bilim

Yeryüzünde Dünya Dışı Varlıklar Gözlemlenmemesine Ait Bir Açıklama (Michael H. Hart)

 

Yeryüzü’nde Dünya Dışı Varlıklar Gözlemlenmemesine Ait Bir Açıklama

 

Yazan: Michael H. Hart
Orijinal adı: An Explanation for the Absence of Extraterrestrials on Earth, 1975.

 

Özet. Şu an Yeryüzü’nde uzaydan gelmiş hiçbir zeki varlık gözlemlemiyoruz. Bu makalede, bu olgunun en iyi şekilde Galakside başka bir ileri uygarlığın bulunmadığı hipotezi ile açıklanabileceği ileri sürülmektedir. Dünya dışı yaratıkların Yeryüzü’nde bulunmamaları ile ilgili tüm alternatif açıklamaların reddedilme nedenleri de verilmiştir.

 

Galaksimizde başka bir yerlerde zeki yaratıklar var mıdır? Sıradan kişiler tarafından astronomlara en sık sorulan soru budur. Bu aptalca bir soru değildir; hatta belki astronomideki sorular arasında en önemli olanıdır. Bu nedenle bu sorunun yanıtları araştırılırken, ilgili tüm gözlemsel verilerin göz önünde bulundurulması gerekir.

Çoğu bilim insanı, aldıkları eğitim nedeniyle, doğrudan ölçümlerden elde edilmemiş herhangi bir bilgiyi göz ardı etme eğilimindedir. Bu, çoğu durumda metafizik argümanların araya sızmasına karşı alınan makul bir önlemdir. Ancak bu yaklaşım burada ele alınan meselede, çoğumuzun, önemi tartışılmaz bir görgül gerçeği göz ardı etmemize neden olmuştur: Şu an Yeryüzü’nde uzaydan gelmiş hiçbir zeki varlık yoktur. (Geçmişte ziyaretçiler olmuş olabilir, fakat bunlardan hiçbiri buraya yerleşmemiş veya burayı kolonileştirmemiştir.) Bu veriye sıklıkla değinileceğinden, buradan sonra buna kısaca ‘A Olgusu’ denecektir.

Tüm olgular için olduğu gibi, A Olgusu için de bir açıklama gerekmektedir. Bu olgu kabul edildiği anda, yukarıda sorduğumuz soruya yanıt niteliği taşıyan bir argüman ileri sürülür. Eğer, diye başlar argüman, Galaksimizde başka bir yerlerde zeki yaratıkları bulunuyor olsaydı, tıpkı bizim Yeryüzü’nü keşfedip, kolonileştirdiğimiz gibi, önünde sonunda uzay yolculuğu gerçekleştirebilme yetisini elde edecekler ve Galaksiyi keşfe çıkıp, kolonileştireceklerdi. Bununla birlikte, (A Olgusu), burada değiller; o halde yoklar.

Bu makalenin yazarı yukarıdaki argümanın temel olarak doğru, ancak yukarıdaki bu görece belirsiz biçimiyle eksik olduğu kanısındadır. Ne de olsa, A Olgusu için başka açıklamalar da söz konusu olabilir, öyle değil mi? Gerçekten de A Olgusu için pek çok farklı çözüm önerilmiştir, ancak bunların hiçbiri yeterli görünmemektedir.

A Olgusu için önerilen diğer açıklamalar aşağıdaki şekilde gruplanabilir:

(1) Dünya dışı ziyaretçilerin, uzay yolculuğunu gerçekleştirilemez kılan birtakım fiziksel, biyolojik veya mühendislik zorluklar nedeniyle şimdiye kadar Yeryüzü’ne gelmemiş olduklarını temel alan tüm açıklamalar. Bunları ‘fiziksel açıklamalar’ şeklinde isimlendirelim.

(2) Dünya dışı varlıkların Yeryüzü’ne şimdiye kadar gelmemiş olmalarını, bunu tercih etmiyor olmalarına dayandıran açıklamalar. Bu kategori aynı zamanda ilgi, motivasyon veya örgütlenme konularındaki eksikliklerine dayanan açıklamalar ile siyasi açıklamaları da içermektedir. Bunlara ‘sosyolojik açıklamalar’ diyelim.

(3) İleri uygarlıkların yakın zamanda ortaya çıktığını ve bizi ziyaret etme yetisine ve isteğine sahip olmalarına rağmen, henüz bunu gerçekleştirecek zaman bulamamış olmaları olasılığını temel alan açıklamalar. Bunları ‘zamansal açıklamalar’ olarak isimlendirelim.

(4) Dünya dışı varlıklar şu an burada gözlemlemiyor olmamıza rağmen, Yeryüzü’nün geçmişte onlar tarafından ziyaret edildiği görüşünü benimseyen açıklamalar.

Bu dört kategorinin yukarıda önerdiğimiz açıklamanın akla yatkın alternatiflerine ait eksiksiz bir liste olması amaçlanmıştır. Bu nedenle, aşağıdaki dört bölümdeki akıl yürütmelerin ikna edici olduğu ölçüde, bizim, Galaksimizdeki tek zeki varlıklar olduğumuz fikri güçlenecektir.

 

Fiziksel Açıklamalar

Apollo 11’in elde ettiği başarıdan sonra, uzay yolculuğunun imkânsız olduğunun ileri sürülmesi garip görünmeye başlamıştır. Yine de, yıldızlararası yolculukla ilgili sorunların Ay’a yapılan kısa bir gezidekinden daha büyük olduğunu da itiraf etmek gerekir; bu nedenle bu sorunların ne denli ciddi olduğunu ve üstesinden gelmenin mümkün olup olmadığını ele almak akla yatkındır.

Yıldızlararası yolculuğun en belirgin zorluğu, yıldızlar arasındaki uzaklıkların büyüklüğü ve dolayısıyla kat etmek için gereken sürelerin uzunluğundan kaynaklanmaktadır. Kısa bir hesaplama dahi bu zorluğu göstermek için yeterlidir: İnsanlı hava araçlarının, veya hatta uzay araçlarının şimdiye kadar erişebildiği en yüksek hızlar yalnızca birkaç bin km s-1 civarındadır. Bununla birlikte, ışık hızının (~bir milyar km s-1) yüzde 10’u ile en yakın yıldızlardan biri olan Sirius’a yalnızca gidiş yolculuğu bile 88 yıl sürecektir. Bu sorunun basit bir sorun olmadığı açıktır; bununla birlikte üstesinden gelmenin birkaç olası yolu bulunmaktadır.

(1) Eğer yolculuğun başlangıcında bulunan kişilerin, yolculuğun sonlandığı anda da makul ölçüde genç olmaları isteniyor ise, bu yolcuların yolculuğun çoğunu bir ‘geçici ölüm’ biçiminde geçirmeleri sağlanarak gerçekleştirilebilir. Örneğin çeşitli ilaçların uygun bir birleşimi yalnızca yolcuların uyutulmasını değil, aynı zamanda metabolizmalarını 100 kat veya daha fazla yavaşlatılmasını da sağlayabilir. Aynı sonuca uzay yolcularını yolculuğun başlangıcında dondurarak ve varış anından kısa bir süre önce çözülmelerini sağlayarak da ulaşılabilir. Sıcak kanlı hayvanları henüz nasıl donduracağımızı ve çözeceğimizi bilmediğimiz doğrudur, ancak, (a) Yeryüzü’nün gelecekteki biyologlarının (veya başka yerlerdeki ileri uygarlıkların biyologların) bunun nasıl gerçekleştirilebileceğini keşfetme olasılığı vardır ve (b) diğer güneş sistemlerinde ortaya çıkacak zeki yaratıklar kaçınılmaz olarak sıcak kanlı olmayabilir.

(2) Tüm zeki dünya dışı yaratıkların bizimle benzer uzunlukta ömürlere sahip olacaklarını varsaymak için bir neden yoktur. (Aslına bakılırsa gelecekte tıp alanında yaşanacak gelişmeler, insanların birkaç bin yıl, hatta daha uzun beklenen yaşam sürelerine sahip olmalarını sağlayabilir.) Yaşam süresi 3.000 yıl olan bir varlık için 200 yıllık bir yolculuk, ömrünün tamamını tek bir şeye adamak değil, aksine bir eğlenceli bir değişiklik olarak görülebilir.

(3) Bu sorunun üstesinden gelmek için önerilmiş olan yüksek ölçüde spekülatif çeşitli yöntemler mevcuttur. Örneğin, (bu yaklaşımdaki zorluklar bana oldukça büyük görünse de) görelilikten kaynaklı zaman genişlemesi etkisinin kullanımı, önerilenler arasındadır. Yahut ‘mürettebatı’ robotlardan ve onlarla birlikte tamamlayıcı olarak varış noktasına ulaşıldıktan sonra çözülecek ve canlı bir nüfus oluşturmak üzere kullanılacak dondurulmuş zigotlardan oluşan bir uzay gemisi de söz konusu olabilir.

(4) Sorunu çözmek için benimsenebilecek en doğrudan ve gelecekteki bilimsel gelişmelere en az bağlı olan yöntem ise tamamlanması birden fazla nesil sürecek olan her yolculuğun başından sonuna dek doğrudan planlanmasıdır. Uzay gemisi yeterince büyük ve konforlu ve sosyal yapı ile düzenlemeler dikkatlice planlanmış ise, bu yöntemin hayata geçirilememesi için bir neden yoktur.

Yıldızlararası yolculuğun önünde bulunduğundan sıkça bahsedilen engellerden biri de gereken enerji miktarlarının büyüklüğüdür. Yalnızca kimyasal yakıtlar söz konusu olduğunda bu sorun aşılamaz olabilir, ancak nükleer enerjinin kullanılması mümkün olduğu takdirde, yakıt gereksinimleri eskisi kadar yüksek görünmeyecektir. Örneğin, ışık hızının yüzde onunda yolculuk etmekte olan bir uzay gemisinin kinetik enerjisi aşağıdaki şekildedir:

\[KE = \left( {\gamma – 1} \right)M{c^2} = \left( {{{\left[ {1,0 – 0,01} \right]}^{ – 1/2}}} \right)M{c^2} = 0,005M{c^2}\quad\quad (d.1)\]

Şimdi, kütlesindeki hidrojenin, helyuma füzyonu ile açığa çıkan enerji miktarı yaklaşık olarak \(0,007F{c^2}\) kadardır. Nükleer enerjili bir roketin mekanik verimliliğinin, prensip olarak, yüzde 60’tan yüksek olması mümkündür [1, 2]. Ancak şu an için, nükleer enerjinin pratikte yalnızca üçte birinin açığa çıkarılarak uzay gemisinin kinetik enerjisine dönüştürülebileceğini varsayalım. Bu durumda gemiyi hızına çıkarmak için gereken yakıt miktarı aşağıdaki şekildedir:

\[0,005M{c^2} = 0,007F{c^2}/3\quad\quad(d.2)\]

Buradan \(F = 2,14M\) ve \(T = 3,14M\) elde edilir, burada \(T\) uzay gemisi ile yakıtın toplam kütlesidir. Geminin önce hızlanması ve daha sonra da yavaşlaması için yeterli miktarda yakıtın bulunması gerekliliği, bir 3,14 çarpanı kadar daha yakıtın bulundurulması ihtiyacını doğurur; bu nedenle başlangıçta \(T = 9,88M\) olmalıdır. Başka bir deyişle gemi, yolculuğuna kendi ağırlığının dokuz katı yakıt ile başlamalıdır. Bu, özellikle yakıtın ucuzluğu ve bolluğu göz önünde bulundurulduğunda oldukça makul bir miktardır. (Purcell [3] tarafından hesaplanan devasa görev yükü-yakıt oranları, yalnızca görelilik etkilerinin göz ardı edilemeyeceği hızlardaki uzay yolculuklarının göz önünde bulundurulmasından kaynaklanmaktadır; \(0,1c\) hızındaki bir yolculuk, çok daha gerçekçidir.) Dahası, yakıt-görev yükü oranını düşürmenin olası bazı yolları da mevcuttur; bunlar arasında (a) ikincil bir gemiden yakıt ikmali yapılması, (b) yıldızlararası uzaydan geçerken H atomlarının toplanması, (c) daha yüksek motor verimlilikleri, (d) biraz daha düşük hızlarda yolculuk edilmesi (örneğin, \(0,10c\) yerine \(0,009c\) ile yolculuk etmek, yakıt-görev yükü oranını 6,5:1 oranına düşürecektir) ve (e) roket dışında tahrik yöntemlerinden yararlanılması bulunmaktadır. Bazı ilgi çekici olasılıklar için bakınız, Marx [4] ve Mallove ve Forward [5] tarafından listelenen diğer makaleler.

Buradan ne yolculuk süresi ne de enerji gereksinimlerinin uzay yolculuğunun önünde aşılmaz engeller oluşturduğu görülmektedir. Diğer taraftan, geçmişte aşağıdakilerden bir veya daha fazlasının uzay yolculuğunu akıl dışı ölçüde tehlikeli hale getirdiği ileri sürülmüştür: (a) kozmik ışınların etkileri, (b) göktaşları ile çarpışma ihtimali, (c) uzun süreli ağırlıksızlığın biyolojik etkileri, (d) öngörülemeyen veya belirsiz diğer tehlikeler. Apollo ve Skylab görevlerinde elde edilen başarılardan sonra bu tehlikelerin hiçbiri uzay yolculuğunu imkânsız hale getirecek kadar büyük görünmemektedir.

 

Sosyolojik Açıklamalar

A Olgusu için önerilen açıklamaların çoğu bu kategoriye dahildir. Bunun tipik bazı örnekleri aşağıdaki gibidir:

(a) Neden dünya dışı varlıkların tıpkı bizim gibi oldukları şeklindeki insan merkezli bir görüşü benimsememiz gerekir? İleri uygarlıklar belki de öncelikli olarak manevi düşüncelerle ilgileniyor ve uzay keşiflerine çıkmak ilgilerini çekmiyordur. (İç Dünya Hipotezi.)

(b) Teknolojik olarak en ileri türler, belki atomik enerjiyi keşfettikten kısa bir süre sonra kendilerini nükleer savaşlar sonucunda yok etmektedir. (Kendini Yok Etme Hipotezi.)

(c) İleri bir uygarlık Yeryüzü’nü belki de bir orman veya vahşi yaşamı koruma alanı muadili şeklinde bir tarafa ayırmıştır. (Hayvanat Bahçesi Hipotezi [6].)

Bu başlıkların çeşitlemelerine (örneğin, dünya dışı varlıkların, maneviyat yerine öncelikli olarak sanatla ilgilenmeleri gibi) ek olarak önerilen birçok farklı açıklama mevcuttur. Bunların hepsini teker teker ele almak mümkün değildir. Bununla birlikte, bu kuramların tamamında ortak bir zayıf nokta bulunmaktadır.

Örneğin, İç Dünya Hipotezini ele alalım. Bu, Vega III sakinlerinin neden M.S. 600.000 yılında Yeryüzü’nü ziyaret etmemeyi tercih etmiş olduklarını tam olarak açıklıyor olabilir. Ancak bildiğiniz gibi, uygarlıklar ve kültürler zamanla değişir. M.S. 599.000’de yaşayan Vegalılar, manevi meselelerle atalarının olduğundan daha az ilgili ve uzay yolculuğuna daha meraklı olabilirler. Benzer bir olasılık M.S. 598.000 ve diğerleri için de söz konusudur. Vegalıların sosyal ve siyasi yapısının, yüzbinlerce yıl geçse bile hiçbir değişim geçirmeyecek kadar katı olduğunu veya temel psikolojik yapılarının, uzay yolculuğuna her zaman ilgisiz kalacakları bir şekilde olduğunu varsaysak bile, artakalan bir sorun vardır. Bu ilave varsayım, Vegalıların neden Yeryüzü’nü hiç ziyaret etmemiş olduklarını açıklıyor olabilir, ancak Procyon VI, Sirius II veya Altair IV’te ortaya çıkan uygarlıkların neden gelmediğini de açıklaması gerekir. İç Dünya Hipotezi—biyolojik, psikolojik, sosyal ve siyasi yapılarından bağımsız—tüm dünya dışı canlı ırkları için, uzay yolculuğu gerçekleştirebilme yetisine eriştikten sonraki tarihlerindeki her an için geçerli varsayılmadığı takdirde, A Olgusuna bir açıklama getirmek için yeterli değildir. Bu varsayım ise akla yatkın değildir ve bu nedenle İç Dünya Hipotezi, yetersiz olduğu için reddedilmelidir.

Bununla birlikte aynı itiraz, önerilen tüm diğer sosyolojik açıklamalar için de geçerlidir. Galaksideki her ırk için, tüm zamanlarda geçerli olduğu gösterilemeyen hiçbir açıklama, A Olgusunu açıklamak için yeterli değildir.

Yukarıdaki itiraz, teknolojik açıdan ileri uygarlıkların çoğunun maneviyata öncelik vereceği, veya kendilerini patlatacağı veya keşif ve kolonileştirme çalışmalarından kaçınacağını öngören, yaygın kabul görmüş bir sosyolojik kuram var olsa dahi geçerlidir. Ancak, aslına bakarsanız, siyaset bilimciler, sosyologlar veya psikologlar tarafından genel kabul gören böyle bir kuram mevcut da değildir. Çünkü tüm bilimsel kuramların, kanıtlar üzerine kurulu olması gerekir ve siyaset bilimcilerin, sosyologların ve psikologların elindeki teknolojik açıdan ileri uygarlıkların davranışlarıyla ilgili kanıtların tamamı—ne kendisini patlatmış, ne kendisini tamamen manevi konularla sınırlamış, diğer taraftan gezegenin her köşesini keşfetmiş ve kolonileştirmiş bir tür olan—insan türüne aittir. (Bunun, dünya dışı varlıkların bizim davrandığımız gibi davranması gerektiğine dair bir kanıt olduğu ileri sürülmemektedir; bunun yerine, çoğu dünya dışı varlığın bizim yaptığımızın tam tersi şekilde hareket edeceğini öngören bir bilimsel kuramın ortaya atılmasını beklemememiz gerektiğini göstermek amaçlanmıştır.)

A Olgusunun sosyolojik açıklamalarına olan bir diğer itiraz da yöntembilimseldir. Açık bir fiziksel olgu ile karşı karşıya kalan astronomların, buna ait—bilinen fiziksel yasalar üzerine kurulu ve gözlemsel veya deneysel sınanmaya açık—bilimsel bir açıklama bulmaya çalışmaları gerekir. Hayvanat Bahçesi Hipotezi, Kendini Yok Etme Hipotezi veya A Olgusunun çözümü olarak ileri sürülen diğer sosyolojik açıklamaların herhangi birinin geçerliliğini sınamak için şimdiye dek önerilmiş olan hiçbir bilimsel prosedür bulunmamaktadır; bu nedenle bu açıklamalardan herhangi birini kabul etmek, soruya olan bilimsel yaklaşımımızın terk edilmesi anlamına gelecektir.

 

Zamansal Açıklamalar

A Olgusunun fiziksel ve sosyolojik açıklamaları reddedilse dahi, şu an burada dünya dışı varlıkların bulunmuyor olmasının, basitçe, henüz bize ulaşacak zamanı bulamamış olduklarından kaynaklanması olasılığı yine de vardır. Bu açıklamanın ne denli akla yatkın olduğuna karar verebilmek için, bir uygarlığın uzay keşif programları işine giriştikten sonra bize ulaşmasının ne kadar sürebileceği konusunda tahmin yürütmemiz gerekir. Bu tür bir tahmini elde etme amacıyla, soruyu tersine çevirerek şunu sorabiliriz: Galakside yıldızlararası yolculuk yapmayı başaran ilk türün biz olduğumuzu farz edersek, Galaksideki belirli bir gezegene ulaşmamız ne kadar zaman alacaktır?

Gelecekte, en yakındaki 100 yıldıza keşif seferleri düzenlediğimizi farz edelim. (Bunların tamamı Güneş’e 20 ışık yılından yakındır.) Bu kolonilerin her biri ileride kendi keşif seferlerini düzenleme potansiyeline sahiptir, ve onların kolonileri de koloniler kurabilir ve bu böylece devam eder. Yolculuklar arasında bekleme olmadığı durumda uzay keşiflerinin sınırı, çapı yaklaşık olarak hızıyla genişleyen bir kürenin yüzeyi ile ifade edilebilir. Bu hızla, 650.000 yıl içinde Galaksinin büyük bölümü kat edilmiş olacaktır. Yolculuklar arasındaki süre, büyüklük olarak tek bir yolculuk ile aynı mertebede olduğu takdirde, Galaksiyi kat etmek için gereken süre, kabaca iki katına çıkar.

Öyle görünüyor ki Galaksimizde başka ileri uygarlıklar varsa, uzay keşiflerine 2 milyon yıldan daha kısa bir süre önce başlamadıkları takdirde, bize ulaşmak için bol bol zamanları olmuş olmalıdır. (Güneş’in kazara gözden kaçması ihtimali dikkate değer değildir. Yakınlardaki bir gezegen sisteminin sakinleri bizi göz ardı etseler bile, birkaç bin yıl içinde kolonilerinden biri veya yakınlardaki diğer bir gezegen sistemi, Güneş Sistemi’ni ziyaret edecektir.)

Şimdi, Galaksimiz ~1010 yaşındadır. Bu nedenle A Olgusunun zamansal açıklamasını kabul edebilmek için (a) Galaksimizde yıldızlararası yolculuk işine girişme eğilimi ve yetisi olan ilk türün ortaya çıkışının yaklaşık olarak (bir zaman-birimi ≡ 2 x 106 yıl olmak üzere) 5.000 zaman-birimi kadar zaman aldığını; fakat (b) böyle ikinci bir türün (örneğin, bizim) 1 zaman-biriminden daha kısa bir süre sonra ortaya çıktığını varsaymamız gerekir.

Açıkçası bunun için oldukça dikkate değer tesadüflerin bir araya gelmesi gereklidir. Bu nedenle zamansal açıklama, kuramsal olarak mümkün olsa da, son derece olasılık dışı olarak ele alınmalıdır.

 

Belki de Önceden Geldiler

Bu kuramın birkaç versiyonu mevcuttur. Bunlar arasında muhtemelen en yaygınca benimseneni, uzaydan gelen ziyaretçilerin oldukça yakın bir zamanda (sözgelimi, son 5.000 yıl içinde) geldikleri ancak buraya yerleşmedikleri hipotezidir. Bu hipotezin savunucularının sıklıkla uzaylıların Yeryüzü’nü ziyaretinin göstergeleri olduğunu ileri sürdükleri çeşitli ilginç arkeolojik bulgular söz konusudur.

Bu hipotezin zayıf yönü ise, Yeryüzü’nün neden daha erken bir dönemde ziyaret edilmemiş olduğunu açıklayamamasıdır.

(a) Eğer dünya dışı varlıkların bizi uzun bir süredir ziyaret edebilecek yetilere sahip oldukları varsayılırsa, bu durumda Yeryüzü’ne olan yolculuklarını neden bu kadar uzun bir süre boyunca ertelemiş olduklarını açıklamak için sosyolojik bir kurama başvurmak gerekir. Ancak bu türden herhangi bir sosyolojik açıklama, yukarıda tarif edilen zorlukların aynılarından mustarip olacaktır.

(b) Diğer taraftan, dünya dışı varlıkların bizi ellerinden gelen en kısa süre içinde ziyaret etmiş olduklarının varsayıldığını farz edelim. Bunun, bizim kendi uzay çağımızın başlaması ile aynı 5.000 yıl içinde (yani, bir zaman-biriminin yalnızca 1/400’ü kadarlık bir süre içinde) gerçekleşmiş olması, bir önceki bölümde tartışılmış olandan bile daha büyük bir tesadüfü gerektirecektir.

Bu kuramın bir başka versiyonu ise Yeryüzü’nün uzaylılar tarafından çok daha önce, söz gelimi 50 milyon yıl kadar önce ziyaret edilmiş olduğu şeklindedir. Bu versiyon için herhangi bir zamansal tesadüfün gerçekleşmiş olması gerekmez. Ancak, bir kez daha, aradan geçen yıllar içinde diğer hiçbir dünya dışı varlığın Yeryüzü’nü ziyaret etmeyi düşünmemiş ve burada kalmayı tercih etmemiş olduğunu açıklayabilmek için bir sosyolojik kurama başvurmak gerekir. Elbette yalnızca yüzde 50 (veya hatta yüzde 90) olasılığı olan öneriler, A Olgusunu açıklamak için yeterli olmayacaktır. (Örneğin, dünya dışı varlıkların çoğunun Yeyüzü’nü yalnızca ziyaret etmek istemesi, ancak kolonileştirme isteklerinin bulunmaması şeklindeki bir hipotez, yetersizdir. Kolonileştirmenin gerçekleşmemiş olması için, kolonileştirme şansı bulunan uygarlıkların tümünün bunu tercih etmemiş olması gerekir.)

‘UFO Hipotezi’ olarak isimlendirebileceğimiz bir üçüncü versiyon ise, dünya dışı varlıkların yalnızca Yeryüzü’ne gelmiş olmakla kalmayıp, aynı zamanda halihazırda burada oldukları şeklindedir. Bu versiyon, A Olgusunun bir çözümünden ziyade, reddedilişidir. UFO Hipotezine inanan pek az sayıda astronom olduğu için, benim şahsi inanmama nedenlerimi sıralamam gerekli görünmemektedir.

 

Çıkarımlar ve Tartışmalar

Son yıllarda bazı astronomlar Galaksimizde zeki yaşamın son derece yaygın olduğunu ileri sürmüşlerdir: (a) Yıldızların büyük bir yüzdesinin gezegen sistemlerine sahip olduğu, (b) bu sistemlerin çoğunun Yeryüzü-benzeri gezegenler içerdiği, (c) bu tür gezegenlerin çoğunda yaşamın ortaya çıktığı ve (d) ve bu gezegenlerin önemli bir bölümünde zeki yaşamın evrimleştiği iddia edilmiştir [7]. Bu iyimser çıkarımlar birçok kişinin, (1) yıldızlararası yolculuk yapacak nesillerimizin, diğer ileri uygarlıklarla er ya da geç karşılaşmasının kaçınılmaz olduğuna ve (2) diğer uygarlıklarla radyo iletişiminin kurulmak üzere olduğuna inanmasına yol açmıştır.

Bunlar gerçekten de heyecan verici beklentilerdir, hatta o kadar ki bu istekli umutlar, bizim, tahminlerin doğru olma olasılığını olduğundan fazla algılamamıza neden olabilir. Diğer taraftan, binlerce uygarlığın Galaksimiz boyunca yayılmış olduğu fikri, A Olgusunun ışığında maalesef akla yatkın görünmemektedir. Evrimleşen bir, iki uygarlığın kendi kendilerini nükleer savaşlarda yok etmiş olmaları mümkün olmasına rağmen, 10.000 uygarlığının tümünün bunu yapmış olması akla yatkın değildir. Nesillerimizin bir vadede yıldızlararası yolculuk ile ilgilenmemiş birkaç uygarlık ile karşılaşması mümkün olmakla birlikte, bu uygarlıkların sayısı o denli küçük olacaktır ki, pekâlâ sıfır olarak düşünülebilir.

Bu makalenin temel tezi doğru ise, buradan iki sonuç çıkar: (1) Diğer uygarlıklardan gelecek radyo sinyalleri için geniş çaplı aramalar gerçekleştirmek muhtemelen bir para ve zaman kaybıdır ve (2) uzun vadede, Galaksideki yaşanabilir gezegenlerin çoğunu doğrudan bizimkinden gelen kültürler işgal edecektir.

Bu makalede ulaşılan sonuçlar, Galaksimizdeki yıldızların muazzam sayısı göz önünde bulundurulduğunda oldukça şaşırtıcı görülebilir. Zeki yaşamın neden diğer gezegenlerden önce Yeryüzü’nde ortaya çıktığını sorgulamak doğaldır. Biyokimya, gezegen oluşum dinamikleri ve atmosfer evrimi gibi alanlarda gelecekte yapılacak araştırmalar, bu soruya tatmin edici yanıtlar sağlayabilir. O zamana kadar, A Olgusu, bizim Galaksimizdeki ilk uygarlık olduğumuza dair güçlü bir kanıt oluşturmaktadır; neden bizim ilk olduğumuz henüz bilinmemesine rağmen…

 

Kaynaklar

(1) Von Hoerner, S., 1962. Science, 137, 18-23.

(2) Marx, G., 1963. Astr. Acta, 9, 131-139.

(3) Purcell, E., 1963. Interstellar communication, Chapter 13, ed. A. G. W. Cameron, Benjamin, New York.

(4) Marx, G., 1966. Nature, 211, 22-23.

(5) Mallove, E.F. & Forward, R.L., 1972. Bibliography of interstellar travel and communication, Research Report 46o, pp. 16-21, Hughes Research Laboratories, Malibu, California.

(6) Ball, John A., 1973. Icarus, 19, 347-349.
URL: //bilimvesaire.com/2017/07/bilim/hayvanat-bahcesi-hipotezi-nedir/

(7) Shklovskii, I.S. & Sagan, C., 1968. Intelligent life in the Universe, Chapter 29, Holden-Day, San Francisco.

-oOo-