edebiyat

Bir Zamanda Yolculuk Öyküsü: ‘Kendi Çizme Kayışlarından’ (Robert A. Heinlein)

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

XII

Burnunu tuğla duvara çarptı. Duvarla Geçidin arasında kalan aralıktan dikkatle sıyrılırken, “Gerekenden daha ince ayarlamışım,” diye düşünerek eğlendi. Geçit havada, yerden yaklaşık on beş inç yukarıda ve duvara neredeyse tam olarak paralel bir şekilde süzülüyordu. Yine de aralığın yeterli olduğuna karar verdi—geri dönüp ayarları yeniden yapması gerekmiyordu. Çıkmazdan kimseye görünmeden çıktı ve vakit kaybetmeden dosdoğru Öğrenci Kooperatifine gitmek için kampüsü geçti. İçeri girdi ve kasiyerin bankosuna yöneldi.

“Merhaba, Bob.”

“Selam Soupy. Bana bir çek bozar mısın?”

“Ne kadarlık?”

“Yirmi dolar.”

“Evet—sanırım bozabilirim. Karşılığı var mı?”

“Muhtemelen yoktur. Çek bana ait.”

“Neyse, hatıra olsun diye alabilirim.” Bir onluk, bir beşlik ve beş birlik çıkardı.

“Akıllıca olur,” diye onayladı Wilson. “Benim imzalarım nadir koleksiyon parçaları haline gelecek.” Çeki uzattı; parayı aldı ve aynı binada bulunan kitapçıya gitti. Listedeki kitapların çoğu burada satılıyordu. On dakika sonra elinde şunlar vardı:

Nicolo Machiavelli’den “Prens.”

James Farley’den “Seçimlerin perde arkası.”

Adolf Schicklegruber’den “Kavgam (sansürsüz basım)”

Dale Carnegie’den “Arkadaş nasıl edinilir ve insanlar nasıl etkilenir.”

İstediği diğer kitaplar kitapçıda bulunmuyordu; buradan ayrılarak üniversite kütüphanesine gitti ve “Emlak Yatırımcısının El Kitabı,” “Müzikal Enstrümanların Tarihi,” ve dört ciltlik “Giyim Tarzlarının Evrimi” adlı kitapları aldı. Sonuncusu, çok güzel renkli sayfaları olan harika bir baskıydı ve referans kitaplar bölümünde bulunuyordu. Bunu yirmi dört saatliğine çıkarabilmek için biraz tartışması gerekti.

Şimdi yükü oldukça artmıştı; kampüsten çıktı; bir rehinciye giderek iki adet kullanılmış fakat sağlam bavul aldı. Birine kitapları yerleştirdi. Buradan da kasabadaki en büyük müzik dükkanına gitti ve kırk beş dakika boyunca, daha çok sving ve piyano cazı türünde çeşitli plakları seçmek için uğraştı—hepsi son derece duygusal parçalardı. Klasik ve yarı-klasikleri de atlamadı, ancak aynı kriter bunlar için de geçerliydi—müzik dediğin, akla hitap edecek tarzda değil, duygusal ve ilgi çekici olmalıydı. Bu nedenle oluşturduğu koleksiyon, tuhaf bir birleşim halinde “Marseillaise,” Ravel’den “Bolero,” dört adet Cole Porter ve “L’Aprés-midi d’un Faune”u içeriyordu.

Tezgahtarın kendisine alması gerekenin bir elektrikli pikap olduğu konusundaki tüm ısrarına rağmen, ellerinde bulunan en iyi mekanik cihazı alma konusunda ısrar etti. En sonunda istediğini elde ederek, bir çek yazdı; aldıklarının tümünü bavullara yerleştirdi ve tezgahtardan kendisine bir taksi çağırmasını istedi.

Çeki yazdığı sırada kendisini kötü hissetti. Öğrenci Kooperatifinde bozdurduğu çekten sonra, bu sadece bir kâğıt parçasıydı. Çekin geçerli olduğunu teyit etmeleri için bankayı aramaları konusunda biraz ısrar etti, çünkü bu, tam olarak yapmalarını istemediği şeydi. Bu yöntem işe yaradı. Blöf yapmış, inandırmış ve karşılıksız çek konusunda tüm zamanların rekorunu kırmıştı—ödemeyi otuz bin yıl geciktirerek.

Taksi, Geçidi yerleştirdiği çıkmazın karşı tarafına yanaştığında, hızla çıktı ve aceleyle içeri ilerledi.

Geçit yok olmuştu.

Orada birkaç dakika boyunca yavaşça ıslık çalarak ve kendi kabiliyetlerini, zihinsel sağlığını vs., kendi aleyhine değerlendirerek dikildi. Karşılıksız çek yazmanın sonuçları, artık o kadar da farazi görünmüyordu.

Koluna birinin dokunduğunu hissetti. “Bana bak ahbap, taksiyi istiyor musun, istemiyor musun? Taksimetre yazıyor.”

“Ha? Ah, tabii.” Şoförü takip etti ve tekrar taksiye bindi.

“Nereye?”

Bu sıkıntılı bir konuydu. Saatine göz attı fakat daha sonra normalde güvenilir olan bu cihazın gösterdiklerinin tamamen kullanılmaz hale getiren bir sürece maruz kaldığını hatırladı. “Saat kaç?”

“İki on beş.” Saatini ayarladı.

İki on beş. Şu anda odasında hatırı sayılır bir eğlence olmalıydı. Oraya gitmek istemedi—en azından şimdilik. Kan kardeşlerinin, Geçitle oynadıkları eğlenceli oyunlar sona ermeden değil.

Geçit!

Geçit dört on beşten sonra bir süre daha odasında olacaktı. Eğer zamanlamayı doğru hesapladıysa—yurda en yakın bağlantı olan “Dördüncü caddeyle Mckinley’nin kesiştiği yere gidelim,” dedi.

Burada taksiciye ücretini ödedi; bavullarını köşedeki benzin istasyonuna sürükledi ve güvenli oldukları konusunda görevliyi temin ederek burada bırakmak için izin aldı. Geçirmesi gereken iki saati vardı. Bir aksaklık yüzünden zamanlamada sorun çıkabileceği için binasından fazla uzaklaşmak istemiyordu.

O civarda henüz icabına bakmadığı bir sorun olduğunu hatırladı—bunu halletmek için yeterli vakti vardı.

İki caddelik mesafeyi neşeyle ıslık çalarak, hızlıca kat etti ve bir apartmana girdi.

211 numaralı kapıyı çaldı; kapı önce aralandı, sonra daha fazla açıldı. “Bob, tatlım! Bugün çalışıyorsun sanmıştım.”

“Merhaba Genevieve. Hiç de değil¬—iki saatlik boş vaktim var.”

Genevieve, omzunun üzerinden arkasına baktı. “Seni içeri alsam mı bilemedim—buraya geleceğini düşünmemiştim. Bulaşıkları yıkamadım, yatağımı yapmadım. Daha şimdi makyaj yapıyordum.”

“Çekingenlik yapma.” Kapıyı iterek tamamen açtı ve içeri girdi.

Dışarı çıktığında saatine baktı. Üç otuz—hâlâ fazla fazla vakti vardı. Yüzünde çok büyük bir iş becermiş gibi bir ifadeyle cadde boyunca yürüdü.

Benzin istasyonundaki görevliye teşekkür etti ve ona bahşiş olarak bir çeyreklik verdi; böylece geriye yalnızca beş senti kalmış oldu. Bozukluğa baktı; kendi kendine sırıttı ve parayı benzin istasyonundaki ankesörlü telefona attı. Kendi numarasını çevirdi.

“Alo,” dendiğini duydu.

“Alo,” diye cevapladı. “Bob Wilson’la mı görüşüyorum?”

“Evet, Kimsiniz?”

“Önemli değil,” dedi ve kıkırdadı. “Yalnızca orada olduğundan emin olmak istedim. Orada olacağını tahmin etmiştim. Isınıyorsun evlat, ısınıyorsun. Alıcıyı sırıtarak yerine bıraktı.

Saat dördü on geçerken, artık daha fazla sabredemedi. Bavulların ağırlığı altında zorlanarak yurda gitti. İçeri girdi ve yukarıda bir telefonun çalmakta olduğunu duydu. Saatine baktı—dört on beş. Bir türlü geçmek bilmeyen bir üç dakika boyunca koridorda bekledi; sonra da güç bela üst kata çıkarak koridor boyunca kendi odasının kapısına doğru ilerledi. Kapıyı açtı ve içeri girdi.

Oda boştu; Geçit hâlâ odadaydı.

Daha fazla beklemeden, sanki ona ulaşana kadar Geçit her an titreşip yok olacakmış gibi bir korkuyla, acele ederek ilerledi ve bavullarını sıkıca kavrayarak içinden geçti.

 

-ooo-

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►