felsefe

Platon’un Mağara Alegorisi Nedir? (The School of Life) | Video

 

The School of Life bu videosunda, Platon’un “Devlet” adlı eserindeki ünlü “mağara alegorisi”ni inceliyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Antik Yunanlılar, felsefenin yalnızca özenle hazırlanmış soyut bir çalışma olmadığı konusunda kararlıydılar. Daha güzel yaşamamız ve ölmemiz için herkesin öğrenmesi ve uygulaması gereken son derece önemli bir hüner olduğunu düşündüler. Buna Platon’dan daha fazla inanan kimse yoktu. Felsefenin ruh için bir tedavi olduğu görüşünü tutkulu bir şekilde savundu.

Bugün “Mağara Alegorisi” olarak bildiğimiz düşünce felsefenin yararıyla ilgili anlattığı en etkileyici hikayeydi. Muhtemelen felsefedeki en bilinen alegoridir.

Platon; “eğitimin tesiri ve doğamızdaki eksikliği”ni, “Devlet” adlı başyapıtının yedinci kitabının başlarında, bir mağarada hapsedilmiş olarak yaşayan ve dış dünya hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlar hakkındaki bir hikâye ile anlatmayı amaçlar.

Bu mağarada gün ışığı yoktur, duvarlar karanlık ve nemlidir. Görebileceğiniz her şey bir ateşin oluşturduğu duvara üzerindeki gölgelerden ibarettir. Bu hayvanların, bitkilerin ve insanların yansımaları mağara sakinlerini büyülemiştir. Üstelik bu gölgelerin gerçek olduğuna ve eğer fazlasıyla ilgi alaka gösterirlerse hayatta başarılı olacaklarını umarlar. Ve tabii ki başarılı olamazlar. Bu kişilerin sadece silüetlere baktıklarını, belirsiz şeyler hakkında heyecanla konuştuklarını, gelişmişlik ve bilgelikleriyle çokça gururlandıklarını bir düşünün.

Sonra bir gün, aralarından biri tamamen tesadüf eseri mağaradan açık havaya çıkan bir yol keşfeder. İlk başta gerçekten ezicidir. Parlak gün ışığından gözleri kamaşmıştır. İyice aydınlatılmış ve önceden yalnızca gölge olarak bildiği her şeye yavaş yavaş gözleri alışır ve gerçek formlarıyla karşılaşır. Gerçek çiçekleri, kuşların renklerini ve ağaç kabuklarındaki ayrıntıları görür. Yıldızları gözlemler, evrenin görkemli doğasını ve enginliğini kavrar. Platon’un ciddi bir şekilde dediği gibi: “Önceden yalnızca silüetlere bakıyordu, şimdiyse varoluşun gerçek doğasına daha yakın.”

Şefkatten yoksun bu aydınlanmış kişi, hâlâ karışıklık ve yanılgıda olan yoldaşlarına yardım etmek için yukarıdaki aydınlık dünyayı bırakıp mağaraya geri dönmeye karar verir.

Yukarıdaki aydınlık dünyaya alıştığı için yer altında neredeyse hiçbir şey göremez. Afallamıştır ve nemli geçitlerde sendeler. Anlattıkları diğerlerine kesinlikle etkileyici gelmez. Mağaradakiler etkilenmese de o; güneşin nasıl bir şey olduğunu, ağaçların aslında neye benzediğini anlatmakta ısrarlıdır. Mağara insanları önce alaycıdır, sonraysa gittikçe öfkelenirler ve en sonunda onu öldürmeyi karar verirler.

Mağara hikâyesi tüm aydın insanların hayatlarının bir alegorisidir. Mağara sakinleri felsefe bilmeyen insanlar, güneş ise düşünmenin ışığıdır. Düşünmek istemeyen insanlara bilgeliği geri getiren filozof, diğer tüm doğruyu söyleyenler gibi ötekileştirilmiştir.

Platon’a göre hepimiz, hayatımızın çoğunu şöhret, kusursuz bir eş, iyi bir iş gibi bizi heyecanlandıran, ancak aslında zannetiğimizden çok daha az gerçek olan gölgelerde yaşıyoruz. Onlar çoğunlukla kültürümüz tarafından bizim kırılgan ve kusurlu zihinlerimize yansıtılan silüetlerdir. Çünkü küçük yaştan beri etrafımızdaki herkes bize onların gerçek olduğunu dayatmıştır. Bireysel olarak bizler suçlu değilizdir. Kimse mağarada olmayı seçmez; var olmaya başladığımız yer burasıdır. Hepimiz çok zor bir noktadan başlıyoruz.

Ancak eğer Platon’un hikayesindeki mağara sakinleri gibi pervasızca insanlara yanlış olduklarını söylerseniz hiçbir yere varamazsınız ve büyük bir suça sebep olup yaşamınızı tehlikeye atabilirsiniz. Atinalılar bunu yaptı ve en sonunda Platon’un dostu Sokrates’i ölüme götürdüler. Ve Platon, mağara sakinlerinin güneşi bildiğini iddia edenlere ne yaptığını oldukça yakından tecrübe etmişti.

Platon’a göre çözüm, Sokrates’in öncülük ettiği ve “Sokratik Yöntem” olarak bildiğimiz sorgulama yöntemiyle geniş çapta ve özenle tatbik edilmiş bir felsefe eğitimi sürecidir. Bu oldukça ılımlı bir süreçtir. Öğüt vermek, nutuk çekmek ya da birini belirli bir kitabı okumaya zorlamak yoktur. Hiç kimsenin iyi bilmediği, entellektüel alçak gönüllülüğün tanımı ile başlarsınız. Şunun üzerinde durmakta her zaman fayda var: “Bilgelik, cahilliği kabullenmek ile başlar.”

Devletin ne yapması gerektiğini, savaşların ne elde etmek için yapıldığını veya iyi ilişkilerin nasıl yürüdüğünü bilmediğinizi kabullenin. Sonra başkalarının neler düşündüğünü öğrenin ve yavaş yavaş beraberce bu cevapları inceleyin. Büyük ihtimalle diğer kişi kendinden emin daha doğrusu acı bir şekilde kendine çok fazla güvenen birisidir. Sana her şeyin aslında çok basit olduğunu ve halihazırda herkesin cevabı bildiğini söyleyebilir. Bu akılsız kabadayılık karşısında fevkalade sabırlı olmak zorundasınız.

Eğer konunun dışına çıkarlarsa, hevesle iki misli geri dönmelisiniz. Günlerce konuşmaya hazır olmalı ve fazlasıyla vakit harcamalısınız. Bu konuşma usulü hoş bir güven ve doğru yönlendirme üzerine kurulmuştur. İnsanlar sonunda kendileri için bir şeyler üzerinde çalışır ve düşüncelerindeki hataları tespit ederler.

Eğer dikkatlice ve usulca dikkatlerini alengirli noktalara çekerseniz ve suçlamaz ya da rahatsız olmazsanız… Hiç kimseye kendisini ahmak hissettirerek hiçbir şey öğretemezsiniz. Öyle bile olsalar, ilk başta hepimiz bu mağarada başladık. Ancak Platon’un en derin anlayışı, bizim burada kalmak zorunda olmamamızdır. Ve dışarı giden yol oldukça basittir, felsefe. Bu, ışığını takip edeceğimiz ve ışınlarıyla Şeylerin gerçek doğalarını aydınlatacak olan güneştir.

 

-oOo-