felsefe

Immanuel Kant Kimdir? (The School of Life) | Video

 

The School of Life, bu videosunda 18. yüzyıl filozoflarından Immanuel Kant’ın hayatını ve çalışmalarını inceliyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Immanuel Kant geleneksel dinlerin öğütledikleri veya tembih ettiklerinin dışında insanların nasıl kendiliğinden iyi ve nazik olabileceğini anlamaya çalışan bir filozoftu.

Kant 1724’te Prusya’da o dönemki adı Königsberg olan bir Baltık şehrinde dünyaya geldi. Günümüzde Rusya’ya ait olan şehrin şimdiki adı Kaliningrad. Kant’ın son derece mütevazı bir ailesi vardı. Babası eyer ustasıydı. Hiçbir zaman çok parası olmadı ama çok sade bir yaşam süren Kant bu durumunu mesele etmedi. Tam maaşlı bir profesör olduğunda artık 50’li yaşlarına gelmişti ve ancak o dönemde nispeten refah bir yaşama erişti.

Kant’ın çok dindar ve katı bir ailesi vardı. İleriki yaşlarında Kant hiçbir bir geleneksel dine inanmadı ama dinin ailesinin yaşadığı güçlerle baş etmesinde ne kadar büyük katkısı olduğunun her zaman farkındaydı. Dinin toplumun kaynaşma ve birlikteliğinde besleyici bir yönü olduğunun bilincindeydi.

Fiziksel açıdan ufak tefek, çelimsiz biriydi ve yakışıklılıktan hiç nasibini almamıştı. Buna rağmen son derece dışa dönüktü. Hatta bazı meslektaşları çok fazla partiye gittiği için kendisini eleştirirdi. Misafir ağırladığı zamanlarda masasında nasıl sohbet edileceğine dair bir takım kuralları vardı. Sofraya oturulduğunda insanların o sıralar başlarından geçen olayları kısaca birbirine anlatmasını isterdi. Sonrasında uzunca bir süre felsefe tartışmalarına ayrılırdı. Bu sohbette masada olanlar önemli bir meseleyi çözmeye çalışırlardı. Son olarak da, bol kahkahalı, şamatalı bir kapanış yapılmalıydı ki herkes iyi bir ruh hali içinde evine dönsün.

Kant 1804 yılında doğduğu kent olan Königsberg’de hayata veda etti. Hayatı boyunca Königsberg’in dışına çok nadiren çıktı. Kant’ın yazılarını kaleme aldığı dönem de, bugün Aydınlanma Çağı olarak tanımladığımız ilginç bir dönemdi. 1784’te yayınlanan “Aydınlanma Nedir?” başlıklı bir makalede, Kant yaşadığı çağın en dikkat çeken özelliğinin giderek güçlenen laiklik olduğunu dile getirmişti. Entelektüel açıdan Kant Hristiyanlığa olan inancın giderek zayıflamasını memnuniyetle karşılıyordu ama pratik açıdan baktığında bu durumu endişe verici buluyordu

İnsanın karakteri konusunda son derece kötümser olan Kant doğamız gereği yozlaşmaya meyilli olduğumuza inanıyordu. İşte bu farkındalığı, onu daha sonrasında yaşamının projesi olan şu çalışmasını şekillendirmeye itti: Dini otoritenin yerine aklın, diğer bir ifadeyle, insan zekasının otoritesini yerleştirme arzusu.

Kant, din konusundaki görüşlerini “Salt Aklın Sınırları İçinde Din” adını verdiği kitabında topladı. Burada, tarihi dinlerin içerikleri bakımından bütün söylediklerinin yanlış olmasına rağmen ahlaklı yaşamanın gerekliliğini telkin etmekte haklı olduklarını, bu gerekliliğin halen sürdüğünü dile getirdi. İşte böyle bir bağlamda Kant muhtemelen hala ünlü olmasına sebep olan şu fikrini geliştirdi: “Kategorik Buyruk” adını verdiği bu tuhaf terimi ilk olarak “Ahlakın Metafiziğinin Temellendirilmesi” gibi adı bile göz korkutan kitabında kullandı. Kitapta “Öyle bir ilkeye göre hareket et ki, her zaman aynı koşullar altında aynı şekilde davranabilesin ve bu davranışın aynı zamanda evrensel bir kurala dönüşmeli” görüşünü savundu.

Kant bu sözlerle ne demek istiyordu?

Aslında çok uzun zamandır tartışılmakta olan bir fikri çok resmi bir dille ifade etmişti. Pek çok dinde de rastladığımız bir telkin: “Başkalarına onların sana davranmalarını istediğin şekilde davran”. Herhangi bir davranışın ahlaklı olup olmadığını test etmek için bir yöntem önerisiydi bu. Kant bunu anlamak için bu davranış herkesçe yapılsa nasıl olurdu ve siz de bu davranışa maruz kalsanız ne hissederdiniz diye düşünülmesi gerektiğini dile getirmişti.

İşyerinde kırtasiye dolabından birkaç sayfa alıp kullanmak kolayınıza gelebilir. Sonuçta koskoca ofis için çok küçük bir miktar. Ama herkes aynısını yapsa, kırtasiye dolabının da ve genel anlamıyla toplumu da kontrol etmek için başına çok sayıda bekçi dikmek gerekir. Aynı şekilde bir ilişki yaşasanız ve bunu eşinizden gizleseniz, bu size yanlış gelmeyebilir. Ama Kant’ın Kategorik Buyruğu buna karşı çıkar. Çünkü bu durumda eşinizin de bir ilişki yaşama ve bunu size söylememe durumunda bunu aynı şekilde yanlış bulmayıp kabullenmeniz gerekir.

Kategorik buyruk sizin bakış açınızı değiştirmek üzere tasarlanmıştır: Kendi davranışlarımıza daha dışarıdan bakabilmemizi ve yaptığımız bazı şeylerin sakıncalarının farkına varmamızı sağlar.

Kant fikrini daha da geliştirerek Kategorik Buyruğun şöyle de tarif edilebileceğini söyledi: “Diğer insanları asla sadece bir araç olarak değil, aynı zamanda daima, tek başına nihai bir amaç olarak görüp buna göre davran”. Bunun Hristiyanlıktaki “komşunu sev” şeklide ifade bulan evrensel sevgi emrinin yerine geçmesi gerektiği görüşündeydi. Kant’a göre, bir insana “nihai” araç olarak görmek onların da geçmiş yaşanmışlıkları olduğunun, onların da tıpkı bizler gibi ömürleri boyunca mutluluk ve tahmin arayışı içinde bir hayat sürdüklerinin unutulmaması gerektiğidir.

Kant, Kategorik Buyruğun kendi aklımızın sesi olduğunu savundu. Mantıklı bir şekilde düşündüğümüzde inandığımız her şey bu kapsamda algılanmalıydı: Kendi akıl ve mantığımızın bize koyduğu kurallar bütünü. Kant Kategorik Buyruk konusundaki görüşlerini siyasi alana da taşıdı. Devletin asıl ödevinin özgürlüğü güvence altına almak olduğuna inanıyordu. Öte yandan, geleneksel olarak özgürlüğün tanımlanmasında büyük bir hata yapıldığını da düşünüyordu. Özgürlük, canımızın istediğini, aklımıza eseni yapabilmemiz şeklinde özgürlükçü bir yaklaşımla ele alınmamalıydı. Sadece en iyi huylu şekilde davranıyorsak özgürüzdür. Başkalarının veya kendi tutkularımızın yönlendirdiği şekilde yaşadığımız müddetçe hepimiz birer köleyiz. Kant’ın ifadesiyle: “Özgür bir irade ve ahlaki kanunlar altındaki bir irade tek ve aynıdır.”

Buna göre özgürlük devletsiz olma hali değildir: Özgür bir toplum insanlara canlarının çektiğini yapabilmeleri için giderek daha fazla fırsat sunan toplum değildir; herkesin daha rasyonel olmasını sağlayan toplumdur. İyi bir devlet hepimizin içindeki sağduyu unsurunu temsil eder. “Evrensel geçerliliği olan, herkesin özgür olabildiği” bir iradeye göre egemenliğini yürütür. İdeal olarak, hükümet en iyi yönlerimizin dışımızda duran, kurumsallaşmış halidir.

İlk duyulduğunda biraz şaşırtıcı gelse de Kant 1793’te güzellik ve sanat üzerine düşüncelerini topladığı bir eser kaleme aldı: Yargı Gücünün Eleştirisi.

Kitap ağırlıklı olarak siyaset ve ahlak konularına eğilen bir düşünür için biraz garip görülebilir; ama Kant sanat ve güzellik alanındaki fikirlerinin bütün felsefesinin temelini oluşturduğu görüşündeydi. Şimdiye kadar gördüğümüz gibi, Kant hayatın içimizdeki iyi yönle tutkularımız, ödev duygusuyla zevklerimiz arasında dinmek bilmeyen bir çekişme olduğunu düşünüyordu.

Kant’a göre güzellik (ki kendisi güllere, şaraba, elma ağaçlarına ve kuşlara bayılırdı) bize çok özel ve önemli bir yoldan keyif verir. İçimizdeki iyiliği bize hatırlatır ve bizi daha olmaya teşvik eder. Yaşamımızdaki pek çok şeyin aksine güzelliğe olan sevgimiz, Kant’ın ifadesiyle “çıkarsızdır”. Bizi sığ ve bencil kaygılarımızdan uzaklaştırır. Ama bunu katı ve talepkâr bir havayla değil, çok büyüleyici ve keyifli bir yoldan yapar. Doğanın güzelliği, ortak evrensel varlığımızı bize durmaksızın sessizce ve ısrarla hatırlatır. Güzel bir çiçek yorgun bir çiftçinin de bir prensin de hoşuna gider. Bir kırlangıç zarifçe havalanması, küçük bir çocuğu da en eğitimli profesörü de hayran bırakır.

Kant’a göre sanatın rolü en önemli ahlaki fikirleri bünyesinde toplamasıdır. Buna göre, sanat felsefenin doğal biz uzantısıdır. Kant sanatın her daim yaşamımızın içinde olması gerektiği fikrindeydi. Böylece onun hayat dolu örneklerinden ve iyi davranışların akılda kalıcı sembollerinden faydalanırız. Bu sayede içimizdeki arlanmaz yönleri kontrol altında tutabiliriz.

Kant son derece derinlikli, soyut ve entelektüel kitaplar kaleme aldı. Ama eserlerinde günümüzde de önemini koruyan çok ciddi bir proje şekillendirdi. Doğamızın daha iyi, daha sağduyulu, makul yönleri nasıl güçlendirebileceğimizi, iyiliğin hepimizin içinde var olan zaaflara ve bencilliklerimize galip gelmesini sağlamanın yollarını anlamaya çalıştı. Kant’ın bakış açısına göre, ülküsü, dinlerin yapmaya çalışıp pek de beceremediği bir şeyin laik ve rasyonel bir versiyonunu geliştirmekti. Nihai hedefi iyi insanlar olmamıza yardım etmekti.

 

-oOo-