film

Lazarus Effect: Bilim insanları neden dünyayı yok etmeye çalışıyor?

 

Medikal teknoloji alanında deneyler yapmakta olan bir grup bilim insanı, beyin ölümünü geciktirerek, doktorların ölmek üzere olan hastalara müdahale edebilme sürelerini uzatacak bir tür serum üzerinde çalışmaktadır. Ancak deneyleri sırasında icat ettikleri serumun düşündüklerinden çok daha etkili olduğu, yakın zamanda ölmüş bir köpek üzerinde gerçekleştirdikleri deney, serumun deneği ölümden geri döndürebildiğini gösterir. Bu sırada araştırmacılardan biri olan Zoe’nin (Olivia Wilde) laboratuvarda geçirdiği bir kaza nedeniyle kalbi durur. Araştırmanın yöneticisi Frank (Mark Duplass) serumu onun üzerinde kullanmaya karar verir.

 

 

Lazarus Effect, oldukça güçlü kadrosu ve kaliteli prodüksiyon seviyesinde olmasına rağmen, ay zamanda oldukça zayıf ve orijinallikten uzak bir senaryoya sahip. Film özetle, “Tanrıcılık oynayan ve bu nedenle de cezayı hak eden çılgın bilim insanları” kategorisine sokulabilir. Peki ama kimdir bu insanlar?

Çılgın bilim insanları genelde gerçekten dünyayı ele geçirmek için çalışırken karşımıza çıkarlar, ancak buradaki gibi yalnızca doğa (ve Tanrı) kanunlarını çiğniyor da olabilirler. Ucuz bilimkurgu eserlerinde bu iki durum arasında büyük bir fark yoktur; ortada bir suç vardır ve ibreti alem için cezası kesilmelidir. Bilim insanı, ancak bazı nadir durumlarda, o da kendi hatasını fark etmesi ve kabullenmesi şartıyla affedilebilir.

Evet ama, bu insanların bu kadar kesin ve çoğunlukla korkunç şekilde cezalandırmayı hak eden suçları tam olarak nedir? Tanrılar neden işi gücü bırakıp, normalde öğrencisi değilseniz selam bile vermeyeceğiniz, en büyük cezasını zaten hitabet sanatında değil de matematik alanında uzmanlaşarak çoktan bulmuş bu düşük maaşlı, çoğunlukla iş garantisi olmayan, çalışmaktan sokağa bile pek çıkmadıkları için toplum içerisinde sıkıntı yaratmayacakları baştan belli olan bu kişilerin belalarını vermek için ellerinden geleni arkalarına koymazlar?

Bunu derinlemesine kavramak için bilim insanlarını birkaç kategoride toplamak gerekir. İlk kategoridekiler, toplumun bilim insanlarından beklediklerini yaparlar. Bunlar zararsızdır, cezalandırılmaları gerekmez. Siz hiç benzin motorunu, yanma süreçlerini kimyasal ve termodinamik açıdan inceleyerek %5 daha verimli hale getirmek için çalışan bir bilim insanının üzerine Tanrıların gazabının yıldırım şeklinde yağdığını gördünüz mü? Göremezsiniz, bunlar “bizden” bilim insanlarıdır ve bilimkurgu hikâyelerinde bilim insanlarının gerçek işlevlerini göstermek için bulunurlar. Çoğu zaman Tanrılara meydan okuyan namussuz bilim insanlarına, bilimin asıl görevini hatırlatmak gibi kurgusal bir misyonları da vardır. Ancak asıl hırs küpü bilim insanlarının günahları öylesine büyüktür ki, onları saran cehennem ateşi çevrelerindeki bu zavallı kişilere de sıçrar ve genelde mortu evvela bunlar çeker. Bu zavallıların başlarına gelenler, tüm uyarılara rağmen amaçlarından şaşmayan akılsız bilim insanlarının günahlarını daha da derinleştirir.

Tanrılar trenler isteseydi, dünyayı ray kaplı yaratırlardı; uçmamızı isteselerdi kanat takarlardı; kuduzdan köpüre köpüre ölmemizi istemeselerdi, herhalde her yerden kuduz aşısı ağaçları biterdi. Ancak durum elbette bu kadar basit değil, bu nedenle bilim insanlarının cezayı hak eden eylemlerinin sonuçlarını görmemiz gerekir. Kurguyla gerçeği birbirinden ayıran şey budur: “İnsanlar asla uçamayacaktır” demekle uçmaya kalkan ancak hırsı nedeniyle Güneş’e çok yaklaşıp belasını bulan birine ait hikâyenin etkisi birbirinden farklıdır. İlki hiçbir kanıta dayanmayan bir kuruntu olarak göz ardı edilebilecekken, ikincisi kendi savını kendi edebi evreninde kanıtlar gibi görünmektedir. Oysa ikisi, havacılık bilimi açısından farksızdır. Kanıt yoksa makale de yok, iyi günler.

En son hangi filmde bir icat sayesinde insanlığın yaşam standardının arttığını, mucidin halkın gözünde kahraman haline geldiğini ve herkesin sonsuza kadar mutlu yaşadığını hayal edin. Elbette sıkılmadan izlenebilir bir kurgu için gerilim mutlaka gereklidir, ancak nedense bilim insanlarının gecelerini gündüzlerine katarak, statükoya meydan okuyarak, hatta gerektiğinde kendi hayatlarından vaz geçerek gerçekleştirdikleri çalışmalar, izleyicide yeterli gerilimi ve empatiyi yaratmayacak gibi görülüyor. Belki biyografik eserlerde, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra.

Buradaki anahtar kelime ‘statüko’dur. Var olan düzenin kabul etmeyeceği her şey Tanrıların gazabına uğrayacaktır ve eserin görevi alternatif bir evrende buna bir göz atıp yol yakınken hatamızı görüp tövbe etmemizi sağlamaktır. Toplumdan kopuk yaşayan çılgın bilim insanı hangi hakla toplumun neye ihtiyacı olduğuna karar verebilir? Bu nedenle aynı zamanda toplumdan tiksinerek uzaklaşmış olamaz, adı üstünde, delidir. Aynı sebeple üreteceği bir çözüm de olamaz, ancak dünyayı ele geçirmeye çalışıyor olabilir. Tabii ki uyduruk süper kahraman filmleri dışında durumun bu kadar siyah ve beyaz olması beklenemez. Bir bilim insanı, en basitinden bilime ailesinden daha fazla vakit ayırarak cezayı fazlasıyla hak edebilir, veya dünyayı ele geçirmeyi düşünmeden, ölüleri dirilterek son hesaplaşmamızı yaptığımız kişileri hayatımıza geri sokmak gibi gafletlere düşebilir. Ancak bu herif kim oluyor ki sırf öldü diye arkasından iyi şeyler uydurmak zorunda kaldığımız kişileri dirilterek bizi kibarlıktan söylediğimiz sözlerimizin arkasında durmak zorunda bırakıyor?! İyi bir bilim insanı gidi davran ve dünyayı değiştirmeye çalışma. Ama mesela kar lastiği olabilir, evet en iyisi piyasanın kaldırabileceği çalışmalara odaklanmak, yoksa çarpılabiliriz.

 

 

Orijinal adı: The Lazarus Effect
Yapım yılı: 2015
Yönetmen: David Gelb
Tür: Bilimkurgu – Gerilim, korku
IMDB puanı: 5,2 (30.890 oy ile)
İlgili bağlantılar: The Lazarus Effect (2015)@Wikipedia, The Lazarus Effect (2015)@IMDB