DARLAH: Ay’da 172 sıkıcı saat
Ay’da 172 Saat, veya original adıyla DARLAH, adından da anlaşılacağı gibi insanı biteviye darlayan, bittiği anı iple çekeceğiniz bir bilimkurgu/korku romanı. Geriye dönüp baktığımda (veya original kapağı gördüğümde) anlıyorum ki bir “gençlik romanı”; başka bir deyişle roman kahramanları eğer kendiniz de bir ergen değilseniz, hatta o durumda dahi, kesinlikle başlarına ne geldiğini umursayamayacağınız lanet ergenler ve ancak dalgalanan hormon seviyeleri nedeniyle olayların ne kadar gerçek dışı geliştiğini fark edemeyecek ergenlerin inanacağı çapta kurgulanmış bir roman. Benim savunmam ise, kitabın herhangi bir yerinde görebildiğim kadarıyla gençlik romanı olduğuna dair herhangi bir ibare bulunmaması. Maalesef normal bir roman gibi algılayıp hayatımdan bir gün kaybettim.
Fig.1. Muasır medeniyetlerde kitaplardaki “gençlik romanı” ibaresi mecburi (görsel: DASHBot)
Demek istiyorum ki, eğer hayatınızın “o kısmında” iseniz, zaten büyük ihtimalle tecrübe ettiğiniz herşey olduğundan daha abartılı ve yapay olduğu için, gençlik romalarındaki karakterleri iki boyutlu tipler ve olayları gerçekdışı, tahmin edilebilir ve kelimenin en yalın anlamıyla sıkıcı bulmuyor olabilirsiniz. Ama bana inanın, eğer herhangi bir şekilde “kimsenin size anlamadığını” veya “hayatın size karşı cephe aldığını” düşünüyorsanız, önünüzdeki bir kaç sene içerisinde gerçekten çok büyük sürprizler yaşamaya hazır olun. Bu süre içerisinde de, olaylar karşısında ne kadar sessiz kalırsanız, ilerleyen yaşamınızda geceleri kafanızı yastığa koyduğunuzda, durup dururken bu yaşlarda söylediğiniz ve o sırada gayet makul görünen o sözleriniz nedeniyle uykuya dalmakta çektiğiniz zorluk o denli az olacaktır.
Devam eden kısımda kitapla ilgili oldukça fazla spoiler bulunuyor. Devam edip etmemek size kalmış. Eğer ölesiye sıkıcı bir gün geçirmek istiyorsanız, günleriniz size fazla geliyorsa sizin bileceğiniz iş. Burada durun.
—-SPOILER—-
Daha kitabın başında iki şeyi derhal anlıyoruz. Birincisi NASA, iflas etmemek için tasarlanmış bir halkla ilişkiler kampanyası olarak bir takım rastgele seçilmiş ergenleri Ay’a göndermek zorunda ve ikincisi Ay’da gönderilen ergenleri yiyen bir canavar var. Olabilir. Kitabı bilimkurgu kısmı için sevmek zorunda değiliz. Şekilsiz uzaylılarca teker teker mideye indirilecek ergenler de oldukça popüler bir konu. İtiraf etmeliyim ki bu noktada fezaya ergen yollayan bir NASA’nın varlığını, ancak bir “gençlik romanı”nın konusu olarak algılayabilirdim. Ama bu aynı zamanda bir korku romanı. Hangi sapık zihniyet çocukları korkutmak istiyor olabilirdi ki? Artık onun kim olduğunu biliyorum. O da kendini biliyor.
Bu noktadan sonra karakterleri tanımaya başlıyoruz. Eğer gerçekten bu kitabı okumak konusunda ısrarlıysanız, bu bölümü olduğu gibi atlayabilirsiniz. Zira gençlerin patır patır telef oldukları kısımlara pek bir etkisi yok.
İlk karakterimiz, sırf rastlantının tuhaf bir oyunu sayesinde İskandinavya’da doğduğu için sabah akşam dayak yemekten kurtulmuş olan bir Norveçli. Yanlış anlamanızı istemem; kesinlikle çocuk yetiştirme konusunda fiziksel şiddet taraftarı değilim. Öncelikle karakterin ebeveynlerinin bir güzel pataklanması, ondan sonra, belki, BELKİ bu karakterin de biraz gözünün korkutulması iyi olur kanısındayım. İkinci sırada aşk acısı çeken, eski ilişkisi konusunda takıntılı Fransız bir karakter var. Neden? Çünkü Fransız. İnsan Fransızsa, hayatında aşk ve Eyfel kulesinden başka ne olabilir? Üçüncü karakterimiz ise Japonya’da olmaktan başka herhangi bir sorunu olmayan bir Japon, ki üçü içerisinde en derin ve inandırıcı karakter. Yazar bu karakterle doğrudan Japonya’nın, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinde açıkça belirttiği “seyahat hakkı” maddesine ait politikalarını, konu hakkında tek kelime dahi etmeden eleştirmeyi başararak, romanı zirve noktasına çıkarıp öylece bırakıyor.
Fig.2. Kimse sizi anlamıyor değil; ortada anlaşılacak bir halt yok (görsel: Pexels)
Tüm dünyadaki ergenler içerisinden, bahsedilen üçü, içlerinden herhang bir tanesinin sosyopat-psikopat sinir bozukluğu, uzaya fırlatılmasını engelleyecek bir kalp-damar rahatsızlığı veya 10G’ye dayanacak kemik yapısı ve sair sorgulamaya yer bırakmayacak şekilde, herhangi bir yedek olmadan belirlenip çağrılıyor. “Bu üçü NASA. Ya bu üçünü Ay’a yollarsınız ya da Pazartesi tüm kurum olarak iş aramaya başlarsınız.”
Fig.3. NASA:1 Ergenler:0 (görsel: NASA)
Ergenler dışında, hikayeye herhangi bir katkısı olmayan, huzurevinde yaşayan hitiyar bir adam da mevcut. Bu karakter muhtemelen kitabı okuyan ergenler için kendi geleceklerine bir bakış atmalarını sağlamak için hikayeye yerleştirilmiş: Derin bir demans ve unutkanlıktan muzdarip, bütün gün kendi ellerine salyaları damlarken, baktıklarının kimin elleri olabileceğini düşünen ve son derece canlı bir şekilde 50 yıl evvel Ay’daki bir şeyler tarafından mideye indirilmiş astronotlara ait halisünasyonlar görür halde geçen bir yaşlılık. Hepimizin sonu aynı.
Fig.4. “Bu kitap için fazla yaşlıyım. Ayrıca, kimim ben?” (görsel: Pexels)
Elbette hikayede bunlardan başka, herşeyden vazgeçeye hazır, sinir krizi geçirme eşiğinde yaşayan, intihara meyilli, hiç biri kendi ailesinden ve arkadaşlarından daha uzun yaşamamaya kararlı bir kaç astronot da var. Kısaca astronotluk için seçeceğiniz sıradan tipler. Demek istiyorum ki, hangi zihniyet, psikolojik ve fiziksel olarak gayet sağlam, eğitimli, çelik irade sahibi ender insanları ölüm kapanı vakum ortamına fırlatmayı düşünebilir. Mutlaka birilerini dünyadan fırlatmak gerekiyorsa, bunları zaten kırık tiplerden seçmek en mantıklısı olur. Eğer kitabın hedef kitlesi birkaç yaş daha genç olsaydı, astronota filan gerek kalmazdı. Karakterlere eşlik edecek teneke şeklinde bir yapay zeka yeterli olurdu.
Fig.5. Her yıl binlerce astronot yanlış kıyafet seçimi nedeniyle telef oluyor (görsel: Pixabay)
Elbette karakterlerimiz Ay’a ulaştıkları andan itibaren her şey ters gitmeye başlıyor. Romanın, kısa da olsa eğlenceli olan kısımları burası. Aslına bakarsanız bu kısımlar hoşuma gitti bile diyebilirim. Sırayla ölmeyi hak eden karakterlerin sırayla ölmesi gerçekten tatmin edici. Bravo NASA, uzaya göndere göndere, üç ergen ve görev konusunda brifing dahi verilmemiş astronotlarla bu kadar ilerleyebilmiş olmanız bile mucize. Belki de insan yiyen uzaylıların bulunduğu bir taş parçasına silahlı askerler göndermek daha mantıklı olurdu. Birbirini öldürmeyi bu kadar ustaca ve bu kadar şevkle ve bu kadar sık yapan bir ırk olarak, “Ay’a savaş ilan etmek” adlı kampanyadan toplayacağınız paraları yerleştirebileceğiniz büyüklükte bir hangar inşa etmeye üşendiğiniz için herkes öldü. Tebrikler. Belki de dünya gerçekten ele geçirilmeyi hak ediyor ve ele geçiriliyor da.
Ya da geçiriliyor mu?.. Bunu gerçekten soruyorum, zira hikayenin sonundaki zekice 3. tekil sahış zamiri kullanımları sayesinde kimin kim (veya ne) olduğu anlamak için bir kaç defa okumanız gerekebilir.
Yoksa gerekmez mi?..