edebiyat

Edward Page Mitchell’dan “Kristal Adam”

 

◄ Bir önceki bölüm

 

KRİSTAL ADAM

 

V

Hikâyesi burada sona erdi. Uzun bir süre düşünerek oturdum. Ne yapabilirdim? Bu mutsuz adamı nasıl teselli edebilirdim?

Görünmez Flack, acı bir şekilde hıçkırıyordu.

Önce o konuştu. “Çok zor, çok çok çok!” İnsanların nezdinde suçsuz, Tanrı’nın gözünde günahsız olan ben, Cehennemden bin kat daha kötü bir kadere mahkûm oldum. Yeryüzünde diğer herkes gibi, yaşayan, gören, seven bir insanım ancak benimle hayatta yaşamaya değecek her şey arasında sonsuza kadar bir duvar var. Hayaletlerin bile bir şekli var. Benim hayatım, ölümü yaşamak; var oluşum, unutuluş. Hiçbir dostum yüzüme bakamıyor. Sevdiğim kadını göğsüme çeksem, bu onda yalnızca anlatılamaz bir dehşet yaratırdı. Onu neredeyse her gün görüyorum. Merdivenlerde yanından geçerken elbisesine değiyorum. Beni sevmiş miydi? Beni seviyor mu? Bunu bilmek laneti daha da beter yapmaz mıydı? Yine de sizi buraya çağırmamın amacı gerçeği öğrenmekti.”

Ve sonra hayatımın en büyük hatasını yaptım.

“Neşelenin!” dedim, “Pandora sizi hep sevdi.”

Sehpanın aniden devrilmesiyle, Flack’ın ne kadar coşkulu bir şekilde ayağa fırladığını anladım. Beni iki eliyle omuzlarımdan sertçe kavramıştı.

“Evet,” diye devam ettim; “Pandora sizin anınıza hep sadık kaldı. Umutsuzluğa düşmek için hiçbir sebep yok. Fröliker’in sırrı onunla beraber öldü, ancak neden bir sizin önayak olacağınız bir deney sırasında sizin sağlayacağınız yardımlarla ab initio[Lat. ilk baştan] keşfedilmesin. Cesaretli ve umutlu olun. Sizi seviyor. Beş dakika içerisinde bunu kendi ağzından duyacaksınız.”

Şimdiye kadar duyduğum hiçbir acı feryadı bu mutluluk çığlığının yarısı kadar dahi acınaklı değildi.

Aceleyle aşağı inip Bayan Bliss’i koridora çağırdım. Birkaç kelimeyle durumu açıkladım. Beni şaşırtan bir şekilde ne bayıldı ne de histeri krizi geçirdi. O sırada sebebini anlayamadığım bir gülümsemeyle, “kesinlikle sizinle geleceğim,” dedi.

Beni Flack’ın odasına kadar takip etti; yüzünde hâlen aynı gülümsemeyle, odanın her köşesini dikkatlice inceledi. Bir balo salonuna giriyor olsaydı, ancak bu kadar sakin olabilirdi. Elleri görünmez eller tarafından tutulup görünmez dudakların öpücükleri ile kaplandığında ne şaşkınlık ne de dehşet duygularına ait işaretler gösterdi. Talihsiz dostumun kulaklarına döktüğü sevgi ve şefkat dolu sözleri dinginlikle dinledi.
Bu tuhaf sahneyi, şaşkın ve tedirgin bir şekilde izledim.

Az sonra Bayan Bliss elini çekti.

“Gerçekten, Bay Flack,” dedi hafif bir kahkahayla, “duygularınızı hiçbir şekilde saklamıyorsunuz. Bu alışkanlığı Kıta’da mı edindiniz?”

Onun “Pandora!” dediğini duydum, “sizi anlamıyorum.”

“Belki de ,” diye sakince devam etti, “bunu görünmezliğinizin ayrıcalıklarından biri olarak görüyorsunuz. Sizi deneyiniz için tebrik etmeme izin verin. Profesörünüz – adı neydi?—çok zeki biri olmalı. Kendinizi sergileyerek bir servet kazanabilirsiniz.”

Bu adamın kaybı nedeniyle aylarca teselli edilemez kederiyle ortada dolanan kadın bu muydu? Aptala dönmüştüm. Kim bu fingirdeğin amaçlarını ortaya çıkarma işinin üstesinden gelebilirdi ki? Bilimin hangi dalı onun vicdansız heveslerini ortaya çıkaracak kadar derin olabilirdi?

“Pandora!” diye bağırdı tekrar, şaşkına dönmüş bir sesle. “Bu ne anlama geliyor? Neden beni bu şekilde karşılıyorsun? Bana bütün söyleyeceğin bu kadar mı?”

“Sanırım bu kadar,” diye soğukkanlılıkla cevapladı kapıya doğru yönelerek. “Siz bir beyefendisiniz, ve sanırım beni daha fazla rahatsız etmemenizi rica etmeme gerek yok.”

“Taştan bir kalbiniz var,” diye fısıldadım, yanımdan geçerek odadan çıkarken. “Ona layık değilsiniz.”

Flack’ın çaresizlik çığlığı, Käspar’ın odaya gelmesine neden oldu. Uzun ve sadık hizmetleri sayesinde edindiği içgüdüyle, yaşlı adam doğrudan efendisinin olduğu yere gitti. Onun, sanki görünmez adamla mücadele eder ve onu yakalamaya çalışır gibi havayı kavradığını gördüm. Şiddetle kenara itildi. Toparlandı ve boynu gerilmiş, yüzü solmuş bir halde bir an etrafı dinleyerek dikildi. Sonra kapıdan dışarı ve merdivenlerden aşağı koştu. Onu takip ettim.

Binanın caddeye çıkan kapısı açıktı. Käspar kaldırımda birkaç saniye duraksadı. Sonunda batıya dönerek, yansıra koşmakta zorlandığım bir hızla cadde boyunca koşmaya başladı.

Neredeyse gece yarısıydı. Cadde üstüne cadde geçmiştik. Birden, Käspar’ın ağzından anlaşılmaz bir memnuniyet mırıltısı çıktı. Biraz ilerimizde köşelerden birinde dikilen bir adamın aniden yere düştüğünü gördük. Hızlandık ve hiç yavaşlamadık. Şimdi hemen önümüzde hızlı ayak sesleri duyuyordum. Käspar’ın kolunu tuttum. Kafasıyla onayladı.

Neredeyse nefessiz bir haldeyken, artık kaldırımda değil, tahtalar ve yamuk odun parçaları üzerinde olduğumuzu fark ettim. Önümüzde artık ışık yoktu; yalnızca boş açıklık vardı. Käspar hızla atıldı. Kavramaya çalıştı, kaçırdı ve dehşetle bağırarak yere düştü.

Ayaklarımızın ucundaki nehrin kara sularından boğuk bir düşme sesi yükseldi.

 

-oOo-

 

◄ Bir önceki bölüm