felsefe

Bir Ata-Simülasyonunda mıyız? (PBS SpaceTime ft. Neil deGrasse Tyson) | Video

 

PBS SpaceTime kanalından Matt, bu videosunda Oxford Üniversitesinden Nick Bostrom tarafından ortaya atılan Simülasyon Argümanı ve bunun bir parçacı olan ata-simülasyonlarını inceliyor.

Peki ama bir “ata-simülasyonu” nedir?. Ata-simülasyonları, gelecekteki insanların veya insanlığın kendisine evrimleşeceği “post-insanların”, kendi atalarını, yani tarihimizi/tarihlerini daha iyi anlamak için tasarlayacakları/tasarladıkları simülasyonlardır.

Bu ilk bakışta fazlaca “insan merkezli” görünebilir, ancak bu tür simülasyonların seçilmesinin en önemli nedeni, akla yatkın olmasıdır: Söz gelimi, “Simülasyon uzaylılar tarafından yapılmış olabilir” iddiasındaki “uzaylılar vardır” varsayımını veya “Simülasyon sahipleri bizimkinden tamamen farklı bir evrende olabilir” ifadesindeki “farklı bir evren”, “farklı aşkın varlıklar” gibi varsayımları gerektirmez. Bunlar pekâlâ doğru olabilir, ancak Simülasyon Argümanının mevcut hali için, “ileri bir bilgisayar teknolojisi” ve “insanların kendi tarihlerini merak etmesi” yeterlidir. Bunların ikincisi halihazırda geçerlidir; ilki ise, mevcut eğilimler devam ederse, gelecekte mümkün olacak görünmektedir. Dolayısıyla Argümanın bu hali, yukarıdaki örneklere nazaran daha ayakları yere basar bir haldedir.

Yine de, kendi geleceğimizde tasarlayacağımız gerçekçi simülasyonlar, bizim de -eğer öyleyse- ne tür simülasyon içinde olabileceğimizle ilgili bilgiler verebilir.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Bilgisayar oyunlarımız gerçek hayata giderek daha fazla benzedikçe, simülasyonlarımızın bir noktada, belki de kısa vadede, gerçeklikten ayırt edilemez hale geleceği kesin gibi görünüyor. Ancak eğer bu doğruysa, halihazırda gerçekleşmediğini nasıl bilebiliriz? Şu anda bir simülasyon içerisinde olabilir miyiz?

Ayrıntılara geçmeden önce, yakın zamanda bu fikirle ilgili New York’daki Hayden Gökevi’nden bir meslektaşımla olan bir sohbetimizi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu sohbet, aslına bakarsanız, Gökevinin yöneticisi Neil deGrasse Tyson ve komedyen Eugene Mirman ile birlikte gerçekleştirilen, Neil’in “StarTalk” isimli radyo programından bir parça.

Eugene: Leo Zua… Zusa -Instagram’dan… “Bizim bir simülasyonun parçası olmamız ve Büyük Patlama’nın yalnızca bu simülasyonun başlangıç anı olması olasılığı ile ilgili yakın zamanlı makaleler hakkında ne düşünüyorsunuz? Teşekkürler!”

Neil: Ben kesinlikle katılıyorum.

Matt: Peki, simülasyonu yapan kim?

Neil: Uzaylı bir uygarlıktan bir aileden, evinin bodrum katında takılan sümüklü bir velet. Canı sıkılmış; ve bizden çok daha gelişmişler; bizden çok çok daha fazla bilgisayar kaynakları var, ve bu evrendeki her bir molekülü simüle edecek kadar detaylı bir program yazıyorlar. Ve bizler, onların bir eğlencesi olarak buradayız. Aksi takdirde, dünyada her şey yolunda giderken, aniden ortaya çıkan tüm bu büyük aksaklıkları nasıl açıklayabilirsin. Kültürel açıdan, politik açıdan, ekonomik açıdan, devasa aksaklıklar… Bence bunları sırf eğlence olsun diye yapıyorlar. Ben böyle düşünüyorum.

Matt: Fikir şu şekilde, başka evrenler simüle edebilecek tek evren üretmen yeterli. Ve eğer bu evren, milyarlarca simüle edilmiş evren üretirse bu durumda senin içinde bulunduğun evrenin, bunlardan biri olma olasılığı çok daha yüksek.

Eugene: Yani, şu an var olan sanal gerçeklikle ve gelişmiş bilgisayar oyunlarıyla, diyelim ki, 1.000 yıl filan sonra sahip olduğumuz sanal gerçeklik potansiyel olarak fiziksel bir hale, yani, gerçekten hissedebileceğin bir hale gelebilir.

Neil: Hayır, hayır, öyle olmasına bile gerek yok. Gerekli olan şey yalnızca, yazdığın programın Nintendo için, ya da her neyse, içerisindeki karakterlerin, kendilerinin gerçek olduklarını düşünecek kadar yüksek bir karmaşıklığa sahip olması yeterli.

Sohbet bir çok eğlenceli yöne gidiyor. “StarTalk” programı hakkında daha fazla bilgiye aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Neil burada, bizlerin hiper-gelişmiş uzaylı bodrumlarında oturan kişilerin oyunlarındaki Sims karakterleri olduğumuz şeklinde eğlenceli bir örnek veriyor.

Bu çok komik bir tasvir. Ancak oldukça ciddi bir noktaya değiniyor: Belirli varsayımlar altında, evrendeki sanal zihinlerin, gerçek zihinlere nazaran çok daha yüksek sayıda olabilecek olmaları fikrine. Bu doğruysa, bizim de sanal zihinler olmamız gerekmez mi?

Ancak öncelikle, ne tür bir simülasyondan bahsettiğimiz konusunu açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Evrenin tam olarak, her atomuna, her elektronuna ve kuantum alanlarındaki titreşimlere kadar simüle edildiği şeklini düşünmeyelim. Bu çok daha derin bir konu ve bunun için holografik ilkeye ihtiyacımız var. Bu kendi başına geniş bir konu olduğu için buna ileride döneceğiz.

Bunun yerine, burada, simüle edilen şeyin bizim evren hakkındaki deneyimlerimiz olduğu fikrinden bahsetmek istiyorum. Yani bizlerin, ancak bizi gerçekliğine ikna edecek kadar detaya sahip, sanal bir evrendeki simüle edilmiş zihinler olduğumuz fikrinden. Bahsettiğim şey, Ata-Simülasyonları. Bu fikir Oxford Üniversitesinden Nick Bostrom tarafından ileri sürülüyor.

Fikir şu şekilde: Bostrom, gelecekte insan beynindeki tüm sinir hücrelerinin tüm eylemlerinin simüle edilebileceğini, ayrıca beyne duyulardan gelen tüm girdilerin yüksek hassasiyet ile simüle edilebileceğini ve böylece simülasyonun, gerçek bir kişi olduğuna ikna edilebileceğini ileri sürüyor. Bu o kadar da uçuk bir fikir değil. Bir ya da iki nesillik bir süre içerisinde bunu gerçekleştirebilme ihtimalimiz yüksek görünüyor.

Bunula birlikte, Bostrom hesaplamalar yapıyor ve bir süper gelişkin uygarlığın, bunu, bu türden sanal zihinlerin sayısının gerçek zihinlerin sayısını muazzam ölçüde aşacak miktarlarda gerçekleştirebileceği sonucuna ulaşıyor.

Peki ama, neden bununla uğraşsınlar? Bilim için!

Bostrom, gelişkin bir uygarlığın kendi tarihine ait simülasyonlar koşturarak bu tarihi yaşamış türden zihinlerin davranışlarını incelemek isteyebileceğini ileri sürüyor. O, bunları ata-simülasyonları olarak adlandırıyor.

Sayılara bir bakalım. İnsan beyni, 100 milyardan fazla sinir hücresine ve 100 trilyondan çok daha fazla sinapsa sahip. Tek insan beyninin her saniye başına deneyimlediği tüm işlemlerin, 100 trilyon ila 100 katrilyon arasında sayıdaki ikilik taban işlemi ile simüle edilebileceği tahmin ediliyor. Bostrom, bu durumda, sanal beyni ikna etmek için ihtiyaç duyulan doğrulukta bir çevresel ortamın simüle edilmesi için gereken bilgisayar gücünün bu kadar fazla olmadığı sonucuna ulaşıyor.

Bu tartışmaya açık, çünkü bu çevresel ortamın, bu ortamda bulunan tüm beyinler tarafından yapılacak tüm ölçümlerde kesin olarak tutarlı olması gerekli. Ama, neyse, Bostrom’un varsayımıyla devam edelim.

Tam bir ata-simülasyonunda, diyelim ki, 50.000 yıl kadar geriden başlayarak, yaşamış tüm insanlar simüle edilecektir. Şimdiye kadar toplam 100 milyar kişinin yaşamış ve ölmüş olduğu tahmin edilmektedir. 30 yıllık bir ortalama ömür, bu kişilerin her birine bir milyar saniye verir. Ve bu saniyelerin her biri 10 üzeri 14 ila 10 üzeri 17 kadar işlem gerektirir. Bu sayıların hepsini çarparsak, tüm insanlık tarihini simüle etmek için 10 üzeri 34 ila 10 üzeri 37 arasındaki sayıda ikilik işleme ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Bostrom, 10 üzeri 33 ila 36 diyor, ama bu fark önemli değil. Sayılarla biraz oynasak bile birkaç 10 kat aralığında kalmak mümkün.

Peki, bu bilgisayar işlemlerini gerçekleştirmek süper gelişkin bir uygarlığın ne kadar zamanını alırdı?

Bostrom bunun için Robert Bradbury’nin tahminlerini kullanıyor: Büyük bir gezegen boyutlarındaki bir bilgisayar, yani bir Jüpiter beyni, saniyede 10 üzeri 42 işlem gerçekleştirebilir. Başka bir deyişle, bu bilgisayar, şimdiye kadar yaşamış tüm insanların tüm zihinsel yaşamlarını her bir saniyede milyonlarca kere simüle edebilir.

Bu türden bir tek bilgisayar bile, sizin ve benim şu an deneyimlemekte olduğumuz, gerçeğinden ayırt edilemeyecek hayat boyu sürecek zihinsel deneyimleri inanılmaz derecede yüksek sayılarda üretebilir. Bu durum, simülasyonların Ay kadar küçük bir bilgisayarda koşturulacağını veya gereken bilgisayar gücünün birkaç büyüklük mertebesi daha yüksek olacağını varsaysanız dahi geçerliliğini korur.

Bostrom, şunu iddia ediyor ve buna Simülasyon Argümanı adını veriyor: Ata-simülasyonları, uygarlıkların yalnızca bir kısmı tarafından dahi yaratılsa -Yani yeterli ölçüde gelişmiş olsalar, ve bunun iyi bir fikir olduğunu düşünseler- bu durumda var olmuş/olacak öz-farkındalığa sahip zihinlerin çoğu simüle edilmiş zihinler olacaktır. Öyleyse, bizler bir ata-simülasyonundayız.

Bu türden, bedensiz beyinlerin gerçek beyinlerden daha yaygın olabilecekleri kaygısı, Bostrom ile başlamadı. Bu düşünce deneyi, Boltzmann Beyni fikrine benziyor. Bu fikir, sonsuz büyüklükteki bir çoklu-evrende parçacıkların rastgele şekilde bir araya gelip tam olarak sizin şu anki deneyimlerinizi yaşamakta olan bir beyin şeklinde birleşmelerinin, bu parçacıkların rastgele bir araya gelerek bir Büyük Patlama oluşturmasından çok daha yaygın olması gerektiği şeklindedir. Bu fikirden bir önceki bölümde bahsettik.

Ancak hem ata-simülasyonları hem de Boltzmann beyinleri Kopernik İlkesini kullanmamızı gerektirir. Bu ilke, bizim evrende özel bir yerimiz olmadığını ifade eder. Sıradan bir galaksideki, sıradan bir yıldızın çevresindeki, sıradan bir gezegendeyiz. Tek istisna ile evrendeki bulunduğumuz yerin bizi ortaya çıkarabilmesi ve varlığımızı sürdürebilmesi gerekiyor, yani yaşanabilir bir bölgede olmamız gerekiyor. Bu son ekleme, Antropik İlkenin bir uygulamasıdır. Gözlemcilerin var olabileceği bir evreni ya da evrenin böyle bir bölgesini gözlemliyor olmamız gerekiyor.

Kopernik akıl yürütmesi ve Antropik İlke bir arada, bizlerin, şu anki deneyimlerimizi yaşamakta olan en tipik, en yaygın türdeki gözlemciler arasında olmamız gerektiğini ifade ediyor. Yani, eğer bir ata-simülasyonu içerisindeki sanal zihinler, simülasyonu yaratan gerçek canlılara ait zihinlere nazaran çok yüksek sayıdaysa, ve eğer simüle edilen deneyimler, bizim deneyimlerimize tam olarak eşdeğerse, bu durumda bizlerin bu daha yaygın gözlemcilerden olmamız daha yüksek olasılıklıdır.

Şunu da belirtmem gerekir ki, Bostrom bizim bir simülasyon içerisinde olmamıza %50’den düşük bir olasılık verir. Çünkü o, uygarlıkların büyük ölçekli ata-simülasyonları yaratamadan nesillerinin tükeniyor olmasına veya hiçbir süper gelişkin uygarlığın bu türden simülasyonlar oluşturmayı tercih etmemesine de eşit olasılıklar verir.

Ata-simülasyonları fikri, Boltzmann beyinleri ile benzer sorunlardan mustariptir. Sean Carroll’un bizlerin birer Bolztmann beyni olmamız sonucuna varmamıza karşı ileri sürdüğü argümanı konuştuk. Çünkü bu sonuca vardığımız anda, aynı zamanda muhtemelen bu akıl yürütme çizgisi için yeterli kapasiteye sahip olamayacağımız sonucunu da kabul etmemiz gerekir.

Bir Boltzmann beyni, kendi zihinsel yetileri konusunda, bu andan önceki varlığı için olduğu kadar gerçek dışı hayaller içerisinde olmalıdır.

Ata-simülasyonları konusunda da, benzer şekilde, simüle edilmiş olduğumuz sonucuna vardığımız anda, olmadığımızı kanıtlamak için gerçekleştirilebilecek hiçbir deney olmayacağını da kabul etmiş oluruz.

Hipotez, yanlışlanabilir değildir.

Bostrom’un kendisi de simülasyon içerisindekilerden birinin simülasyon içerisinde olduğunun farkına vardığı anda, simülasyonun değiştirilebileceğini veya başa sarılabileceğini söyler. Aslına bakılırsa bu değiştirilebilirlik, gerekli bir özelliktir. Bu simülasyonlar, evrenin yalnızca küçük bir kısmını kapsayabilir. Bu nedenle de tutarsızlıklara açıktır. Bu tutarsızlıkların fark edildiği anda değiştirilmesi, tutarsızlıklar gerçekleşmesin diye evrenin büyük bir bölümünün simüle edilmesinden bilgisayımsal anlamda çok daha ekonomiktir.

Bir diğer önemli sorun ise Kopernik İlkesi ile Antropik İlkenin kapsamlarının ötesinde kullanılıyor olması ihtimalidir. Bostrom’un kendisi de Boltzmann beyinleri hakkında benzer şeylerden bahseder. O da hipotezin doğruluğu ile ilgili olarak öncelikli olasılıkların hesaba katıldığı Bayesçi bir yöntem önerir.

Bir kozmologa, bizim, en fazla beyni üretecek evrende bulunmamız gerektiğini söyleyen bir filozof düşünün. Çünkü bu evren, doğruluğundan emin olduğumuz tek şey olan bizim varlığımız için en yüksek olasılığı sağlayacaktır. Bu nedenle bilim insanları en fazla sayıda zihni yaratacak evren modelleri icat etmelidir. Ve bizim de en fazla sayıda zihni içeren evren içinde bulunuyor olmamız gerekir.

Bostrom bunu, “kendinden fazla emin filozof sorunu” olarak adlandırır ve bu şekildeki bir akıl yürütmeye karşı bizi uyarır. Ancak, acaba kendi ata-simülasyonları fikrini de benzer nedenlerle reddetmesi gerekiyor olabilir mi?

Ata-simülasyonları gibi fazlasıyla spesifik senaryolar, veya Boltzmann beyinleri fikri, bizimkine eşdeğer devasa sayılarda zihinler üretir. Ancak burada durmamız gerekmez. Biraz hayal gücüyle, daha fazla sayıda zihin üretecek evrenler icat edilebilir, ve böylece simüle edilen “bizlerin” sayısı üstel olarak artırılabilir.

Siz, hangi sahte türden sizsiniz?

Ben, şimdilik, orijinal uzay-zamanın birer parçası olan gerçek gözlemcilermişiz gibi hareket etmemizi şiddetle öneriyorum.

 

-oOo-