edebiyat

Bir Zamanda Yolculuk Öyküsü: ‘Kendi Çizme Kayışlarından’ (Robert A. Heinlein)

“Bootstrap paradoksu”na ismini veren ‘By His Bootstraps’ isimli meşhur zamanda yolculuk öyküsü karşınızda…

 

Astounding Dergisinin Ekim 1941 sayısına ait kapak

 

Bir sonraki bölüm ►

 

KENDİ ÇİZME KAYIŞLARINDAN*

 

Yazan: Robert A. Heinlein
Orijinal adı: By His Bootstraps
Astounding Science Fiction, Ekim 1941

 

Astounding Dergisi, Ekim 1941 sayfa 9 (görsel: Hubert Rogers, rafeeqmcgiveron.com)

 

I

Bob Wilson, çemberin büyüyerek belirdiğini görmedi.

Aslına bakılırsa, bu anlamda çemberin içinden çıkıp, Wilson’un ensesine bakarak dikilen yabancıyı da görmedi – gözlerini dikmiş bir halde dikiliyor ve sanki güçlü ve alışılmadık bir duygunun etkisi altında gibi derin derin nefes alıp veriyordu.

Wilson’un, odada birinin bulunduğundan şüphelenmesi için hiçbir sebep yoktu; aksini düşünmek içinse pek çok nedeni vardı. Tezini bir tek kesintisiz çalışma süresince bitirmek için kendisini odasına kilitlemişti. Böyle yapmak zorundaydı da – ertesi gün, teslim için son gündü ve bir gün önce tezin başlığından başka bir şeyi yoktu: “Metafiziksel Bir Kesinliğin Belli Matematiksel Yönleri Hakkında Bir Araştırma.”

Elli iki sigara, dört demlik kahve ve on üç saatlik aralıksız bir çalışma, başlığa yedi bin kelime daha eklemişti. Tezinin geçerliliği konusunu ise umursayamayacak kadar bitkindi. Bitir, teslim et, üç sek içki iç ve bir hafta uyu.

Bakışlarını yukarı çevirdi ve bir süre dolabına baktı; dolapta neredeyse dolu bir şişe cin zulalamıştı. “Hayır”, diye uyardı kendini, “bir tane daha içersen işini bitiremeyeceksin evladım, Bob.”

Arkasındaki yabancı bir şey söylemedi.

Wilson daktilo etmeye devam etti. “— kavranabilir bir önermenin, zorunlu olarak mümkün bir önerme olarak varsayılması da doğru değildir; önermeyi matematiksel olarak kesin bir şekilde ifade etmek mümkün olduğunda dahi. Bu konudaki bir örnek ‘Zamanda Yolculuktur.’ Zamanda yolculuk tahayyül edilebiliyor ve gereklilikleri herhangi bir zaman teorisi altında, paradokslarını çözüme ulaştırarak şekilde formüle edilebiliyor olabilir. Yine de, zamanın doğası hakkında deneysel olarak bu önermeye engel olacak kesin bilgilerimiz bulunuyor. Süre, varlığın genel bir özelliği değil, bilincin bir niteliğidir. Ding an Sich değildir. Bu nedenle —”

Daktilonun tuşlarından biri takıldı; üstüne üçü daha sıkıştı. Wilson uygun bir küfür salladıktan sonra inatçı makinayı düzeltmek için uzandı. Bir sesin, “hiç uğraşma,” dediğini duydu. “Bir araba zırva zaten.”

Wilson yerinde fırlayarak doğruldu, sonra kafasını yavaşça geri çevirdi. Arkasında birinin olmasını gönülden istiyordu. Aksi takdirde —

Yabancıyı rahatlayarak fark etti. “Şükürler olsun,” dedi kendi kendine. “Bir an için cıvataları gevşettim sandım.” Rahatlaması aşırı bir rahatsızlığa dönüştü. “Odamda ne halt arıyorsun?” diye hesap sordu. Sandalyesini geri itti; ayağa kalktı ve kapıya doğru seğirtti. Hâlâ kilitliydi ve içeriden sürgülüydü.

Pencerelerin durumu da benzerdi; çalışma masasının yanındalardı ve kalabalık bir caddede, üçüncü katta bulunuyorlardı. “İçeri nasıl girdin?” diye ekledi.

“Şundan,” diye cevapladı yabancı, baş parmağıyla omzunun üzerinden çemberi işaret ederek. Wilson bunu ilk kez şimdi fark ediyordu; gözlerini kırpıştırdı ve tekrar baktı. İnsanın gözlerini sıkıca kapattığında gördüğü renkte koca bir hayaletimsi disk, kendileriyle duvar arasında öylece havada asılı duruyordu.

Wilson kafasını şiddetle salladı. Çember yerindeydi. “Tanrım,” diye düşündü, “Doğru tahmin etmişim. Balataları ne zaman sıyırdım acaba?” Diske doğru ilerledi; dokunmak için elini uzattı.

“Yapma!” diye çıkıştı yabancı.

Wilson sinirli bir şekilde, “Neden?” dedi. Yine de duraksadı.

“Açıklayacağım. Ama önce bir şeyler içelim.” Doğrudan dolaba ilerledi; açtı; içine doğru uzandı ve hiç aramadan cin şişesini çıkardı.

“Hey!” diğer bağırdı Wilson. “Ne yaptığını sanıyorsun? O benim içkim.”

“Senin içkin —” Yabancı bir an için duraksadı. “Özür dilerim. Biraz içsem sorun olmaz, değil mi?”

Aksi bir ses tonuyla “Olmaz herhalde,” diye kabullendi Bob Wilson. “Hazır elindeyken bana da bir bardak koy.”

“Tamam,” dedi yabancı, “sonra da açıklayacağım.”

“İyi bir açıklama olsa iyi olur,” dedi Wilson tehditkâr bir şekilde. Yine de içkisini içti ve yabancıyı inceledi.

Kendisiyle aşağı yukarı aynı vücut ölçülerinde ve yaklaşık olarak yanı yaşta bir adam olduğunu fark etti; belki yaşı biraz daha büyüktü. Gerçi üç günlük sakalı da öyle düşünmesine neden oluyor olabilirdi. Yabancının bir gözü mordu ve üst dudağı yakın zamanda kesilmiş ve çok fena şişmişti. Wilson, adamın yüzünden haz etmediğine kanaat getirdi. Yine de yüzünde tanıdık bir his vardı; adamı sanki tanımış olması gerekiyormuş gibi geldi; sanki daha önce pek çok yerde pek çok kez görmüştü.

“Kimsin sen?” diye sordu aniden.

“Ben mi?” dedi misafiri. “Beni tanımadın mı?”

“Emin olamıyorum,” diye itiraf etti Wilson. “Seni daha önce görmüş müydüm?”

Diğeri “şey—tam olarak değil,” diye savdı. “Geçelim bunu—bilmiyorsundur.”

“Adın nedir?”

“Adım mı? Ee… bana Joe diyebilirsin.”

Wilson bardağını bıraktı. “Peki, Joe Adın-Her-Neyse; anlat bakalım ve kısa tut.”

“Öyle yapacağım,” diye onayladı Joe, “Şu içinden geçerek geldiğim zımbırtı” — çemberi işaret etti — “bu bir Zaman Geçidi.”

“Ne?”

“Zaman Geçidi. Geçidin iki tarafında da zaman akıyor, ancak arada birkaç bin yıl fark var – kaç bin yıl bilmiyorum. Fakat geçit, önümüzdeki birkaç saat boyunca açık kalacak. Bu çembere girip gelecekten çıkabilirsin.” Yabancı duraksadı.

Bob parmaklarıyla masasını tıkırdattı. “Devam et. Dinliyorum. Güzel bir hikâye.”

“Bana inanmıyorsun, öyle değil mi? Sana göstereyim.” Joe ayağa kalktı; tekrar dolaba giderek Bob’un şapkasını aldı; ve altı yıllık lisans ve yüksek lisans yaşantısı boyunca, şu anki yıpranmış ihtişamına kavuşmasına neden olacak şekilde kötü davrandığı, kıymetli ve tek şapkasını. Şapkayı hayaletimsi diske fırlattı.

Yüzeyine değdi ve hiçbir görünür direnç olmaksızın içinde kayboldu.

Wilson ayağa kalktı; dikkatlice çemberin arkasına geçti ve çıplak zemini inceledi. “İyi numara,” diye teslim etti. “Şimdi şapkamı geri verebilirsen sevinirim.”

Yabancı kafasını salladı. “Geçince kendin alabilirsin.”

“Ha?”

“Doğru söylüyorum. Dinle—” Yabancı kısaca Zaman Geçidi hakkındaki açıklamasını tekrarladı. Wilson’ın binyılda bir gelen bir fırsatla karşılaşmış olduğunu konusunda ısrar etti—yapması gereken tek şey elini çabuk tutmak ve çemberden geçmekti. Dahası, Joe şu an ayrıntılı olarak açıklayamayacak olsa da, Wilson’un geçmesi çok önemliydi.

Bob Wilson kendisine ikinci bir içki koydu; sonra bir üçüncü. Kendisini hem iyi hem de tartışmaya açık hissediyordu. “Neden?” diye sordu sakince.

Joe sinirlenmiş görünüyordu. “Lanet olsun, bir an önce geçsen açıklama yapmaya gerek kalmayacak. Yine de—” Joe’ya bakılırsa, diğer tarafta Wilson’un yardımına ihtiyacı olan yaşlı bir adam vardı. Wilson’un da yardımıyla, üçü, bütün ülkeyi ele geçireceklerdi. Joe, yardımdan kast edilen şeyin ayrıntılarını ya bilmiyordu ya da açıklamak istemiyordu. Bu heyecanlı maceranın ayrıntılarını atladı. “Hayatını tatlı su üniversitelerinde mankafalara ders anlatarak geçirmek istemiyorsun, öyle değil mi?” diye ısrar etti. “İşte fırsatın. Kaçırma!”

Bob Wilson, kendi kendine Doktora yapmanın ve eğitmen olarak atanmanın idealindeki yaşam şekli olmadığını itiraf etti. Yine de hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olmaktan iyiydi. Bakışları cin şişesine kaydı; dibinde azıcık kalmıştı. Bu, durumu açıklıyordu. Sallanarak ayağa kalktı.

“Hayır, benim sevgili dostum,” diye başladı, “atlıkarıncana binmeyeceğim. Neden biliyor musun?”

“Neden?”

“Çünkü sarhoşum da o yüzden. Sen burada değilsin. Şu , orada değil.” Kollarıyla şeklini taklit ederek çemberi işaret etti. “Burada benden başka kimse yok, ve ben de sarhoşum. Çok uzun süre çalıştım,” diye özür dilercesine ekledi. “Ben yatıyorum.”

“Sarhoş değilsin.”

“Sarhoşum. Kartal kalkar dal sarkar dal sarkar kartal kalkar.” Yatağına doğru ilerledi.

Joe kolunu kavradı. “Bunu yapamazsın,” dedi.

“Onu rahat bırak!”

 

-ooo-

 

Notlar:

(*) İng. Pull oneself over a fence by one’s bootstraps: “Kişinin kendisini, kendi çizmelerinden tutup, çitin öteki tarafına geçirmesi.” Yapılması imkânsız olan şeyleri belirtmek için kullanılan bir deyim. || geri=>

 

Bir sonraki bölüm ►