edebiyat

Bir Zamanda Yolculuk Öyküsü: ‘Kendi Çizme Kayışlarından’ (Robert A. Heinlein)

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

VIII

“Senin yirminci yüzyıla dönüp, ikimiz için, bu tarafta bulunamayacak bazı belirli şeyleri bulmanı istiyorum. Bunlar buradaki ülkemizi, ee, kurmamız—evet doğru kelime bu—kurmamız için gerekecek.”

“Ne gibi şeyler?”

“Birçok şey. Sana bir liste hazırladım—belli referans kitapları, belli ticari nesneler. İzninle. Geçidin ayarlarını yapmam gerekiyor.” Yükseltilmiş platformun arkasından içine girdi. Wilson peşinden gitti ve yapının kutuya benzediğini gördü; bir kutu gibi üst tarafı açıktı ve yükseltilmiş bir zemini vardı. Geçit, yapının yüksek kenarları üzerinden görülebiliyordu.

Kontrolleri benzersizdi.

Birbirlerine göre bir dört yüzlünün ana eksenlerini oluşturacak şekilde konumlanmış dört kristal çubuğun üzerinde yer alan dört adet bilye büyüklüğünde renkli küresi vardı. Dört yüzlünün tabanını sınırlayan üç küre, kırmızı, sarı ve maviydi; tepe noktasında bulunan dördüncüsü ise beyazdı. Diktor, “Üç adet mekânsal kontrol, bir de zaman kontrolü,” diyerek açıkladı. “Çok basit. Şimdi-ve-burayı sıfır referansı olarak kabul ederek, herhangi bir kontrolü merkezden uzaklaştırmak, Geçidin diğer tarafını, şimdi-ve-buradan uzaklaştırıyor. İleri veya geri, sağa veya sola, yukarı ve aşağı, geçmişe veya geleceğe—hepsi doğru küreyi, bağlı olduğu çubuk üzerine içeri veya dışarı hareket ettirerek kontrol ediliyor.”

Wilson sistemi inceledi. “Evet,” dedi, “ama Geçidin diğer tarafının nerede olduğunu nasıl anlıyorsun? Ya da ne zamanda? Bir derecelendirme görünmüyor.”

“Buna ihtiyacın yok. Nerede olduğunu görebilirsin. Bak.” Kontrol yapısının alt kısmında, Geçide doğru olan tarafta bir noktaya dokundu. Bir panel ortaya çıktı ve Wilson, burada Geçidin kendisine ait küçük bir görüntüsü olduğunu gördü. Diktor bir ayarlama daha yaptı ve Wilson, görüntüdeki geçidin içini görebildiğini fark etti.

Sanki teleskopun ters ucundan bakar gibi kendi odasına bakıyordu. İki insan figürü seçti ama ölçek, ne yapıyor olduklarını, veya orada hangi versiyonunun bulunduğunu anlayabilmesi için fazla küçüktü—eğer bunlar gerçekten kendisiydilerse! Bunu oldukça rahatsız edici buldu. “Kapat şunu,” dedi.

Diktor söyleneni yaptı ve “sana listeyi vermeyi unutmayayım,” dedi. Elbisesinin kolunu yokladı ve bir kâğıt parçası çıkararak, Wilson’a uzattı. “İşte—al bunu.”

Wilson otomatik bir hareketle aldı ve cebine sokuşturdu. “Şimdi bak,” diye başladı, “nereye gitsem kendimle karşılaşıyorum. Bu hiç de hoşuma gitmiyor. Kaygı verici bir şey. Kendimi bir sürü kobay fare gibi hissediyorum. Bütün bunların ne anlama geldiğini anlamıyorum ve sen yarım yamalak bahanelerle beni şimdi tekrar Geçitten geçirmeye çalışıyorsun. Doğruyu söyle. Bütün bunlar nedir açıkla.”

Diktor’u yüzünde ilk kez öfke ifadesi belirdi. “Sen aptal ve kalın kalın kafalı bir ahmaksın. Sana anlayabileceğin her şeyi anlattım. Tarihteki bu dönem senin kavrayışının tamamen ötesinde. Biraz bile anlar gibi olman haftalar alır. Birkaç saatlik iş birliğin karşılığında sana Dünya’nın yarısını teklif ediyorum, sense burada dikilip itiraz ediyorsun. Kes şunu, sana söylüyorum. Şimdi—seni nereye göndermemiz gerekiyor?” diyerek kontrollere uzandı.

Wilson “O kontrollerden uzak dur!” diyerek panele vurdu. Aklında bir şeyler belirmeye başlıyordu. “Sen kimsin ki zaten?”

“Ben mi? Ben Diktor’um.”

“Kastettiğim şey bu değil ve bunu sen de biliyorsun. İngilizceyi nereden öğrendin?”

Diktor cevap vermedi. Yüzü ifadesizleşti.

Wilson “Söylesene,” diyerek ısrar etti. “Burada değil, bunu anlamak çocuk oyuncağı. Yirminci yüzyıldansın, öyle değil mi?”

Diktor acı bir şekilde gülümsedi. “Bunu anlamanın ne kadar süreceğini merak ediyordum.”

Wilson başını salladı. “Belki çok zeki değilim ama senin düşündüğün kadar aptal da değilim. Haydi. Bana hikâyenin geri kalanını anlat.”

Diktor kafasını salladı. “Bunun bir önemi yok. Ayrıca boşa zaman harcıyoruz.”

Wilson güldü. “Beni acele ettirmek için hep aynı bahaneyi öne sürüyorsun. Elimizde bu varken nasıl zaman harcıyor olabiliriz?” Kontrolleri ve ötedeki Geçidi işaret etti. “Bana yalan söylemediysen, istediğimiz zaman, istediğimiz zaman dilimini kullanabiliyoruz. Hayır, sanırım beni neden acele ettirdiğini biliyorum. Ya bu tarafta benden kurtulmaya çalışıyorsun, ya da yapmamı istediğin şey ölümcül derecede tehlikeli. Ve ben bunu nasıl halledeceğimi biliyorum—sen de benimle geliyorsun!”

Diktor yavaşça “Ne dediğinin farkında değilsin,” diye cevapladı. “Bu imkânsız. Benim burada kalıp kontrolleri ayarlamam gerekiyor.”

“Bunu yapmayacaksın. Beni gönderip, benden kurtulabilirsin. Gözümün önünde olmanı tercih ederim.”

“Söz konusu bile değil,” dedi Diktor. “Bana güvenmen gerekiyor.” Tekrar kontrollerin üzerine eğildi.

“Uzaklaş oradan!” diye bağırdı Wilson. “Geri çekil yoksa yumruğu yersin.” Diktor, Wilson’un tehditkâr yumruğu karşısında, kontrol kürsüsünden tamamen ayrıldı. Her ikisi de yeniden salonun zeminindeyken “İşte. Böylesi daha iyi,” diye ekledi.

Aklında belirmekte olan fikir artık tamamen şekillenmişti. Kontrollerin hâlâ, yirminci yüzyılda yaşadığı—veya yaşamış olduğu—yurttaki odasına ayarlı olduğunu biliyordu. Kontrollerin oradaki ekrandan gördüğü kadarıyla, zaman kontrolü, onu tam olarak başlamış olduğu 1952 yılına götürecek şekilde ayarlanmıştı. Diktor’a, “Orada dur,” diye emretti, “bir şeye bakmak istiyorum.”

Sanki incelemek istiyormuş gibi Geçidin olduğu yere gitti. Oraya vardığında, durmak yerine, geçitten geçti.

Diğer tarafta karşılaştığı şeye, daha önceki—kendi hafızasındaki sırası anlamında “önceki”—iki zaman değişiminde olduğundan daha hazırlıklıydı. Yine de, kişinin kendi kendisiyle karşılaşması her zaman sinirlerini yıpratır.

İşte aynı şeyi tekrar yapmıştı. Kendi odasına dönmüştü, ama karşısında kendisinden iki tane daha vardı. Birbirleriyle meşguldüler; hangisinin hangisi olduğunu anlamak için birkaç saniyesi vardı. Birinin bir gözü mordu ve ağzı yaralanmıştı. Bunun dışında bir de fena halde tıraş olmaya ihtiyacı vardı. Onu bu şekilde aklına yazdı. En azından bir defa Geçitten geçmişti. Diğerinin de bir miktar tıraş olmaya ihtiyacı vardıysa da, kavgaya girmiş gibi bir hali yoktu.

Şimdi kim olduklarını anlamıştı ve nerede olduğunu, ne zamanda olduğunu kavramıştı. Her şey hâlâ felaket şekilde kafa karıştırıcıydı, ancak zaman değişimleriyle olan bir önceki—kendisini hayır önceki değil diye düzeltti¬—diğer deneyimleri sayesinde, ne beklemesi gerektiğini daha iyi biliyordu. Tekrar en başa dönmüştü; artık bu kez bu saçmalığı ilk ve son kez durduracaktı.

Diğer ikisi tartışıyordu. Biri sarhoş bir şekilde sallanarak yatağa doğru ilerledi. Diğeri kolunu tuttu. “Bunu yapamazsın,” dedi.

Wilson bağırdı, “Onu rahat bırak!”

 

-ooo-

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►