felsefe

Jacques Derrida Kimdir? (The School of Life) | Video

 

The School of Life bu videosunda 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden biri olan Jacques Derrida’nın yaşamını ve düşüncelerini inceliyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Jacques Derrida son dönem Fransız entelijansiyasının en ünlü, en tartışmalı ve en ünlü simalardan biridir. “Yapısökümü” olarak adlandırdığı, edebi çalışmalar başta olmak üzere bir çok akademik alana dair anlayışımızı temelden değiştiren bir felsefe yarattı.

Derrida 1930’da, o zamanlar Fransız sömürgesi olan Cezayir’in bir banliyösü olan El Biar’da doğdu. Ailesi Yahudi, babası yerel bir şarap firmasında tezgâhtardı. Başlarda okul hayatında pek istekli değildi ve profesyonel bir futbolcu olma hayalleri besliyordu. 1942’de, işbirlikçi Fransız Vichy rejiminin çıkardığı yeni yasalarca, tıpkı diğer tüm Yahudi çocuklar gibi, Derida da, okuduğu liseden zorla uzaklaştırıldı ve zamanın çoğunu evde, annesiyle birlikte geçirdi.

Cezayir’deki çoğunluğu Müslüman olan nüfusun anti-semitizminden çok çekti ve üç dinin bağlantı noktasında aşağı bir konuma sahip olma tecrübesi onu derinden etkiledi. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam. Hepsi de hakikati söylediğini iddia ediyor, ancak hiçbiri ötekine saygı duymayı bilmiyordu.

1949’da, 19 yaşındayken, saygın bir okul olan École Normale Supérieure’a girebilmek için Paris’in yolunu tuttu. Son derece zeki bir öğrenciydi, ancak bir o kadar da tuhaftı. Hayli seçkin bir eğitime sahipti, yine de bir Cezayir Yahudi’si statüsünde, Fransız metropolünün tümüyle kıyısındaydı.

Derrida otobiyografik bir yazar değilse de, onun çalışmalarını, bağnazlık ve dışlanmaya karşı doğrudan verilmiş oldukça soyut bir cevap olarak okumamak çok zordur.

1960ların sonundan itibaren, Derrida, adını duyurduğu fikirlerini geliştirmeye başladı. Kısa zamanda, Avrupa ve Amerika çapında ünlü bir entelektüel haline geldi. Son derece zevkli pardösüleri ve saçlarıyla göz alıcı, yakışıklı bir adam. Zengin, çeşitli ve karmaşık bir aşk hayatı vardı. 1980’de tamamen uydurma bir uyuşturucu kaçakçılığı suçuyla tutuklandı, fakat hem devlet başkanı hem sağ ve sol siyasiler tarafından arka çıkıldı.

Snooker (bir tür bilardo) oynamaya bayılıyor ve öğle sonlarını bu oyuna adıyordu, hem de üstün meziyetlerini sergileyerek. 2004’te pankreas kanserinden öldüğünde 74 yaşındaydı.

Derrida, tamamı da kavranması zor ve zekâ dolu 40 kitap yazdı. Fakat onun bizim için önemi, kendisinin sıkça kullandığı, kulağa tuhaf gelen şu üç terim incelenerek ortaya konabilir: Yapısökümü, Aporia ve Söz-merkezcilik.

Bu süslü lügatçenin ardında, kritik derecede önemli fikirler yatar. Yapısökümü, çoğunlukla Derrida ile ilişkilendirilen bir kavramdır. O bu kelimeyi, kendisinin düşünme biçimini tanımlamak için kullanır, her ne kadar başkalarının bu terimi kullanırken onun kastettiğini yanlış anladıklarını sık sık düşünse de. Özünde, Yapısökümü bizim herhangi bir fikre olan aşırı sadakatimizi parçalarına ayırma ve o fikrin karşıtında gömülü bulunan hakikatin veçhelerini görmek anlamına gelir.

1967’de Derrida ilk büyük yapıtını yayımladı: “Gramatoloji”. Konusu anlaşılır görünse de, kitap gerçekte çok daha tuhaf, hatta okuması güçtü. Derrida, Socrates’ten bu yana batı filozoflarının, otantik iletişim olarak görünen sistematik konuşmalarının, insanların sözlerinin tek belgesi ve karşılıklı konuşma ile etkileşimin eksik olduğu ikinci el rapor olarak görülen yazıdan öncelikli gördükleri kanaatindeydi. Kendi içinde, bunun oldukça acil bir durum hissi olduğu açığa çıkıyordu ancak Derrida’nın çalışmasının dramatik yönü, onun bu iddiasından geliştirdiği daha büyük bir fikirden gelir.

Onun kapsayıcı tutkusu, muazzam derecede sıkıntılı bir öneriyi ileri götürmek içindir. Ama bir kere bunu yakından incelemeye başladığımızda, haksız, faydasız ve bir şeyi ötekine kıyasla ayrıcalıklı tuttuğumuz neredeyse tüm düşüncelerimiz delik deşik olur.

Söylev, yazmaya nazaran önceliklidir, akıl, tutkuya, erkekler, en azından çok uzun bir zaman boyunca kadınlara, sözcükler, resimlere görmek, dokunmaya nazaran önceliklidir. Derrida’nın alt ettiği düşünceyse, bu “önceliklerin” denklemde daha az öncelikli olduğu varsayılan gerçekleri ve değerleri görmekte çuvalladığıdır.

Derrida, öyle her şeyin değersiz olduğu nihilist bir noktaya da varmıyordu. O aslında bizim temelden karşı çıktığımız şeylerde göz ardı edilen karşıtlıkların sevilmeye ve dikkat kesilmeye değer olduğunu vurguluyordu.

40 kitabında da, Derrida önemli ikili terimlerden oluşan koca bir diziyi yapısökümüne uğrattı. Akıl ve arzu, erillik ve kadınsılık, menfaat ve cömertlik, yüksek kültür ve düşük kültür. Umut ettiği şey, bu terimlerin altında yatan kimi çatışmalarla daha akıllıca yaşamayı öğrenebileceğimiz, iki tarafın da bir şeyler bildiğini, iki tarafın da bir nebze yanıldığını, iki tarafın da birbirine ihtiyacı olduğunu ve aralarındaki gerilimin zorunlu olarak he zaman değişmez olduğunu kanıtlayacağını görebileceğimizdi.

Derrida Yapısökümü’nü hep geleneğe ve serbest piyasaya saldırıyormuş ve solcu eşitlikçi bir gündem teşvik ediyormuş gibi görülebilir, fakat aslında bundan çok daha zekicedir. Örneğin, eşitlik anlayışını yapısökümüne uğratırken, Derrida, modern liberal bir aksiyom sayılabilse de, eşitliğin eşitsizlikten her zaman iyi olduğu savının aslında tutarsız ve belirsiz olduğunu öne sürer ve bildiğimiz en iyi insan durumunun açıkça eylemdeki eşitlik olmadığının altını çizer.

Adanmış bir profesör ve bir baba olan Derrida, öğrenciler ve hocaları, çocuklar ve ebeveynleri üzerine oldukça güzel ve uzun uzun yazdı. Bir fikri yapısökümüne uğratmak, onun karmakarışık olduğunu, mantıksal hatalarla delik deşik edildiğini, ve düzensizliğini sürekli aklımızda tutmak zorunda olduğumuzu göstermektir.

Derrida, her sorunun ardında iyi ve saf bir çözümün olduğunu düşünme eğilimimizi eleştiriyordu. Biz ona göre, kesin cevapları olmadan yaşamaya yazgılı yaratıklar sunarız, ve onlara duyulan karşı konulmaz arzu, sıkıntılarımızın kaynağıdır. O, bizim bu ilkel basitlik sevgimizi tedavi etmek ve bizi bilgeliğin çalkantılı doğasıyla kalıcı olarak memnun kılmak istedi. Mesela, kapitalizm ve sosyalizm ya da aşk ve seks arasındaki ilişkiye dair kafamızın karışabileceği ancak asla bu konularda bir sonuca varmak için acele etmememiz gerektiğini ileri sürdü. Bu eşitliklerin iki tarafı üzerine de söylenebilecek yararlı şeyler vardır.

Netice itibariyle, kapitalizmin hem görkemli hem günahkâr olması yahut aşk ve seksin hem sıkı sıkıya bağlı hem de hiçbir bağının olmaması aldatmayla boğuşmaktan ve gerçekliğin sürekli değişen doğasından kaçınmaktır. Bu kavramların etrafında kafası karışmış ya da kararsız olmak zayıflığın yada aptallığın bir işareti değildir. Derrida için bu, olgunluğun asli unsurudur.

Derrida’nın taktiği, bu koşulu göz alıcı kılmak ve kullanıma yeniden soktuğu hoş bir Yunanca sözcüğe olumlu bir tını vermektir: Aporia: Çıkmaz ya da muamma. Aporia’yı, tanımaktan gurur duyduğumuz ve düzenli olarak ziyaret ettiğimiz bir ülke olarak açıklıyordu.

Ne karmaşa ne şüphe ne de yüz kızartıcı ölümler Derridacı dünya görüşünde son bulmaz. Onlar basitçe zihnin yetişkinliğinin kanıtıdır.

Derrida’nın eleştirisinin ana hedeflerinden biri, Söz-merkezcilik dediği bir düşünme biçimidir. O, bundan, iletişimin doğal ve en iyi yolu olarak dildeki bir inanışın dayanak oluşturduğu, akla, mantığa ve açık tanımlamaya dair tez canlı, naif bir adayışı anlar. Müzik ve sanata aşık olan Derrida, hissettiğimiz en önemli şeylerin çoğunun, bir söz-merkezcinin unutmaya meyilli olduğu için asla sözlü yada yazılı sözcüklerle ifade edilemeyeceğine vurgu yaptı.

Derrida’yı özellikle ilgilendiren bir söz-merkezcilik örneği de IQ fikrinin itibarıydı; temelde bir insanın mantık sorularını çözme becerisini ölçen, fakat zekânın öteki bir çok niteliğini göz ardı eden, örneğin bize bir insanın dostluk kurma, ebeveyn olma, eğlenme ya da duygularını yönetme kapasitesi hakkında çok az şey anlatan bir şey.

Derrida için bazı insanlar geometrik dizileri tamamlamakta o kadar da parlak olmayabilir, fakat bu bize onların bir evlilikte, bir işte, bir tatilde ya da bir partide başarılı olma yetenekleri hakkında çok az şey söyler.

Tüm bunların önemini Derrida çok iyi anladı. Dünyanın en iyi üniversitelerinde dersler veren muteber bir profesör olan, aynı zamanda snooker ve futbol aşığı Cezayirli bir Yahudi olan Derrida, modern entelektüel dünya görüşünün tüm kuruluşlarında şüphe uyandırıyordu.

Tıpkı çoğu önemli düşünür gibi, Derrida da belirli ölçüsüz tavırlara bir düzeltici olarak el üstünde tutuluyordu. Onun işi, akla ve kısa-açık cevaplara adanmışlıktır. Derrida hiyerarşileri tümüyle kaldırmak istemiyordu. Sevecenliğin gaddarlıktan, nüktenin anlayışsızlıktan, cömertliğin cimrilikten üstün olması gerektiğinin doğru olduğunu biliyordu. Ama o, karşıtları keyfi olabilen statülerinden zevk alırken ne kadar sıklıkla bu şeyleri, insanları ve fikirleri farkında olmadan kafamızdan kovduğumuzu anlamıştı.

Her şeyden iyisi de, Derrida tevazunun ve sabrın sesidir; bizden çok kolayca gözümüzden kaçan bu düşüncelerde bir değer olabileceğini görmemizi, ve hep herhangi bir tartışmanın diğer tarafının da neden hoş olabileceğini merak etmemizi isteyen; kısacık bir an için bile olsa…

 

-oOo-