Transhümanizm (Julian Huxley)
Transhümanizm
Yazan: Sir Julian Huxley
Orijinal başlığı: Transhumanism, 1957.
Evren, bin milyar yıllık evrimin bir sonucu olarak kendisi hakkında bilinçlenmeye, geçmişini ve olası geleceğini kısmen anlayabilmeye başlıyor. Bu kozmik öz farkındalık evrenin yalnızca küçücük bir parçasında –biz insanların birkaçında– ortaya çıkıyor. Aynısı belki başka yerlerde, başka yıldızların gezegenlerinde yaşayan bilinçli yaratıkların evrimiyle de gerçekleşmiş olabilir. Ancak bizim gezegenimizde daha önce hiç gerçekleşmedi.
Bu gezgendeki evrim, yeryüzünü (ve evrenin geri kalanını) oluşturan maddelerce yaratılan her zaman yeni olanakların gerçeğe dönüşüşünün; yaşamın; gücün, hızın ve farkındalığın; kuşların uçuşunun ve arılar ile karıncaların toplumsal düzenlerinin; renklerin, güzelliğin, iletişimin, anne bakımının ve zekâ ile içgörünün başlangıcıyla birlikte, zihnin, insan henüz ortalarda bile yokken ortaya çıkışının tarihidir. Son olarak da kozmik saatin son birkaç vuruşunda tamamen yeni ve devrimsel bir şeyin, kavramsal düşünme ve dil, öz-bilinçli farkındalık ve amaç, bilinçli deneyimleri biriktirme ve paylaşma yetileriyle insanların ortaya çıkışının tarihidir. Gerçekten de insan türünün, bin milyon yıl önce yaşamış mikroskopik tek hücreli hayvanlardan, onların da tıpkı taş ve metal parçalarından farklı olduğu kadar kökten farklı olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Evrene ilişkin yeni anlayışımız son yüz yılda –psikologlar, biyologlar ile öteki bilimlerden insanlar, arkeologlar, antropologlar ve tarihçiler tarafından– toplanan yeni bilgiler sayesinde ortaya çıktı. Bu, insanın sorumluluğunu ve yazgısını belirledi: Dünyanın geri kalanının, doğasındaki gizilgüçlerini olabildiğince eksiksiz gerçekleştirebilmesi işinin öznesi olmak.
İnsanlık sanki bir anda, isteyip istemediği bile sorulmadan, uygun bir uyarı veya hazırlığı olmaksızın var olan en büyük işin, evrim işinin yöneticiliğine atanmış gibi. Dahası, bu işi geri çeviremez de. İstesin istemesin, yaptıklarının bilincinde olsun olmasın, yeryüzündeki evrimin geleceğini belirlediği bir gerçek. Bu, onun kaçınılmaz yazgısı ve ne kadar erken bunun farkına varır ve buna inanmaya başlarsa, herkes ve her şey için o kadar iyi olur.
İşin özü şu: İnsanlığın, bireyler olarak olsun toplumlar veya tür olarak olsun, zamanın koridorları boyuncaki ortak maceramızdaki olanaklarının eksiksizce gerçekleştirilmesi. Son bireye dek her birimiz, yalnızca bir gizilgüç zerresi, küre şeklinde mikroskopik bir yumurta hücresi olarak yaşama başlarız. Doğumdan önceki dokuz ay boyunca, bu, otomatik olarak gerçekten mucizevi bir organizasyonlar yelpazesine dönüşür: Birey, doğumun ardından süren otomatik büyüme ve gelişimin yanısıra bir kişilik kurarak, özel yetenekler geliştirerek, farklı türden bilgiler ve beceriler edinerek, toplumu sürdürmede üzerine düşeni yaparak zihinsel olanaklarını gerçeğe dönüştürmeye başlar. Bu doğum sonrası süreç otomatik veya önceden belirlenmiş değildir. Durumlara ve bireyin kendi çabalarına göre birçok farklı yönde ilerleyebilir. Yetileri, aşağı yukarı eksiksiz bir ölçüde gelişebilir. Ortaya çıkan sonuç tatmin edici de bunun tam tersi de olabilir; özellikle de kişilik gerçek bir bütünlüğe ulaşmada son derece başarısız olabilir. Kesin olan bir şey var, o da tam gelişmiş tam bütünleşmiş bir kişiliğin, evrimin en yüksek ürünü olduğu, evrende bildiğimiz en dolu gerçekleşme olduğudur.
İnsan türünün, kendisine atanan kozmik göreve hazırlanmak için yapması gereken ilk şey, insan doğasını keşfetmek, hangi olanakların (kuşkusuz, doğası gereği veya dış nitelikli olgularca belirlenen sınırlamalar da dahil olmak üzere) kendisince ulaşılabilir olduğunu bulmaktır. Yeryüzünün coğrafi keşiflerini neredeyse tamamladık; hem canlı hem cansız doğanın bilimsel keşiflerini, ana hatlarının netleşeceği kadar ilerlettik; bununla birlikte, insan doğasının ve olanaklarının keşfi daha yeni başladı. Engin bir keşfedilmemiş olanaklar dünyası Kolomb’unu bekliyor.
Geçmişteki büyük insanlar bize kişilik, entelektüel kavrayış, manevi başarı ve sanatsal yaratım konusunda olanaklı olana ilişkin kısacık bakışlar sağladılar. Ancak bunlar yalnızca birer Pisgah[1] bakışlarından fazlası değildi. Bize gereken, tıpkı fiziksel coğrafyada olduğu gibi, insancıl olanaklar diyarının tümünü keşfetmek ve haritalandırmaktır. Sıradan canlılar için nasıl yeni olanaklar yaratabiliriz? Sıradan insanın anlayışa, hazza ilişkin gizil yetilerini ortaya çıkarmak için; insanlara manevi deneyimlere ulaşma tekniklerini öğretmek için (sonuç olarak kişi, dans ve tenis tekniklerini edinebiliyorsa, manevi coşkunun ve ruhsal huzurunkini neden edinemesin); büyüyen çocukları yıldırmak veya yanlış yönlendirmek yerine, onların doğal yeteneklerini ve zekâlarını geliştirmek için ne yapabiliriz? Resim yapmanın ve düşünmenin, müziğin ve matematiğin, oyunculuğun ve bilimin oldukça sıradan erkek ve kız çocukları için –doğru yöntemler benimsendiği takdirde– gayet anlamlı hale gelebileceğini biliyoruz. En talihli kişilerin bile kapasitelerinin çok altında kaldığının ve insanların çoğunun zihinsel ve manevi verimliliklerini ancak çok düşük bir oranda geliştirebildiğinin farkına varmaya başladık. İnsan ırkı, gerçekten de, keşif ruhuna meydan okuyan engin bir gerçeğe dönüşmemiş olanaklar diyarıyla çevrilidir.
Bilimsel ve teknik keşifler, tüm dünyadaki sıradan insanlara bir fiziksel olanaklar kavrayışı sağladı. Yoksul kitleler, bilim sayesinde, kimsenin süreğen şekilde aç veya hasta veya bilimin teknik ve pratik uygulamalarının yararlarından yoksun kalmasının gerekmediğine inanmaya başladı.
Dünyadaki huzursuzluk büyük ölçüde bu inanca dayanıyor. Bilim, fiziksel sağlık ve maddi yaşam standartlarını yükselme olasılığını gözler önüne serdiğinden beri, insanlar, normalin altındaki standartlarda yaşama katlanmamaya kararlı hale geldi. Bu huzursuzluk durulmadan önce kimi nahoş sonuçlar doğuracak; ama bu, yine de özünde yararlı bir huzursuzluk, insan yazgısının fizyolojik temellerini atıncaya dek durulmayacak dinamik bir kuvvet.
Bilince ve kişiliğe açık olanakları keşfettiğimizde ve bunlara ilişkin bilgi birikimi ortak mülkiyete dönüştüğünde, yeni bir huzursuzluk kaynağı ortaya çıkmış olacak. İnsanlar, doğru önlemler alındığı takdirde, kimsenin gerçek doyumdan yoksun kalmasının veya standardın altında bir doyuma mahkûm olmasının gerekmediğini fark edecekler. Bu süreç de nahoş bir şekilde başlayacak ancak yararlı bir şekilde sonuçlanacak. Olanaklarımızı gerçekleştirmemizi önleyen (hatta gerçeğe dönüştürülebilecek olanaklar olduğunu dahi yadsıyan) fikirlerin ve kurumların yok edilişiyle başlayacak ve insanlığın gerçek yazgısının inşasının en azından başlatılmasıyla sürecek.
İnsan yaşamı şimdiye dek genel olarak Hobbes’un sözleriyle “kötü, kaba ve kısa” oldu; insanların büyük bir çoğunluğu (kuşkusuz genç yaşta ölmedilerse) şu veya bu acıdan –yoksulluk, hastalık, sağlıksızlık, aşırı çalışma, acımasızlık, baskı– muzdarip oldu. Sefaletlerini, umutları ve idealleriyle hafifletmeye çabaladılar. Sorun şu ki, bu umutlar genellikle boştu ve idealler de genellikle gerçeklikle uyuşmuyordu.
Olanakların ve bunların gerçeğe dönüşmesi için gereken tekniklerin, coşkuyla olsa da bilimsel şekilde keşfedilmesi, aslında ne kadarının gerçekleşebilir olduğunu göstererek umutlarımızı akılcı bir hale getirecek ve ideallerimizin gerçeklik çerçevesine oturmasını sağlayacaktır.
Bu olanaklar diyarının var olduğuna ve varoluşumuzdaki mevcut sınırlamaların ve acınası düş kırıklıklarının büyük ölçüde aşılabileceğine şimdiden haklı olarak inanabiliriz. Daha şimdiden, tarihten bildiğimiz şekliyle insan yaşamının cehaletten kaynaklanan berbat bir eğretilik olduğuna ve bunun, tıpkı fiziksel doğa üzerindeki bilime dayanan modern kontrolümüzün, atalarımızın batıl inançlara ve mesleki sırlara dayanan kesinlikten uzak acemiliklerini aşmış olduğu gibi, bilgi ile kavrayışın sağladığı aydınlanmanın getireceği bir varoluş durumuyla aşılabileceğine inanmakta haklıyız.
Bunu gerçekleştirmek için, fiziksel çevremizde halihazırda büyük ölçüde gerçekleştirdiğimiz gibi, daha uygun bir toplumsal çevre yaratma olanaklarını araştırmamız gerekir. Buna, yeni öncüllerle başlayacağız: Örneğin, güzelliğin (keyfine varılacak ve gurur duyulacak şeylerin) vazgeçilmez olduğu ve dolayısıyla çirkin veya bunaltıcı şehirlerin ahlakdışı olduğu; hedeflememiz gerekenin insanların salt niceliği değil, niteliği olduğu ve dolayısıyla daha iyi bir dünyaya ilişkin umutlarımızı yerle bir etmemesi için mevcut nüfus artışı seline karşı ortaklaşa yürütülecek politikalara gerek olduğu; gerçek anlayışın ve hazzın, işlerimizden rahatlama sağlayan araçlar olmalarının yanısıra kendi başlarına birer amaç olduğu ve dolayısıyla eğitim ile öğrenim tekniklerinin araştırılması ve tümünün ulaşabilir kılınması gerektiği; nihai doyumun, iç yaşamın derinliğinden ve eksiksizliğinden geldiği ve dolayısıyla manevi gelişim tekniklerinin araştırılması ve tümünün ulaşılabilir kılınması gerektiği; hepsinden önemlisi de, kozmik görevimizin –kapasitemizin gerçeğe dönüşmesi ve kullanılmasıyla ulaşılacak biri kendimize karşı, topluma olan hizmette, gelecek nesillerin esenliğini artırmada ve türümüzü bir bütün olarak ilerletmeyle ulaşılacak bir öteki de başkalarına karşı olmak üzere– tamamlayıcı iki parçası olduğu.
İnsan türü, istediği takdirde, burada bir şekilde bir birey, şurada başka bir şekilde başka bir birey gibi gelişigüzel olarak değil, bir bütün halinde insanlık olarak kendini aşabilir. Bu yeni inanca bir ad koymamız gerek. Belki transhümanizm diyebiliriz: İnsan olarak kalan, ancak insan doğasının yeni olanaklarını gerçeğe dönüştürerek kendisini aşan insan.
“Transhümanizme inanıyorum”: İnsan türü, bunu gerçekten inanarak söyleyebilen yeterince insan olduğunda, bizim, Pekin insanından farklı olduğumuz kadar farklı yeni bir tür varoluşun eşiğine gelecek. İnsanlık gerçek yazgısını artık bilinçli şekilde gerçekleştiriyor olacak.
-oOo-
Notlar
[1] İncil’de Tanrı’nın Musa’ya Pisgah tepesinden vadedilmiş toprakları göstermesine göndermede bulunuyor (Yasa’nın Tekrarı 34:1-5)–çn. geri=>