felsefe

Martin Heidegger Kimdir? (The School of Life) | Video

 

The School of Life bu videosunda 20. yüzyılın anlaşılması en zor düşünürlerinden biri olan Martin Heidegger’in yaşamını ve düşüncelerini inceliyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Şüphesiz ki Martin Heidegger yaşamış tüm Alman filozoflar arasında en anlaşılmazıdır. Varlık ve Zaman isimli başyapıtının düz yazı metnine hiçbir şey rakip olamaz; bu metin karmaşık birleşik sözlerle doludur; Seinsvergessenheit, Bodenständigkeit, Wesensverfassung gibi. Fakat jargonun altında, Heidegger yalın, hatta bazen oldukça basit olan hayatlarımızın anlamıyla ilgili gerçeklerden, zamanımızın hastalıklarından ve özgürlüğe giden yollardan bahseder. Düşüncelerini değerlendirmemiz gerekir.

Almanya’nın kırsal kesiminde dünyaya geldi ve pek çok açıdan bir kırsal insanı olarak kaldı. Mantar toplamayı, kırsal bölgelerde dolaşmayı severdi ve erken uyurdu. Televizyondan, uçaklardan, pop müzikten ve işlem görmüş yemekten nefret ederdi. Bir ara Hitler’in destekçisi oldu fakat daha sonra yanlışlarını gördü. Yaşamının büyük bir kısmını ağaçların arasındaki bir kulübede modern uygarlıktan uzakta geçirdi.

Modern insanlığın yaşadığı bir dizi ruh hastalığı teşhis etti. Öncelikle yaşadığımızı fark etmeyi unuttuk. Tabii ki teoride bunun farkındayız ama varoluşun şeffaf gizemiyle, Heidegger’in “das Sein” dediği, ya da Türkçesi “Varlık” olan gizemle her an iletişim halinde değiliz. Yalnızca belli başlı sıra dışı durumlarda, gece geç saatlerde ya da hasta olduğumuzda, tüm gün yalnız kaldığımızda ya da kırsalda yürürken her şeyin esrarengiz tuhaflığıyla karşı karşıya kalıyoruz: Nesneler neden oldukları gibi vardırlar, niçin başka bir yerde olmaktan ziyade buradayız, neden dünya olduğu gibidir. Kaçtığımız şey Varlığın tersi olan, Heidegger’in “Das Nichts” dediği “Hiçlik”tir.

İkinci sorun tüm “Varlık”ın bağlantılı olduğunu unuttuğumuzdur. Çoğu zaman işlerimiz ve günlük rutinlerimiz bizi egoistik ve odaklanmış hale getirir. Diğerlerini ve doğayı amaçtan ziyade araç olarak görüyoruz. Fakat arada bir de olsa (kırsal kesimde yürüyüşler özellikle bu farkındalığa ulaşmaya yardımcı olur); kısıtlı yörüngemizin dışına çıkarız ve daha geniş bir açıdan bakarız. Heidegger’in adlandırmasıyla “Varlığın Birliği”ni hissedebiliriz, örneğin bizim ve kabuğun üstündeki uğur böceğinin, yol kenarındaki kayanın, üstümüzdeki bulutların hepsinin şu an “Varlık”ta olduğunu ve özünde basit genel olgumuz Varlık tarafından bir araya getirildiklerini fark edebiliriz.

Heidegger tüm bu anlara çok önem verir ve bunları, cömertliğin derin bir türü için, yabancılaşma ve egoizmin üstesinden gelmek için ve “Das Nichts” bizi almadan önceki kısa zamanımıza daha bir değer vermemize yardımcı olacak bir atlama tahtası olarak kullanmamızı ister.

Üçüncü sorunsa özgür olmayı ve kendimiz için yaşamayı unutuyoruz. Bizimle ilgili pek çok şey, tabii ki pek özgür değil. Heidegger’in alışılmadık tanımlamasıyla biz yaşamlarımızın başında “dünyaya fırlatılmışız”: belirli ve dar bir sosyal çevreye fırlatılmışız, bizim yaratımız olmayan değişmez davranışlarla, arkaik önyargılar ve nesnel zorunluluklarla etrafımız sarılmış.

Filozof bu “fırlatılmışlık” (Geworfenheit) konusunda onu anlayarak bize yardımcı olmak ister. Psikolojik, sosyal ve profesyonel eksikliğimizi kavramalıyız ve daha evrensel bir bakış açısına yükselmeliyiz. unu yaparak “Uneigentlichkeit”dan (otantik olmama) Eigentlichkeit”a (otantiklik) Heideggeryen bir yolculuğa çıkıyoruz. Böylelikle özünde kendimiz için yaşamaya başlayacağız.

Buna karşın, Heidegger’e göre çoğu zaman bu görevde kötü bir şekilde başarısız oluyoruz. Biz yalnızca sosyalleşmiş, yüzeysel bir oluş biçimine, Heidegger’in “onlar-benlik” dediği şeye (they-self, “kendimiz”in tersi olarak) kendimizi bırakıyoruz. Gazetelerde, televizyonda ve Heidegger’in vakit geçirmekten nefret ettiği büyük şehirlerde gördüğümüz gevezelikleri (das Gerede) takip ediyoruz. Bize onlar-benlik’ten uzaklaşmak için yardım edecek olan gelecek ölümümüze yoğun bir şekilde odaklanmaktır. Diğer insanların bizi “das Nichts”ten kurtaramayacağını fark ettiğimizde onlar için yaşamayı bırakabiliriz; diğerlerinin ne düşündüğüyle ilgili kaygılanmayı bırakırız ve yaşamımızın büyük bir kısmını bizi aslında hiçbir zaman sevmeyen insanları etkilemek için harcamayı bırakırız.

1961’deki bir dersinde Heidegger’e yaşamlarımızı nasıl daha iyi yönlendirebileceğimiz sorulmuştur, kısa ve öz bir şekilde mezarlıklarda daha fazla zaman geçirmemiz gerektiğini söylemiştir.

Heidegger’in söylediğinin maksadının ve ahlak dersinin açık olduğunu söylemek yalan olurdu. Yine de söyledikleri aralıklı da olsa etkileyici, bilge ve şaşırtıcı bir şekilde kullanışlıdır. Olağan dışı kelimeler ve dilin yanında, bir bakıma, bunların bir çoğunu biliyoruz. Yalnızca ciddiye almak için bir hatırlatmaya ve cesaretlendirilmeye ihtiyacımız var, ki bunu da tuhaf düz yazı türüyle bize sağlayabilir.

Kalbimizde Geworfenheit’ın üstesinden gelmenin vaktinin geldiğini biliyoruz, “das Nichts”le ilgili günden güne daha bilinçli olmamız gerektiğini biliyoruz ve o mezarın küçük bir yardımıyla, kendimize “Eigentlichkeit” uğruna “das Gerede”nin pençesinden kurtulmayı borçluyuz.

 

-oOo-