edebiyat

Edward Page Mitchell’dan “Kristal Adam”

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

IV

Sesin tanıdık bir tınısı vardı. Onu 6 Kasım akşamı sokakta bana “Ox!” diyen ses olduğunu anladım.

“Hayır,” dedim. “Gergin değilim. Ben bir bilim insanıyım; tüm görüngülerin, ilgili yasaları keşfedilebildiği takdirde, doğa yasaları ile açıklanabileceğine itibar ederim. Hayır, korkmuş değilim.”

“Çok güzel. Siz de bir bilim insanısınız, benim gibi” –burada ses neredeyse bir inlemeye dönüştü— “soğukkanlı bir kişi ve Pandora’nın arkadaşı.”

“Affedersiniz,” diye araya girdim. “Bir hanımefendinin ismi geçtiğine göre kim veya neyle konuşmakta olduğumu öğrenmem iyi olur.”

“Sizden önemli bir görevi yerine getirmenizi istemeden önce,” diye cevapladı ses, “açıklamak istediğim şey tam olarak bu. Benim adım Stephen Flack, en azından öyleydi. Birleşik Devletler vatandaşıyım ya da vatandaşıydım. Şu anki durumum benim için de sizin için olduğu kadar gizemli. Ancak ben, dürüst ve saygın bir insanım, veya insandım ve size elimi uzatıyorum.”

Herhangi bir el göremedim. Yine de kendi elimi uzattığımda sıcak ve canlı parmakların basıncı ile karşılaştım.

“Şimdi,” diye devam etti ses bu sessiz dostluk antlaşması sonrasında, “rica etsem sehpanın üzerinde kitaptan açtığım yerdeki parçayı okuyabilir misiniz?”

Aşağıda okuduğum Almanca kısmın kaba bir çevirisi bulunuyor:

Vücudu oluşturan organik dokuların rengi, tamamı nihai elementlerinden biri olarak demir ihtiva eden bazı üçüncü sınıftan afinite ilkelerinin[1] bulunmasına bağlı olduğundan buradan renk tonunun iyi tanımlanmış kimyasal-fizyolojik değişikliklere göre farklılık gösterebileceği sonucu çıkar. Kan yuvarlarındaki fazladan hematin[2], tüm dokularda daha kırmızı bir tona neden olur. Gözün koroidine[3] , irisine, saça rengini veren melanin[4], yakın zamanda Basel’li Schardt’ın formüle ettiği kanunlar çerçevesinde artırılabilir veya azaltılabilir. Epidermisteki[5] fazla melanin siyah tene neden olmakta ve yetersizliği de albinoluğu[6] ortaya çıkarmaktadır. Sarımsı-yeşil biliverdin[7] ve kızılımsı-sarı ürokasin[8], hematin[9] ve melanin ile birlikte, aslında şeffaf olan, neredeyse şeffaf olan dokulara rengini veren pigmentlerdir[10]. Yorulmak bilmeyen araştırmacı Fröliker’in gerçekleştirmiş olduğu, insan vücudundaki pembe renk değişimini kimyasal yöntemlerle ayırma başarısına ulaştığı histolojik[11] bazı yüksek derecede ilgi çekici deneylerin sonuçlarını kaydetme konusundaki yetersizliğim nedeniyle ne kadar üzgün olduğumu belirtmek isterim.

Ben okumayı bitirince “beş yıl süreyle,” diye devam etti görünmeyen dostum, “Fröliker’in öğrencisi ve Freiburg’da laboratuvar asistanıydım. Bussius deneylerimizin önemini yalnızca şöyle böyle kavramıştı. O kadar şaşırtıcı sonuçlara ulaşmıştık ki, kamuya, hatta bilim dünyasına açık şekilde yayın yapmaktan kaçınmamız gerekiyordu. Fröliker, bir yıl sonra Ağustos ayında vefat etti.”

“Bu büyük düşünür ve hayranlık uyandıran kişiye inancım tamdı. Eğer o da benim kayıtsız sadakatimi tam bir güvenle karşılamış olsaydı, şu anda olduğum zavallı sefil kişi olmayacaktım. Ancak karakterindeki içe kapanıklık ve, tüm bilginler gibi, onun da teyit edilmemiş bulgularını korumakta gösterdiği özen, benim deneylerimizi yöneten temel formüllerden habersiz kalmama neden oldu. Onun öğrencisi olarak çalışmalarının laboratuvardaki kısmına aşinaydım; ancak esas gizli bilgilere yalnızca üstat sahipti. Bunun sonucu, Karun’un başına gelen ilk lanetten beri insanlığın karşılaştığı en büyük felakete uğramam oldu.”

“Çalışmalarımız öncelikle sistemdeki pigment maddelerinin miktarının artırılması ve çeşitlendirilmesine yönelmişti. Melanin miktarının, yiyecekler vasıtasıyla kana aktarılarak artırılmasıyla örneğin, buğday tenli bir kimseyi esmer, esmer bir kimseyi bir Afrikalı kadar siyah hale getirebilmiştik. Kombinasyonlarımızı düzenleyerek ve değiştirerek cildin almasını sağlayamadığımız pek az renk tonu bulunuyordu. Deneyler genelde benim üzerimde yapılıyordu. Farklı zamanlarda bakır renkli, lacivert, kızıl ve krom sarısı oldum. Hatta harika bir hafta boyunca gökkuşağının tüm renkleri üzerimdeydi. O dönemdeki çalışmalarımızın tuhaf karakterinin bir şahidi hâlâ hayatta.”

Ses duraksadı ve birkaç saniye sonra şömine rafı üzerindeki zilin sesi duyuldu. Kısa bir süre sonra kafasına sıkıca oturmuş bir takke takan yaşlı bir adam yavaşça odaya girdi.

“Käspar,” dedi ses Almanca, “beyefendiye saçını göster.”

Hiçbir şaşkınlık işareti göstermeden ve sanki boşluktan emir almaya gayet alışkınmış gibi, yaşlı hizmetçi eğilerek takkesini çıkardı. Ortaya çıkan pek az sayıdaki bukle parlak bir zümrüt yeşiliydi. Şaşkınlığımı ifade ettim.

“Beyefendi saçının çok güzel olduğunu söylüyor,” dedi ses yine Almanca. “Şimdilik bu kadar, Käspar.”

Yaşlı hizmetçi takkesini geri takarak yüzünde hoşnut bir gurur ifadesiyle çekildi.

“Yaşlı Käspar, Fröliker’in hizmetçisiydi; şimdi de benim hizmetçim. Yöntemin ilk uygulamalarından birinin öznesiydi. Bu değerli kişi sonuçtan o kadar memnun kaldı ki, saçını asıl kızıl rengine geri çevirmemize müsaade etmedi. Onun sadık bir ruhu var ve kendisi benim görünür dünya ile aramdaki tek aracım, tek temsilcim.”

“Şimdi,” diye devam etti Flack, “benim yıkımımın öyküsüne gelelim. Benim birlikte çalışma ayrıcalığına erişmiş olduğum büyük histolog, ilgisini daha sonra araştırmanın daha ilgi çekici bir dalına çevirdi. O ana kadar yalnızca dokulardaki pigmentleri çoğaltmaya veya değiştirmeye çalışmıştı. Şimdiyse onları, emilim, gözeneklerden sızdırma ve organik maddelerle tepkimeye giren klorürler ve diğer kimyasal etmenler kullanarak sistemden tamamen ayrıştırma olanakları üzerine bir dizi başka deneylere girişiyordu. Fazlasıyla başarılı oldu!”

“Fröliker’in yönettiği deneylerin öznesi yine bendim ve bana, üzerimde gerçekleştirilen işlemlerin yalnızca kaçınılmaz şekilde anlatılması gerektiği kadarı açıklanmıştı. Bazen haftalar boyunca laboratuvardan çıkmayıp Profesör ve güvenilir Käspar hariç kimseyi görmediğim oluyordu. Herr Fröliker dikkatli bir şekilde çalışıyor, her yeni denemenin etkilerini yakından takip ediyor ve derece derece ilerliyordu. Hiçbir deneyde sorunsuzca geri çeviremeyeceği kadar ileri gitmedi. Her zaman geri dönüş yollarını açık tutuyordu. Bu nedenle kendimi onun ellerinde güvende hissediyordum ve gerekli gördüğü her şeyi yapmasına izin verdim.”

“Profesörün uyguladığı, bir takım güçlü ağartıcılarla birleşik soldurucuların etkisinde, genel sağlık durumumda hiçbir kötüleşme olmaksızın, ilk başta soluk, beyaz ve bir albino kadar renksiz bir hale geldim. Saçlarım ve sakallarım cam tozuna, cildim de mermere dönmüştü. Profesör sonuçlardan memnun kalmıştı ve bu denemede daha ileri gitmedi. Beni normal rengime geri döndürdü.”

“Bir sonraki ve ardından gelen deneylerde, kimyasal etkenlerinin vücudumdaki dokulara daha sıkı tutunmasına izin verdi. Yalnızca ağartılmış bir kişi gibi beyaz değil, porselen bir heykel gibi belli belirsiz saydam hale gelmiştim. Yine bir süre için durakladı ve bana eski rengimi vererek bir süre hayatıma devam etmeme müsaade etti. İki ay sonraki deneyde, hafifçe saydamlıktan daha ileri gitmiştim. Şu denizde yüzen, medusa veya denizanası denen yumuşakçaları görmüşsünüzdür; hatları sıradan bir gözle neredeyse görünmezdir. Evet, ben de havada, denizanalarının suda olduğu gibiydim. Neredeyse tamamen saydam olduğum için, yaşlı Käspar bana yemek getirdiği zaman nerede olduğumu anlamak için odayı çok dikkatli bir şekilde gözlemlemesi gerekiyordu. Manastıra kapanır gibi kapandığım zamanlarda dış dünyadan ihtiyaçlarımı sağlayan kişi Käspar’dı.”

“Ama giysileriniz,” diye sordum, Flack’ın hikâyesini bölerek. “Vücudunuzun zor görülen özelliğinin yanında güçlü bir tezat yaratıyor olmuş olmalıydı.”

“A, hayır,” dedi Flack. “İçi boş kıyafetlerin laboratuvarda dolaşıyor gibi tuhaf bir görüntü sergilemeleri ciddi profesör için bile fazla grotesk bir görüntüydü. Ciddiyetin korunması için yöntemini, cansız organik maddelere uygulamanın bir yolunu bulmak zorunda hissetti; pelerinimin yünü, gömleklerimin pamuğu ve ayakkabılarımın derisi gibi… Halen kullanmakta olduğum kıyafetleri bu şekilde elde ettim.”

“İşte çalışmalarımızın neredeyse mükemmel saydamlık dolayısıyla tam bir görünmezlik elde etmek üzere olduğumuz bu aşamasındayken, Pandora Bliss ile tanıştım.”

“Bir yıl önce, geçen Şubat’ta, deneylerimize ara verdiğimiz ve benim doğal görünüşümde olduğum bir sırada, dinlenmek için Schwarzwald’a gitmiştim. Pandora’yı ilk kez küçük St. Blaisen kasabasında gördüm ve kendisine hayran kaldım. Rhine şelalelerine ilk kez gelmişlerdi ve kuzeye yolculuk ediyorlardı; ben de yönümü değiştirip kuzeye gittim. Stern Hanı’nda Pandora’ya âşık oldum; Feldberg’in zirvesinde ona delice tapıyordum. Höllenpass’a geldiğimizde, onun dudakları arasından çıkacak tek bir cana yakın kelime için ölmeye hazırdım. Hornisgrinde’de kendimi dağın tepesinden Mummelsee’nin karanlık sularına atarak aşkımı kanıtlamama izin vermesi için yalvardım. Pandora’yı tanıyorsunuz. Onu tanıyor olduğunuza göre benim bu denli hızla kara sevdaya tutulmuş olmamı anlayabilirsiniz. Benimle flört etti, benimle beraber güldü, benimle gezintilere çıktı, benimle beraber yeşil ağaçlıkların arasındaki patikalarda yürüdü, birlikte o kadar sarp yamaçlara tırmandık ki, birlikte tırmanmak adeta uzun, harikulade bir sarılmaydı; bilim hakkında konuştuk, duygular hakkında; ona umutlarımı ve gelecekten beklentilerimi anlattım; zaman zaman tersledi, soğuk davrandı, sinirlendi – hepsi de tamamen kendi iradesiyle ve babası olacak herif her zaman kaldığımız hanların kahve odalarında New York gazetelerinin ekonomi sayfaları üzerinde pineklerken. Fakat beni gerçekten sevip sevmemiş olduğu, bugün halen benim için bir sır.”

“Pandora’nın babası umutlarımı ve gelecekten beklentilerimi öğrendiğinde, küçük aşkımızı aniden böldü. Sanırım beni kafasında profesyonel hokkabazlıkla, şarlatan doktorluk arasında bir yere koymuştu. Ona bir gün meşhur ve zengin olacağımı boş yere açıklamaya çalıştım. ‘Meşhur ve zengin olduğun zaman’ dedi koca bir sırıtışla, ‘seni Broad Caddesi’ndeki ofisimde ağırlamaktan memnuniyet duyarım.’ Böylece Pandora’yı Paris’e götürdü ve ben de Freiburg’a döndüm.”

“Birkaç hafta sonra, güneşli bir Ağustos gününde, Fröliker’in laboratuvarında, bir kol mesafesi uzağımda durup beni göremeyen dört kişinin karşısında dikiliyordum. Käspar arkada deney tüpleri yıkamakla meşguldü. Fröliker, yüzünde gururlu bir gülümsemeyle, yüzümün olması gerektiğini düşündüğü yere doğru bakıyordu. Bir bahaneyle oraya çağırılmış İki kardeş profesör ise, bana bilmeden neredeyse dirsekleri ile çarpacak mesafede ne olduğunu bilmediğim bir konuyu tartışıyorlardı. Kalp atışımı duyacak kadar yakındılar. ‘Bu arada, Herr Professor,’ dedi bir tanesi ayrılmak üzereyken, ‘asistanınız, Herr Flack, seyahatinden döndü mü?’ Deneme mükemmel bir şekilde sonuçlanmıştı.”

“Yalnız kalır kalmaz, Professor Fröliker elimi bu akşam sizin kavramış olduğunuz gibi kavradı. Keyfi son derece yerindeydi.”

” ‘Benim sevgili dostum,’ dedi, ‘yarın çalışmalarımız amacına ulaşacak. Üniversite fakülte kurulunun seni görmesi –ya da görememesi—için karşılarına çıkacaksın. Heidelberg’e, Bonn’a, Berlin’e davetiyeler gönderdim. Schrotter, Haeckel, Steinmetz ve Lavallo burada olacak. Zaferimizi, çağımızın en seçkin fizikçilerinin karşısında kazanacağız. Çalışmamızın, şimdiye kadar siz, benim meslektaşım ve güvenilir dostumdan dahi saklamış olduğum sırlarını açıklayacağım. Ama şerefi sizinle paylaşacağız. Şu uçuveren orman kuşu hakkında duyduklarım nedir? Sevgili oğlum, pigmentlerinize yeniden kavuştuktan sonra, elinizde şöhretiniz ve tepenizde bilimin kutsamasıyla Paris’e gidip onu bulabilirsiniz.’ “

“Ertesi sabah, 19 Ağustos’ta, henüz laboratuvardaki karyolamdan çıkmamışken, Käspar aceleyle içeri girdi.”

” ‘Herr Flack! Herr Flack! Herr Doktor Professor inme geçirerek ölmüş!’ ”

 

-ooo-

 

Notlar:

[1] Kimyasal afinite: Maddelerin reaksiyona girmeleri ile ilgili kurallar || geri=>

[2] Hematin: Bir tür barium-stronsiyum bileşiği || geri=>

[3] Koroid: Gözün arka kısmı || geri=>

[4] Melanin: İnsan tenine rengini veren pigmentlerdir. || geri=>

[5] Epidermis: Derinin üst katmanına verilen isim. || geri=>

[6] Albino: Derisinde pigment olmayan canlılarda karşılaşılan, canlının genel olarak beyaz olmasına neden olan durum. || geri=>

[7] Biliverdin: Yeşil renkli pigment. || geri=>

[8] Ürokasin: Yazarın bu madde ile ne yi kast ettiği açık değildir. Bir pigment ismi olarak kullanmış görünmektedir. || geri=>

[9] Hematin: Hemoglobinden demir oksitin ayrılmasıyla ortaya çıkan kahverengi madde. || geri=>

[10] Pigment: Işığı emme ve yansıtma özellikleri ile gözle görülen renkleri oluşturan maddelerdir. || geri=>

[11] Histoloji: Dokubilimi. || geri=>

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►