmaz. Fakat, eğer hayat kalitesinin önemli olduğuna inanırsan, işte o zaman, iyi tecrübelerle dolu olan ve olmayan hayatlar arasında bir ayrım yapmak isteyeceksin. Eğer hayat kalitesine değer veriyorsan, yalnızca hayatta olmaktan, değerli bir şey yoktur. Yani bu koşullarda bazı ölümler, aslında olumlu ve değerli olabilir. Acılı ve rezil bir varoluşa son veriyorlarsa mesela.

Bir de, tabi ki ölümün kendisinden korkmak mantıklı olabilir. Çünkü ölümün süreci acı verici olabilir ve birçok zor vedalaşma içerebilir. Fakat belki Sokrates ve Epikuros seni, ölümden korkmanın saçma bir şey olduğuna ikna etmiştir.

İyi, peki o zaman başkalarının ölümü ne olacak? Sevdiklerinin ölümünden korkmak da bu kadar aptalca mı?

Bazı filozoflar: “Büyük ihtimal öyle.” der. Çünkü aslında korktuğun onların ölümü değil; korktuğun şey, sevdiklerin öldüğünde, geride bırakılmış olmaktır. Ve burası, eski, taocu, Çinli Filozof Zhuangzi’den bahsetmek için iyi bir yer. O, aşağı yukarı Epikuros’un yaşadığı dönemde yaşadı ve sevdiklerinin ölümünden korkmak için hiç bir sebep olmadığına inandı. Şunu sordu: “Neden kaçınılmaz olan bir şeyden korkalım ki? Ölümün, herkese geleceğini biliyoruz ve onun, yaşam döngüsünün bir parçası olduğunu da biliyoruz. Ve biz, yaşam döngüsünün diğer parçalarını kötü olarak nitelendirmiyoruz.

Zhuangzi: “Bebeklerimiz çocuk olduklarında, bebeklerimizi kaybettiğimize ya da çocuklarımız genç olduğunda çocuklarımızı kaybetttiğimize ağlasak saçma olmaz mıydı?” dedi.

Biz, hayatın her bir dönüm noktasını, doğum günü partileri, sünnetler ve mezuniyetlerle, geçirilen zamanı ve gelen değişimleri damgalamak için kutluyoruz. Tabii ki ebeveynlerin, seni üniversite’ye uğurladıklarında biraz gözyaşı dökmüşler olabilirler ama aynı zamanda, onların yanından ayrılıp kendi hayatına başlayacağın günün de geleceğini biliyorlardı. Yani Zhuangzi için ölüm, sadece bir değişim daha demek. Niye ona farklı bakalım ki? Onun yerine o, sevdiklerinizin ölümünü, aynı onların tecrübe ettiği diğer değişimleri kutladığınız gibi kutlamanız gerektiğini söyledi. Onların ölümünü, büyük bir maceranın elveda partisi olarak görmen gerek. Onun görüşüne göre, yas tutmak aslında bencilce bir şeydir. Zhuangzi sevdiklerin için yola devam etme vakti geldiğinde, yapman gereken son şeyin onları yakınında tutmak olduğunu söylemiştir.

Bugün ölümden bahsettik. Sokrates, Epikuros ve Zhuangzi’nin, kendinin veya sevdiklerinin ölümlerinden korkmanın mantıklı olup olmadığı hakkındaki felsefik cevapların üzerinde durduk ve Thomas Nagel’den, ölümden ve olacakları kaçırma korkusundan bahsettik.

 

-oOo-