Dünya Dışı Zeki Yaratıklar Yok (Frank J. Tipler)
Frank J. Tipler, Fermi paradoksu alanında klasik haline gelmiş bu makalesinde dünyada halihazırda var olan, veya ilke olarak gelecekte geliştirilmesinin önünde hiçbir engel bulunmayan teknolojilerden yola çıkarak, gökadamızda bizden başka zeki yaşam olmadığı sonucuna ulaşıyor.
Buradaki kilit nokta şu: Zaman zaman iddia edildiği gibi yaşamın ortaya çıktığı her yerde, zekâ ve uygarlık kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyorsa, bu türlerin en azından bir bölümünün insanlığın şu an sahip olduğu veya gelecekte sahip olacağına kesin gözüyle bakılan teknolojilere sahip olması gerekir. Bunlardan roket teknolojisi ile evrensel inşacı (von Neumann sondaları veya makineleri) tüm gökadanın milyon yıllar mertebesi sürelerde kolonileştirilebilmesini sağlar. Oysa henüz böyle bir çalışma veya böyle bir çalışmanın izlerine rastlanmış değil.
Tüm zeki türlerin insanlık gibi yayılmacı olmayacağı ileri sürülebilir. Ancak insanlar gibi uzaya açılmaya çalışan veya radyo iletişim teknolojisi kullanan hiçbir türün olmaması, insanlığı özel bir konuma yerleştirerek sıradanlık ilkesine (Kopernik ilkesine) aykırıdır. O halde dünya dışı zeki yaratıklar var olmayabilir mi? Bu doğru değilse, herkes nerede?
İyi okumalar…
Dünya Dışı Zeki Yaratıklar Yok
Yazan: Frank J. Tipler
Orijinal adı: Extraterrestrial Intelligent Beings do not Exist, 1979
Özet
Bu makalede, dünya dışı zeki yaratıklar var olsaydı, onlara ait uzay gemilerini Güneş Sistemi’nde şu an görüyor olmamız gerektiği ileri sürülmektedir.
1. Sava Giriş
Dünya dışı zeki varlıkların var olup olmadığı bilimdeki en ilginç sorulardan biridir. Bu yeni bir soru değil; şu veya bu biçimiyle binlerce yıldır tartışılıyor (1). Günümüzde bu tür yaratıkların varlığını savunanlar esas olarak Sagan (2), Drake (3) ve Morrison (4) gibi astronomlar olmakla birlikte, Dobzlansky (5), Simpson (6), Francois (7), Ayala ve ark. (8) ile Mayr (9) gibi evrimsel biyoloji alanının önde gelen uzmanları, yeryüzünün, zekâ barındırması konusunda en azından Gökadamızdaki gezegenler arasında eşsiz olduğu fikrinde. Biyologlar, tek hücreli organizmalardan zeki yaratıklara uzanan evrimsel çizgilerin sayısının, toplam evrimsel çizgilerin sayısının yanında son derece düşük olduğunu ve bu nedenle, Gökadamızda 109 ila 1010 gezegende yaşam olduğu kabul edilse bile, bizimkinden başka bir gezegende zekânın ortaya çıkmış olma olasılığının yine de çok düşük olduğunu ileri sürüyorlar. Ben de biyologlara katılıyorum ve bu makalede, Yeryüzü benzeri bir gezegende, yıldızlararası iletişim gibi bir teknoloji geliştirme yetisine sahip olan yaratıkların yaşamın ortaya çıkışının sonrasındaki beş milyar yıl içinde evrimleşme olasılığının 10-10‘dan daha düşük olduğunu ve bu nedenle de şu an Gökadadaki tek zeki türün biz olduğumuzu tartışacağım. Savımın temelinde, dolaysız ve gerçekten de Fermi (10), Dyson (11), Hart (12), Simpson (6) ile Kuiper ve Morris (13) gibi başka yazarların da dünya dışı zeki yaratıkların var olmadığı sonucuna ulaşmasına neden olmuş bir fikir bulunuyor: Eğer var olsalardı ve yıldızlararası iletişim teknolojisine sahip olsalardı, aynı zamanda yıldızlararası yolculuğu da geliştirmiş olmaları ve bu nedenle de şu an güneş sistemimizde bulunuyor olmaları gerekirdi. Burada olmamalarından (14) (15), var olmadıkları sonucu çıkar. Bu sav daha önce de ileri sürülmüş olmasına karşın, savın gücü yeterince ciddiye alınmıyor görünmektedir. Yıldızlararası iletişim teknolojisine sahip zeki bir türün, kaçınılmaz olarak yıldızlararası yolculuğu da geliştireceğini ve bunun da kendiliğinden, Gökadanın 300 milyon yıldan daha kısa bir süre içinde keşfedilmesine/kolonileştirilmesine neden olacağını göstererek, bu bakış açısını değiştirmeye çalışacağım.
İlk olarak, yıldızlararası iletişimi geliştiren herhangi zeki türün, aynı zamanda teknolojinin başka alanlarında da en azından bizim bugün sahip olduğumuz teknolojiye, özellikle de roket teknolojisine sahip olacağını (veya birkaç yüzyıl içinde geliştireceğini) varsaymamız gerekiyor. Bu, aslına bakılırsa, yıldızlararası iletişim konusundaki incelemelerde sıklıkla başvurulan sıradanlık ilkesinin (16) (yani tipik bir evrim geçirmiş olmamızın) bir sonucudur. Öte yandan, eğer radyo yoluyla yıldızlararası iletişimin yüksek olası olduğu kabul edildiğinde kaçınılmaz bir varsayım durumuna gelir. İleri bir türün, en azından bizim bildiklerimizi bildiğini varsaymıyorsak, bu durumda ileri türlerin radyo dalgalarını kullandığını düşünmek için ortada bir neden kalmaz; çünkü o halde, bu tür şeyleri keşfedememiş olabilirler. İnsan türü, roket teknolojisini radyo dalgalarının varlığını öğrenmeden yaklaşık 600 yıl önce geliştirmiştir ve günümüzdeki kimyasal roketler, daha önceki tarihlerdeki roket teknolojisinin mantıksal uzantısı olarak görülebilir.
Bizimkiyle karşılaştırılabilir düzeydeki roket teknolojisinin yanı sıra, yıldızlararası iletişim kurabilen bir türün aynı zamanda oldukça ileri bir bilgisayar teknolojisine de sahip olması olasıdır. Sagan, “Dünya dışı zekâyla iletişim kurmak… bizim radyo astronomi konusundaki deneyimlerimiz yol gösterici olarak kabul edilebilirse, neredeyse zekâ olarak nitelendirilebilecek yetilere sahip, bilgisayarlı makineler… gerektirecektir,” (17) demiştir. Ayrıca, dünya dışı yapay radyo sinyallerinin aranması için önerilen Cyclops (18) ve SETI (19) programları, oldukça ileri veri işleme araçları gerektirmiştir. Bu nedenle, yıldızlararası iletişim kurabilen bir türün, bugün sahip olduğumuzla karşılaştırılabilecek bir bilgisayar teknolojisine sahip olmakla kalmadığını, aynı zamanda olanaklı olduğunu bildiğimiz, geliştirilmesi için günümüzde her yıl milyarlarca dolar harcanan ve bilgisayar uzmanlarının çoğunun yüzyıl içinde sahip olacağımızı düşündüğü bir bilgisayar teknolojisine sahip olacağını varsayacağım. Yani, böyle bir türün eninde sonunda insan zekâsıyla karşılaştırılabilir seviyede zekâya sahip, kendi kendine çoğalan evrensel inşa ediciler geliştireceğini kabul edeceğim; gerçekten de uzmanlara göre (20) (21) (22) bu türden makineler yüz yıl içinde geliştirilecektir ve bu makineler, şu an sahip olduğumuz roket teknolojisiyle birleştirildiğinde, Gökadamızın, SETI’de önerildiği gibi (19) 10 MW’lık bir mikrodalga işaret aracının birkaç yüzyıl boyunca çalıştırılmasından daha düşük başlangıç maliyetleriyle, 300 milyon yıldan daha kısa bir süre içinde keşfi ve/veya kolonileştirilmesini olanaklı kılacaktır. Gökadayı hemen yarın keşfetmeye başlamamızı engelleyen şey roket teknolojisi değil, bilgisayar teknolojilerinin yeterli olmamasıdır.
2. Uzay Keşifleri ve Kolonileştirmeye İlişkin Genel Kuram
Uzay keşiflerinde (veya kolonileştirmesinde) teknoloji seviyesinin getirdiği kısıtlamalar çerçevesinde, olası bilgi kazanım hızını maksimize eden ve bilginin maliyetini minimize eden bir strateji benimsenir. Maliyet iki şekilde minimize edilebilir: İlk olarak, araştırma ve geliştirme maliyetlerini düşürmek için mümkün olduğunca “hazır” teknolojilerin kullanılması gerekir; ikinci olaraksa, başka bir amaçla kullanılamayan kaynaklardan mümkün olduğunda yararlanılması gerekir. Yaşam olmayan yıldız sistemlerindeki mevcut kaynaklar, öncesinde bir uzay aracı gönderilmediği takdirde insanlar tarafından kullanılamaz; bu nedenle tüm optimal keşif stratejilerinde, başka yıldız sistemlerindeki mevcut kaynaklar olabildiğince çok kullanılmalıdır. Bu tür bir kullanım günümüzdeki teknoloji söz konusu olduğunda çok kapsamlı olmayacaktır, ancak, bir önceki bölümde öne sürülen bilgisayar teknolojisi düzeyiyle, tersi durumda kullanılamayacak kaynaklar, keşif programının neredeyse tüm maliyetini karşılayacak şekilde işletilebilir.
Burada gereken şey, gerekli yapı malzemeleri ve yapı programı sağlandığı takdirde, herhangi bir makineyi inşa edebilecek bir kendi kendine çoğalan evrensel inşacıdır. Bu makinenin en önemli özelliği, kendi kopyalarını üretebilmesidir. Bu tür bir makinenin kuramsal açıdan olanaklı olduğu von Neumann tarafından gösterilmiştir (23) (24) ve aslına bakılırsa, insanlar, Yeryüzü yüzeyinde çalışmada özelleşmiş evrensel inşacılardır. (Bu nedenle, (11) (12) (13)‘te özetlenen uzay keşifleri (ve kolonileştirilmesi) programları, aşağıda tartışılan keşif stratejisinin yalnızca özel bir örneğidir.)
Başka bir yıldız sistemine gidecek sondaların görev yükü, insan seviyesinde zekâya sahip bir evrensel inşacı (buradan sonra von Neumann makinesi olarak anılacak) ile birlikte, hedeflenen yıldız sistemine ulaşıldığında yavaşlamayı sağlayacak bir motor ve söz konusu yıldız sistemi içinde bir konumdan diğerine ulaşımı sağlayacak bir motordan oluşacaktır; bu sonuncusu bir elektriksel tahrik sistemi (25) veya güneş yelkeni olabilir (26). Bu makineye verilecek görev, kendisinin ve asıl sondanın roket motorlarının kopyalarını yapabileceği malzemeleri aramaktır. Kendi güneş sistemimize (27) ve öteki yıldız sistemlerine ait elimizdeki gözlemlerden ve çağcıl güneş sistemi oluşumu kuramlarının çoğunluğundan yola çıkarsak, bu malzemelerin—ikili yıldız sistemleri de dahil olmak üzere—neredeyse tüm yıldız sistemlerinde, meteorlar, asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve yıldız sisteminin oluşumundan geriye kalan başka artıklar biçiminde kolayca ulaşılabilir olması gerekir. von Neumann makinesi için gereken tüm elementlerin, bu kaynakların birinde veya ötekinde mevcut olması gerekir. Örneğin, asteroitlerde oldukça çeşitli malzemeler bulunmaktadır; birçok asteroit büyük ölçüde nikel ve demirden oluşurken, ötekileri büyük miktarda hidrokarbon içerir (27).
Uzay sondasının kopyaları, üretildikçe fırlatılarak hedef yıldıza en yakın başka yıldızlara gönderilir. Bu sondalar söz konusu yıldızlara ulaştığında, süreç tekrar edilir; ta ki bu şekilde Gökadadaki tüm yıldızlara ulaşılıncaya dek. von Neumann makinesi, yeterli sayıda sonda üretildikten sonra, bulunduğu yıldız sistemini keşfedecek ve elde ettiği bilgileri, keşif etkinliklerinin başladığı asıl yıldıza iletecek şekilde programlanır. Ek olarak, von Neumann makinesi, bulunduğu yıldız sistemindeki kaynakları kullanarak, asıl yıldız sisteminde gerçekleştirilmesi fazlaca maliyetli olacak bilimsel araştırmaları gerçekleştirecek şekilde de programlanabilir.
von Neumann makinelerini, söz konusu yıldız sistemlerini kolonileştirmek için kullanmak da olanaklıdır. Yıldız sisteminde gezegen olmasa bile—sistem, örneğin, yalnızca asteroit benzeri artıkların olduğu bir ikili sistem olabilir—von Neumann makinesi, kaynakların bir bölümünü bir O’Neill kolonisi (30) inşa etmede kullanacak şekilde programlanabilir. Bu kolonide yaşayacak kişilerin koloniye ulaştırılması konusundaysa, bir insan üretmek için gereken tüm bilginin, tek bir insan hücresindeki genlerde bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Böylece, dünya dışı zeki bir tür, canlı bir hücre sentezlemek üçün gereken bilgi birikimine sahip olduğu takdirde—ki kimi uzmanlar, insanlığın bu bilgiye 30 yıl içinde sahip olacağını ileri sürmektedir (31) (32)—bir von Neumann makinesini, kendi türlerinin döllenmiş yumurtalarını sentezleyecek şekilde programlayabilir. Aynı zamanda yapay rahim teknolojisine de sahiplerse—ki bu tür teknolojiler Yeryüzünde başlangıç aşamalarındadır (33)—bu durumda von Neumann makinesini başka yıldızlarda kendi türlerinin üyelerini sentezleyecek şekilde programlayabilirler. Eiseley’in öne sürdüğü gibi (34), bu yaratıklar, yetişkinliğe ulaşıncaya dek O’Neill kolonisindeki robotlar tarafından büyütülebilir ve ardından bu yıldız sisteminde kendi uygarlıklarını kurabilirler.
Başka güneş sistemlerinin, yıldızlara sondalar aracılığıyla dondurulmuş hücreler gönderilerek kolonileştirilebileceği sıklıkla ileri sürülür (35). Öte yandan, söz konusu hücrelerin yıldızlararası uzaklıkları kat etmek için gereken uzun süreler boyunca canlı kalabileceği henüz gösterilmemiştir (36) (37) (38) (39). Bu güçlük, yukarıda özetlenen kolonileştirme stratejisinde geçerli değildir; von Neumann makinesinin bilgisayar hafızası, uzun süreler boyunca büyük ölçüde kararlı kalabilecek hale getirilebilir. Yumurta sentezlemek için gereken bilgi için gereken depolama alanının asıl uzay sondasının hafızasında fazla yer kaplayacağı düşünüldüğü takdirdeyse, gerekli bilgiler, von Neumann makinesinin fazladan depolama alanı üretmesinin ardından mikrodalgalarla iletilebilir. Buradaki kilit nokta, bir von Neumann makinesi başka bir güneş sistemine gönderildikten sonra, buradaki kaynakların tamamının von Neumann makinesini kontrol eden zeki tür için ulaşılabilir hale geleceğidir; böylece tersi durumda fazla maliyetli olacak tüm projeler olanaklı hale gelir. von Neumann makinesi, başka zeki türlere sinyal göndermek üzere çok güçlü radyo vericileri inşa edecek şekilde dahi programlanabilir!
Böylece, yıldızlararası yolculuk sorunu, bir von Neumann makinesini başka bir yıldız sistemine ulaştırmak sorununa indirgenmiş olur. Bu, günümüz roket teknolojisiyle dahi gerçekleştirilebilir. Örneğin Hunter günümüzdeki kimyasal roketlerle, fırlatma Yeryüzü yüzeyinden yapıldığı takdirde dahi Güneşe yaklaşmak için Jüpiter’de kütleçekimsel sapan manevrası yapılıp ardından günberide hız artımı verilerek, yaklaşık 90 km s-1‘lik bir güneş sistemi kaçış hızına (ves) ulaşmanın olanaklı olduğuna işaret etmiştir (40) (41). Kaynaklardan (28) ve (29)‘da tartışıldığı gibi, öteki yıldızların çoğunda da, bu fırlatma stratejisinin hedef güneş sisteminde yavaşlamak üzere kullanılabilmesi için özellikleri Jüpiter-Güneş sistemine yeterli ölçüde benzer gezegenler (veya eş yıldızlar) olmalıdır. İlk hızlanma için kütle oranı μ (görev yükü kütlesinin, ilk fırlatma kütlesine oranı) 103 olacaktır; dolayısıyla yolculuğun tamamı μ < 106 gerektirecektir (eşitsizlik küçüktür içerir, çünkü 103 Yeryüzü yüzeyinden olacağı varsayılan bir fırlatma içindir); bu oldukça yüksek olmakla birlikte yine de uygulanabilir bir değerdir. Yalnızca Jüpiter kütleçekimsel sapan manevrası yapıldığı takdirde hız ~1,5×10-4c ve μ < 103 olur. Voyager uzay aracı için güneş sistemi kaçış hızı yaklaşık 0,6×10-4c ve μ = 850 olacak (42).
Bu nedenle, herhangi zeki bir türün, başka bir yıldız sistemindeki yavaşlamayla birlikte, yolculuk hızı ves‘nin 3×10-4c olduğu, tek yönlü bir yolculuğu gerçekleştirebilecek teknolojiyi geliştirebileceğini varsaymak akla yatkındır. Bu hızda, en yakın yıldıza yolculuk süresi 104 ila 105 yıl olacaktır. Bu kadar uzun bir yolculuk süresi, yüksek derecede kendi kendini onarımı gerektirecektir ancak görev yükü için varsayılan bilgisayar teknolojisi düzeyinde bunun olanaklı olması gerekir (43). Bu kadar uzun sürelerde işleyebilecek nükleer enerji kaynakları geliştirilebilir. Bununla birlikte, nükleer enerji kaçınılmaz değildir. Serbest düşüş süresince güç kullanımı düşük olduğu takdirde enerji kaynağı olarak kimyasal tepkimeler bile kullanılabilir. Söz konusu ves yıldızların rastgele hareketi mertebesinde olduğundan, son derece hassas bir yöngüdüm gerekecektir, ancak bu, varsayılan bilgisayar teknolojisi düzeyinde aşılamaz bir sorun değildir.
Uzun yolculuk sürelerinden ötürü, sıklıkla yıldızlararası sondaların hedeflerine ulaşamadan önce eski teknolojiler haline geleceği ileri sürülür. Bununla birlikte, bir von Neumann makinesi temel anlamda eski bir teknolojiye dönüşemez. Makineye, hedef yıldıza ulaştığında en yeni aygıtları üretmesi komutu verilebilir.
İncelemeyi yalnızca günümüz roket teknolojisiyle sınırlamak büyük olasılıkla fazlaca tutumlu bir yaklaşımdır. Zeki türlerin eninde sonunda en azından günümüzde teknik açıdan olanaklı olarak görülen sınıra ulaşması olasıdır. Örneğin, Orion Projesi’nde (45) nükleer darbe roketinde tek yönlü bir yolculuk ve hedef yıldızda yavaşlama için güneş sistemi kaçış hızı ves için 3×10-2c ve μ = 36 düşünülmüştür. Bu sondanın maliyeti, 1979 fiyatlarıyla, neredeyse tüm maliyet döteryum yakıta ait olmak üzere büyük olasılıkla 3×1012 dolar civarında olacaktır. Bu, ABD’nin günümüzdeki gayrisafi milli hasılası kadardır. İngiliz Gezegenlerarası Topluluğu’nun yıldızlararası sonda çalışması olan Daedalus Projesi’nde, nükleer darbe roketiyle başka bir yıldıza yapılacak uçuşta (hedef yıldızdaki yavaşlama hariç) ves = 1,6×10-1c, μ = 150, ve maliyet de 9×1011 dolar olarak hesaplanmıştır. Önceki durumda olduğu gibi, maliyetin neredeyse tamamı helyum-3 yakıtından kaynaklanmaktadır (1960 fiyatlarıyla). Hedef yıldızdaki yavaşlamayla birlikte, μ = 2×104 ve maliyet 1,4×1014 dolar olur ki bu, ABD gayrisafi milli hasılasının 100 katıdır ve gereken helyum-3’ün, Daedalus’ta araştırmalarında helyum kaynağı olarak düşünülen Jüpiter atmosferinden toplanması yüzyıllar alacaktır.
Bu tür sondaların maliyeti günümüzdeki uygarlığın sahip olduğunun ötesindedir. Bununla birlikte maliyetin neredeyse tamamının roket yakıtından kaynaklandığına dikkat edin. Olası keşif stratejilerinden biri, ves = 0,1 hızına ulaşabilecek şekilde tasarlanmış bir sonda ile inşa verilerinin kaydedildiği bir von Neumann makinesini, ulaşılan yıldız sisteminde von Neumann makinelerine sahip birkaç yüksek hızlı (0,1c) sonda inşa etmek ve yakıtlarını sağlamak üzere programlayarak, kimyasal bir roketle 3×10-4c hızıyla yakın yıldız sistemlerinden birine göndermektir. Bu sondalar da kendi hedef yıldızlarına ulaştığında başka yüksek hızlı sondalar inşa edecek şekilde programlanır ve bu böyle sürer. Bu şekilde zeki türün yıldızlararası sonda yatırımı minimize olurken, gökadanın keşfedilme hızı da maksimize olur. (von Neumann makinelerinin, gerekli teknolojiyi öteki yıldız sisteminde geliştirecek şekilde programlanabilmesi de akla yatkındır. Bu, başlangıç yatırımını daha da düşürür.) Buradaki dezavantaj, kuşkusuz, 104 yıl boyunca öteki yıldız sistemleri hakkında hiçbir bilginin asıl güneş sistemine ulaşamayacak olmasıdır. İlk sondanın maliyetiyle, zeki türün öteki yıldız sistemleriyle ilgili bilgileri almaya başlaması için geçecek süre arasında bir ters orantılı bir denge söz konusudur. Öte yandan, asıl fırlatmadan 105 yıl sonra ves = 0,1c’lik ikinci kuşak sondalarla birlikte yılda birkaç güneş sistemi hızında keşif yapılabilir hale gelir. Zeki türün yalnızca sabırlı davranması ve en azından bir tanesinin kendisini çoğaltmayı (veya yüksek hızlı sonda üretmeyi) başarabileceğini kesinleştirmek için yeterli sayıda ves = 3×10-4c sondası fırlatması gerekir. Daedalus projesi, başarısız görevlerin 10-4 oranında olduğu bir görev tasarlamayı amaçlamaktadır ve tasarımcılar tümleşik onarım sisteminin varlığında bu başarısızlık oranının akla yatkın olduğunu savunmuştur. Başarısızlık oranını kabul ettiğimiz ve başarısızlıkların istatistiksel olarak birbirinden bağımsız olacağını varsaydığımız takdirde, başarısızlık olasılığını 10-12‘ye düşürmek için yalnızca üç sondanın fırlatılması yeterli hale gelir. Mevcut roket teknolojisinden yola çıkarak, von Neumann sondaları kendi kendilerini yaptığı ve—von Neumann makineleri başka amaçlarla büyük olasılıkla zaten geliştirilmiş olacağından—başlangıçtaki ar-ge maliyetleri düşük olacağı için, başlangıçtaki düşük hızlı sondaların her birinin maliyetinin 1×109 dolardan az olacağını söyleyebiliriz (46). Dolayısıyla, Gökadanın keşfi, Apollo programının maliyetinin onda birinden daha düşük şekilde yaklaşık 3 milyar dolara mal olacaktır.
Keşif ve/veya kolonileştirme hızını maksimize etmek için [dav / ves + tconst] değerinin minimize edilmesi gerekir; burada dav yıldızlar arasındaki ortalama uzaklık ve tconst da von Neumann makinesinin kendisini ve uzay sondasını kopyalaması için gereken süredir. tconst süresi, ves = 0,1c sondaları için, 10-4c sondaları için olduğundan çok daha büyük olacaktır. Öyle sanıyorum ki minimum değer olarak ves = 5×10-2c ve tconst = 100’de elde edilecektir. Burada dav = 5 ışık yılı değeri kullanıldığında 2,5×10-2 ışık yılı/yıl’lık bir yayılma hızı elde edilir ve dolayısıyla Gökada 4 milyon yılda keşfedilebilir. Bu makale kapsamında yalnızca günümüz roket teknolojisini göz önünde bulunduracağım için yayılma hızı olarak 3×10-4 ışık yılı/yıl ve Gökadanın keşfi için de (tconst < 103 yıl ile birlikte) 3×108 yıl değerleri elde edilir.
Gökadanın başlayan keşfi ve/veya kolonileştirilmesi, matematiksel ada kolonileştirme kuramıyla oldukça hassas bir şekilde modellenebilir; bu kuram MacArthur ve Wilson tarafından (47) (48) oldukça kapsamlı bir şekilde geliştirilmiştir ve okyanustaki adalar, gökyüzündeki yıldızlarla ve von Neumann makineleri de biyolojik türlerle yakından benzerdir. Bu kuramdan yıldızlararası keşifler ve/veya kolonileştirmeyle ilgili çıkarılabilecek birkaç genel sonuç vardır. İlk olarak, kolonileştirmenin farklı aşamalarında benimsenebilecek, r-stratejisi ve K-stratejisi olarak adlandırılan iki temel davranış stratejisi bulunur. Burada r net üreme oranı ve K da çevrenin taşıma kapasitesidir. Bunlardan r-stratejisi ne pahasına olursa olsun hızlı üremeyle ilgilidir ve ardından kolonileştirmenin erken aşamaları gelecektir; K-stratejisindeyse, r [üreme] çok daha düşüktür ve asıl vurgu hedef yıldız sistemindeki ekolojik nişin sağlama alınmasındadır. K-stratejisi, güneş sisteminin kolonileştirilmesinin üstünden bir süre geçtikten sonra benimsenir ve başka yıldızlara daha düşük sayıda sondanın gönderilmesine neden olur. Geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca Batı toplumu r-stratejisini benimsemiş, ancak çevrenin taşıma kapasitesine yaklaşıldıkça K-stratejisini benimsemeye başladı. İkinci olaraksa, MacArthur-Wilson kuramı, fırlatılan sistemden d uzaklığına ulaşacak sondaların oranının √2 / π [exp(-d2/2 )] / d olduğunu söyler ki bu da ves = 5×10-2c hızındaki sondaların 2,5×10-2 ışık yılı/yıl keşif hızının iki katından fazlasının ortaya çıkabileceğine işaret eder.
3. Zeki Türlerin Evrimiyle İlgili Astrofiziksel Kısıtlamalar
Bir yıldız sisteminde yıldızlararası iletişim girişiminde bulunacak zeki bir türün evrimleşme olasılığı Drake denklemiyle ifade edilir:
p = fp ne fl fi fc
Burada fp göz önünde bulundurulan yıldız sisteminde gezegenler olması olasılığı, ne gezegenleri olan güneş sisteminde yaşanabilir bölgede bulunan gezegenlerin sayısı, fl yaşanabilir gezegenlerden birinde yaşamın ortaya çıkma olasılığı, fi yaşamın ortaya çıktığı gezegende zeki yaşamın evrimleşme olasılığı ve fc de evrimleştiği gezegenin oluşumundan itibaren 5 milyar yıl içinde yıldızlararası iletişim kurma olasılığıdır. Zaman sınırlamasını ifade eden fc birçok dünya dışı zekâ tartışmasında üstü kapalı olarak bulunur. Yaklaşık 5 milyar yıllık bir zaman sınırlaması kullanılmasının nedeni, Drake denklemini halihazırda var olan uygarlıkların sayısını tahmin etmek üzere kullanmaktır. Örneğinfc, maksimumu t = 30 milyar yıl ve σ = 1 milyar yıl olan bir Gauss dağılımına sahipse, bu, gökadadaki tek uygarlığın biz olduğumuz anlamına gelir. Aşağıdaki olasılık tahminleri, fc, gezegen oluşumundan 5 milyar yıl sonra, tpeak < 6 milyar yıl ve σ > 1 milyar yıl değerleriyle keskin bir tepe yaptığı durumda geçerlidir.
Drake denklemindeki sorun yalnızca fp‘nin—ve daha düşük ölçüde de olsa ne‘nin—deneysel olarak belirlenmesinin gerekmesidir. Bir olasılığı yüksek bir güven düzeyiyle belirleyebilmek için oldukça büyük bir örnekleme sahip olmak gerekir; oysa fl, fi ve fc için yalnızca bir örnek, Yeryüzü mevcut. Bununla birlikte, önceki bölümlerdeki yıldızlararası iletişim kurma girişiminde bulunan tüm zeki türlerin bu teknolojiye sahip olduktan sonra 100 yıl içinde gökada keşiflerine başlayacağı savı kabul edildiği takdirde, örneklem büyüklüğü, tex < 300 milyon yıl Gökadaya yayılmak için gereken süre olmak üzere, tage = 5 milyar yıl + tex olan yıldız sistemlerini de içerek şekilde artar. Başka bir deyişle, Drake olasılığı p, N değeri tage‘den daha yaşlı yıldız sistemlerinin sayısı olmak üzere, 1/N‘den büyük veya ona eşittir; çünkü, bunların tamamı Drake denkleminin temelinde yatan kabuller kapsamında iletişim kurabilecek zeki türlerin evrimleşmesine aday, ancak evrimleşmediği yıldızlardır. Bu yıldızların çevresindeki gezegenlerde, yıldız oluşumundan itibaren 5 milyar yıl içinde böyle türler evrimleşmiş olsa, sondalarının halihazırda güneş sisteminde bulunuyor olması gerekirdi, ancak sondaları burada değil (14) (15). fp ve ne, ilke olarak doğrudan astrofiziksel ölçümlerle belirlenebileceğinden, dünya dışı zeki yaratıkların güneş sistemimizde olmamaları, yalnızca biyolojik ve sosyolojik etmenlere bağlı olan flfifc çarpımının üst sınırıyla ilgili doğrudan bir astrofiziksel bir ölçüm elde etmemizi sağlar.
Bu savda, Drake denklemindeki beş olasılığın, gökadanın yaşıyla birlikte hızlıca değişmediği kabul edilir. Mevcut astrofiziksel kanıtlar ve güneş sistemlerinin oluşumuyla ilgili kuramların çoğu, bu varsayımın geçerli olduğuna işaret etmektedir. Güneş sistemlerinin oluşumu, yıldızlararası gazın ‘metaller’ (helyumdan daha ağır elementler) açısından yeterli ölçüde zenginleşmiş olmasını gerektirir. Uzmanların çoğu (29) (51) (52) (53) var olan metallerin büyük bir bölümünün, gökadanın tarihinin erken dönemlerindeki devasa yıldızlarda—gökadanın ilk 100 milyon yılında—oluşmuş olduğu ve o zamandan bu yana en fazla iki kat değiştiği konusunda hemfikirdir. Kanıtlar (54) (55) gökadanın yaşının 11 ila 18 milyar yıl arasında olduğunu göstermektedir ve yıldız oluşum hızının, ağır elementlerin hızla oluştuğu dönemden beri üstel olarak azaldığı kabul edilir (52). Mevcut yıldız oluşumu kuramı, başlangıç kütle fonksiyonunun—birim zamanda kütlesi m ila m+Δm arasında olan yıldız oluşumunun—ilk büyük kütleli yıldızların hızla ortaya çıkışından sonra zamanla değişip değişmediğini kesin olarak belirleyememektedir (51). Dahası, yeryüzü benzeri gezegenlerin oluşumunun, metal bolluğuna ne ölçüde bağlı olduğu da net değildir (56) (57). Bununla birlikte, gözlemden elde edilen kanıtlar (51) (sahip olduğumuz kadarıyla) başlangıç kütle fonksiyonunda veya yeryüzü benzeri gezegen oluşum hızında, zaman içerisinde büyük değişimler olmadığına işaret etmektedir. Dolayısıyla, dünya dışı zekâ konusundaki tartışmaların çoğunda olduğu gibi, bunların yaklaşık olarak sabit olduğunu kabul edeceğim (58) (59). fl, fi, fc çarpanları, Gökadanın bir bütün olarak evrimine güçlü bir şekilde bağlı değil gibi görünüyor (buna karşılık bkz (60) (61) (62)) ve bu nedenle sabit olarak ele alınabilir. Gökada, 11 ila 18 milyar yaşında olduğu için 5,3 milyar yıldan yaşlı olan yıldızların sayısıN, Güneşten sonra oluşan yıldızların sayısının yaklaşık olarak iki katıdır ve bu nedenle de yaklaşık olarak Gökadadaki yıldız sayısına, 1011‘e eşittir. Dolayısıyla p ≤ 10-11 olur. Yıldızlararası iletişim tartışmalarına sıklıkla kullanılan (2) (18) fp = 0,1 ve ne = 1 değerlerini kabul edersek, bu durumda flfifc ≤ 10-10 olur. Şu halde, Gökadada şu an var olan, iletişim kuran uygarlıkların sayısı p × (gökadadaki yıldız sayısı) = 1’e eşit veya ondan küçüktür; başka bir deyişle, yalnızca biz varız.
Şu an gökadada var olan tek teknolojik uygarlığın biz olduğumuz çıkarımı, iletişim kurabilen türlerin eninde sonunda yıldızlararası yolculuklara girişeceği dışında hiçbir biyolojik veya sosyal sava veya fp ve ne değerlerine dayanmaz. Çıkarımın dayanakları, yıldızlararası yolculuk savı, gökada ortamının Gökadanın tüm tarihi boyunca beş kattan fazla değişmediği olgusu ve dünya dışı sondaların şu an güneş sistemimizde olmaması (?) olgusudur.
4. Yıldızlararası İletişim ve Keşif Gerekçeleri
Zeki bir türün yıldızlararası iletişime karşı olan ve yüzyıllar boyunca sürdürdüğü bir ilgisi ve buna yönelik geliştirdiği teknolojisi olup da yıldızlararası yolculuk denemesi yapmayacağı akla yatkın bir senaryo oluşturmak oldukça zordur. Tüm zeki türlerin, von Neumann makineleri geliştiremeden önce, ilgilerini yitirmeleri veya nükleer silahlarla kendi kendilerini yok etmeleri nedeniyle tüm iletişim çabalarını durdurdukları şeklindeki kötümser bakış benimsendiğinde bile, Gökadadaki yıldızlararası iletişime olan ilgisini yitirmeyen tek türün bizler olmamız sonucu değişmez. Çünkü bu durumda, iletişim kuran bir uygarlığın ömrü L (bilgisayar uzmanlarımızın von Neumann makinelerinin geliştirilmesi için gerektiğini tahmin ettikleri süre olan) 100 yıla küçük-eşittir ve Drake denklemi gökadadaki iletişim kurabilen uygarlıkların sayısı için n = R∗pL verdiğinden, Sagan’ın R∗p = 1/10 şeklindeki iyimser tahminini kullandığımızda bile n = 10 elde edilir. (Burada R∗ ortalama yıldız oluşum hızıdır.) Burada elde edilen n değeri, önceki bölümde elde edilen n ⁓ 1 değeriyle temel olarak aynıdır ve ne olursa olsun, kısa ömürlü uygarlıklar ortalama olarak yıldızlararası iletişime girişemeyecek denli birbirlerinden uzak olacaklar ve kısa süre var olacaklardır. Eğer L ≥ 100 ise, türün sonda teknolojisi geliştirecek zamanı olur ve L, p‘nin hesaplanmasıyla ilgisiz hale gelir. Sondalar bir kez fırlatıldığında, Gökadayı otomatik şekilde keşfedeceklerdir; ilgili uygarlığın yok oluşu onları durdurmayacaktır. Bu nedenle elimizde kalan tek olasılık, radyo iletişim teknolojisine sahip olan ve kullanma isteği olan zeki yaratıkların, bu keşif stratejisini benimsememelerinin nedeni teknolojiyi geliştirme yetisine sahip olmamaları değil, geliştirmemeyi tercih etmiş olmalarıdır.
Bu görüşü benimsemek içinse geçerli bir neden yoktur. Yıldızlararası iletişime girişmeye ilişkin neredeyse tüm nedenler, aynı zamanda Gökadanın keşfedilmesi için de güçlü savlar oluşturur. Örneğin, iletişimi güdüleyen neden başka zeki türlerle bilgi alışverişiyse, bu durumda Bracewell’in dikkat çektiği gibi (63) (64), uzay sondalarıyla iletişim kurmanın radyo dalgalarıyla iletişim kurmaya göre birkaç avantajı vardır. Sözgelimi, öteki türün kullandığı radyo frekansını tahmin etmeniz gerekmez. Aslına bakılırsa, sondanın görev yükü bir von Neumann makinesi olduğu takdirde, makine, iletişim kurulmak istenen türün güneş sisteminde, gözden kaçması kesinlikle olanaklı olmayan bir yapı inşa edebilir. Hiç değilse, bin mil genişliğinde bir “Coca Cola içiniz” tabelası inşa ederek öteki türün gezegeni etrafında yörüngeye oturtabilir. Bilgi alışverişi, iletişim kurulmak istenen tür sondayı fark ettikten sonra birçok çeşitli yolla yapılabilir. von Neumann makinelere kullanmak, yıldızlararası sondaların bir temas yöntemi olarak kullanılmasına karşı getirilen başlıca itirazı, yani muazzam sayıda yıldıza sonda göndermenin yaratacağı maliyet itirazını geçersiz kılar. İçlerinden bir tanesinin başka bir güneş sisteminde kendi kopyalarını üretmeyi başaracağını kesinleştirmek üzere yalnızca birkaç sonda üretilmesi yeterlidir. Bunun ardından sondalar başka yıldızlara otomatik olarak, asıl türe herhangi fazladan maliyet yaratmadan gönderilebilir.
Morrison şöyle demiştir (4): ‘… gerçek bir yıldızlararası temas sağlandıkltan sonra özel bir türden, elde edilecek bilgiler için veya ticaret fırsatları için değil, bilinen bir hedef konumunun olduğu özel durumda, yalnızca yapabileceğimiz için törensel bir yıldızlararası yolculuk gerçekleştirilebilir. Bu olanaklıdır, yapılabileceği düşünülebilir; ancak bir arama yöntemi olarak son derece olasılık dışıdır.’ Öte yandan, herhangi bir nedenle tek bir sondanın fırlatıldığını düşünürsek, bu sonda görev yükü olarak bir von Neumann makinesi taşıdığı takdirde, aynı sonda, 2. bölümde özetlenen gökadaya yayılma programını başlatmak üzere kullanılabilir. Sonda, yaşam olduğunu bilinen güneş sistemine doğru giderken, aradaki başka bir yıldız sisteminde durur; kendisinin birkaç kopyasını inşa eder; yakıtını tazeler ve ardından yolculuğunu sürdürür (veya yaşam barındıran sisteme kopyaları gönderir). Yaşam barındıran sistem 100 ışık yılından uzaksa ve ves ≤ 0,1c ve tconst ≤ 100 yılsa, sisteme ulaşmak için gereken süre yüzde 10’dan daha az uzamakla birlikte, tüm Gökadanın keşfedilmesi ve kolonileştirilmesi bedavaya elde edilmiş olur. Dahası, yaşam barındıran sistem çok uzakta olduğundan gönderilecek sondanın otonom olması gerekir; yani, insan düzeyinde yapay zekâya sahip bir bilgisayar içermesi ve kendi kendisini onarabilmesi, kısacası, temel olarak bir von Neumann makinesi olması gerekir. Makinenin işleyişi ve işlevleri, herhangi yıldızlararası sondayı gökada keşfine uygun hale getireceğinden, bunu kullanmamak için nasıl bir neden olabilir?
Gökadamızda ortaya çıkan, yıldızlararası iletişimle ilgilenen ilk türün benimseyeceği stratejiyi ele alalım. Bu büyük olasılıkla böyle başka bir türün ortaya çıkışından binlerce, hatta belki de milyonlarca yıl önce olurdu. Aynı anda böyle başka bir tür daha ortaya çıkmış bile olsa, aralarındaki uzaklığın 100 ışık yılından daha düşük olması olasılığı 10-6‘dan düşük olurdu. Bu nedenle, ilk tür sinyal yollamaya başladıktan sonra binlerce veya milyonlarca yıl yanıt alamazdı. Bu zaman boyunca, yatırım yapabileceği başka yıldız sistemleri hakkında hiçbir bilgi edinememiş olurdu. Bu dönem boyunca yıldızlararası iletişime karşı güçlü isteği sürdüğü takdirde, birkaç sonda fırlatmaması için herhangi bir neden olmazdı. Bu şekilde, başka zeki yaratıklar keşfedilmemiş bile olsa, 100 ila 104 yıl içinde başka sistemlere ilişkin birtakım bilgiler edinmesi kesinleşirdi. Ayrıca Gökadada başka zeki yaratıklar olduğu takdirde, yıldızlararası iletişim istekleri hiçbir zaman ortaya çıkmasa dahi von Neumann sondaları eninde sonunda onları bulurdu. Radyo dalgalarıyla kurulmaya çalışılan iletişimin sonuçsuz kalmasında, her zaman yanlış frekansın seçilmiş olması, öteki türlerin radyo dalgalarından başka araçlar kullanıyor olması vesaire olasılıklar bulunur. Sondalarda böyle sorunlar söz konusu değildir. İnsanlık tarihine bakarak değerlendirecek olursak, ilk türlerin radyo işaret araçları yerine sondalar fırlatacaklarını söyleyebiliriz. Bu yüzyılın başlangıcında Lowell, Mars’ta zeki yaratıkların olduğundan eminken ve gezegenler arası roketli sondalar saçma düşler olarak nitelendiği sırada, Harvard’da astronom olan W. H. Pickering (66) bu yarım mil karelik bir ayna kullanılarak bu yaratıklarla iletişim kurmanın olanaklı olduğuna dikkat çekiyordu: ‘[bu,] Marslı gözlemciler için entelektüel ve fiziksel olarak bizim eşitlerimizlerse, aşırı derece dikkat çekici olacaktır.’ Mars’la ilgili varsayımsal Marslılardan bilgi edinmek üzere böyle bir aracı kullanacak olsak yine de Mars’la ilgili pek az şey öğrenirdik. Bunun yerine Mars’a sondalar gönderdik ve Sagan’ın yakın zamanda yaptığı önerilerdeki (67) gelişmiş Mars sondaları, hareket ve tutma yetisiyle dikkate değer ölçüde yapay zekâsı olan robotlar olarak von Neumann makineleri yönünde atılacak bir adımdır.
Hem Homo sapiens hem de gezegenimizdeki öteki canlı yaratıklarca benimsenen tipik davranış örüntüsünün zeki olan tüm türler tarafından da sergileneceğini kabul edersek (ki bunu reddetmek sıradanlık kabulünü reddetmek olur), bu durumda yeterince gelişmiş zeki türlerin mutlaka von Neumann sondaları fırlatacağı sonucuna varmamız gerekir. Tüm canlıların yeni çevrelere dağıldığı bir yayılma süreci (68) vardır; çünkü yayılmacı davranış örüntüsü doğal seçilimce tercih edilir. Yayılma genel olarak genetik yapılarının elverdiği sınırlara dek sürer. Zeki türlerdeyse bu sınır, teknoloji düzeyiyle belirlenir (69) (70) ve yayılmacı davranış örüntüsünün en azından kimi zeki tür gruplarında ortaya çıkması beklenir. Bu nedenle, en azından türlerdeki kimi grupların Gökadaya yayılma girişiminde bulunmasını beklememiz gerekir ve yalnızca tek bir başarılı von Neumann sondasının inşası dahi bunun için yeterlidir. Bu tür sonda fırlatarak, sondayı yıldızları kolonileştirmek için kullanan bir tür, kendi yıldızının ölümü, nükleer savaş vesaire gibi durumlardan sağ kurtulma olasılığını artırmış olur. Bunun için (zeki olan veya olmayan) başka türlerin topraklarının ele geçirilmesinin gerekmediğine dikkat edin. Söz konusu tür, örneğin, çalışmalarını çevresindeki gezegenlerde yaşam olmayan yıldızlar etrafındaki O’Neill kolonileriyle kısıtlayabilir.
Yıldızlararası iletişim kurabilecek teknolojiyi geliştiren ancak kontrolünü yitirebilecekleri korkusuyla von Neumann makineleri inşa etmekten kaçınacak zeki türler olması olanaklıdır. Hiçbir kopyalama kusursuz olamayacağından, von Neumann sondalarını zeki türün kontrolü altında tutan programın kopyalama işlemi sırasında yanlışlıkla atlanması ve bunun sonucunda kopyanın kendi gündemine göre hareket etmesi söz konusu olabilir. Bu sorundan üç şekilde kaçınılabilir. İlk olarak, sondayı kontrol altında tutan program, programın geri kalanıyla o derecede bütünleşik bir hale getirilir ki, yokluğu sondanın doğru şekilde işlemesini tamamen olanaksız hale getirir. Bu, rekombinant DNA teknolojisinde kullanılan hücreler üzerine uygulanan sınırlamalarla benzerdir. İkincisi, zeki türler sondaları ulaştıkları yıldız sistemlerinde söz konusu türlerin kolonilerini kuracak şekilde programlayabilir. Bu koloniler, kontrolden çıkan sondaları yok etme yetisine sahip olacaktır. Üçüncüsü, zeki tür, von Neumann makinelerinin kontrolden çıkıp çıkmayacağını önemsemiyor olabilir. Ne de olsa von Neumann makineleri et ve kemik yerine metalden oluşan zeki varlıklar olacaklardır. İnsan uygarlığının yükselişi, ırkçılığın düşüşü ve—özgürlük de dahil olmak üzere—insan haklarının yaygınlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Bu eğilim, tüm uygar yaratıkların kültürlerinde gerçekleşiyor ve sürüyorsa, von Neumann makinelerinin zeki varlıklar olarak eşit görülmeleri ve doğal olarak evrimleşen tür tarafından icat edilen ardıllar olarak görülmeleri ve onların kendilerini icat eden yaratıklarla aynı özgürlüğe sahip olduğunun düşünülmesi olasıdır. Öte yandan, zeki türler ırkçılıklarını koruduğu takdirde, öteki ‘etten ve kemikten’ zeki türleri ‘insan dışı’ olarak nitelemeleri olası görünüyor. Böyle bir durumda iletişim kurmaktan tamamen kaçınabilirler (yoksa yabancı fikirlerle kültürleri ‘kirlenebilir’), von Neumann makineleriyle Gökadayı kendi kolonileri haline getirebilirler (yoksa öteki ‘insan dışı’ yaratıkların sayısı onları geçebilir) veya bu öteki zeki türleri yok etmek için kullanabilirler. Örneğin, ‘dışlama ilkesine’ yani iki türün aynı bölgedeki aynı ekolojik nişi aynı anda işgal edemeyeceği fikrinin zeki türler için de geçerli olduğuna (71) (72) inandıkları takdirde, kolonileştirme ve yok etme benimseyecekleri en iyi stratejiler olacaktır. O’Neill kolonilerinin geliştirilmesinin ardındansa, zeki bir türün işgal ettiği ekolojik niş, bir güneş sisteminde bulunan tüm madde haline gelir. İki zeki türün ekolojik nişleri örtüşecektir. Ne olursa olsun von Neumann makineleri kullanılır. Tür, yabancı fikirlerin kendisinden çekinmiyor ancak kendi kültürünün bir başka kültürle kirlenmesini istemiyorsa, radyo iletişimi kurmaktan kaçınacaktır. Bununla birlikte, sondalar kullanılarak, yabancı tür öteki türün varlığının farkına varmadan onu incelemek olanaklı hale gelir.
Buraya dek göz ardı ettiğim son bir olasılıksa, zeki türlere ait von Neumann sondalarının halihazırda güneş sistemimizde bulunuyor olmasıdır. Bir sonda yakın zamanda buraya vardıysa, varlığına ilişkin kanıtlar henüz olmayabilir. Bir sondanın son yirmi yıl içinde ulaşmış olma olasılığı 10-9‘dur (= 20/[gökadanın yaşı]). Böylece, dünya dışı yaratıkların var olması ve sondalarının yakın zamanda ulaşmış olması olasılığı, fl fi fc‘yle hesaplanan, evrimleşmiş olmaları olasılığından daha yüksektir. Bir başka olasılıksa, buraya gelmiş ancak şu veya bu nedenle varlıklarını açığa vurmuyor olmalarıdır; bu fikir hayvanat bahçesi hipotezi olarak adlandırılır (73). Kuiper ve Morris (13) bu hipotezin, söz konusu dünya dışı varlıklarla ana gezegenleri arasında kurulan iletişim saptanarak sınanabileceğini ileri sürmüştür. Başka bir olası sınamaysa, güneş sistemimizde gerçekleştirilecek von Neumann makinesi inşa çalışmalarını saptamaktır. Örneğin, bu tür çalışmalardan kaynaklanacak artık ısı araştırılabilir. Dyson’ın dikkat çektiği gibi (11) (74) bu artık ısı, kızılaltı ışınım fazlalığına neden olacaktır ve von Neumann sondalarının bulunma olasılığı en yüksek olan bölge, inşa malzemelerinin kolayca erişilebilir olduğu asteroit kuşağıdır. (Asteroit kuşağında astronomik kökenleri olan kızılaltı ışınımın saptanması gerçekten şaşırtıcı olur (75).) Bu tür bir von Neumann makinesi güneş sistemimizde olduğu ve bizi incelemek isteyen büyük sayıda karşılıklı iletişim halindeki zeki türler bulunduğu takdirde, söz konusu von Neumann makinesinin bu türlerin üyelerinden ve her birine uygun uzay araçları üreteceğini düşünebiliriz. Bu nedenle, Yeryüzünde bizi inceleyen çeşitli türler ve çeşitli türden uzay araçları görmeyi bekleyebiliriz (76). Oysa hiçbir türden hiçbir dünya dışı gemi görülmemektedir (14) (15). Dahası, zeki türler var olsaydı, sondaları buraya büyük olasılıkla bir milyar yıl önce, Yeryüzünde tek hücreli organizmalardan başka hiçbir canlı yokken gelmiş olurdu ve teknolojilerini gizlemek için herhangi bir nedenleri olmazdı. Asteroit kuşağının tamamı şimdiye dek yapay yapılara dönüştürülmüş olurdu. Bu nedenle, dünya dışı zeki yaratıkların var olmadığına ilişkin muazzam miktarda kanıt söz konusudur.
Ancak bunlar, kuşkuya yer bırakmayacak kanıtlar değildir; son derece gelişmiş teknolojisi olan varlıklar güneş sistemimizde olmalarına karşın istedikleri takdirde varlıklarını gizleyebilirler. Buradaki asıl önemli nokta, gökadanın bir yerlerinde dünya dışı zeki yaratıkların varlığına olan inancın, UFOların dünya dışı uzay gemileri olduğuna ilişkin yaygın inançtan pek de farklı olmamasıdır. Aslına bakılırsa, her iki inancın psikolojik güdülerinin aynı olduğunu düşünüyorum: ‘Kendi kendimizden, mucizevi bir yıldızlararası müdahaleyle kurtulacağız…’ ((77)‘de sayfa 272’den alıntılanmıştır).
Kaynak (1)‘de tartışıldığı gibi, dünya dışı zeki yaratıklara olan inanç, kozmosun enginliğiyle ilişkilendirilir: Muazzam sayıda yaşanabilir gezegen varsa, bunlardan yalnızca birinin yaşam barındırması akla yatkın olabilir mi? Bu sorunun yanıtının evet olduğu kanısındayım. Wheeler (78) evren şu an olduğundan çok daha küçük olsa zeki yaşamın evrimleşmesine fırsat kalmadan nihai bir tekillikte çökeceğini ileri sürmüştür. Bu ‘İnsancıl İlke’ savlarının bir örneğidir. İnsancıl İlke (79) (80) (81), evrenin birçok yönünün, evrende zeki yaşamın var olması gerekliliğiyle belirlendiğini söyler. Bu nedenle, evrenin tek bir zeki tür barındırması için 1020 yıldız içermesi gerekir. Bu nedenle, yalnızca tek bir zeki tür olmasına şaşırmamamız gerek.
KAYNAKLAR
(1) Yaşam barındıran gezegenlerin tek ve çok olması, Holton’un kullandığı anlamda (The Scientific Imagination: Case Studies, Cambridge University Press 1978) bir tema-karşı tema çiftidir ve bu nedenle bilimde uzun bir geçmişi olmuştur. Ortaçağdaki kilise, insanın eşsiz olduğunu iddia ediyordu; ancak Rönesans’tan (örneğin Bruno) on dokuzuncu yüzyılın ortasına dek yaşam barındıran dünyaların çok sayıda olduğu görüşü egemen oldu. Yaşam barındıran dünyaların çok sayıda olduğu inancı genellikle başka üç inançla daha ilişkilendirilir: bir, kendiliğinden üreme; iki, çok sayıda dünya olması ve üç, düşük düzeyli organizmalar var olduğuna göre zekânın da var olmasını gerektiren bir ‘Varlık Zinciri.’ [Üçüncü inancın bir tartışması için bkz Lovejoy, A.O., 1936. The Great Chain of Being, Harvard University Press.] Çok dünyalılığı savunan en ünlü çalışmalar Fontenelle’nin Dialogues on the Plurality of Worlds‘ü (1686); Huygens’in Theory of Universe‘i (1960) ve Brewster’ın More Worlds than One‘ıdır (1854). Bu görüşlerin bir eleştirisi Whewell’in Plurality of the Worlds‘ünde (1855) verilmiştir ve yaşam barındıran dünyalar inancının düşüşü evrim kuramının yükselişiyle (özellikle de bkz evrimci Alfred R. Wallace’ın Man’s Place in Nature‘ı (1904) ve ayrıca Fortnightly Review, 73 (n.s.), 395 (1903); 74, 380 (1903), Laplace’ın bulutsu varsayımının düşüşü ve Pasteur’ün kendiliğinden üremeyi çürütmesiyle başlamıştır. Dünyaların çokluğuna ilişkin modern inançlar iki kaynaktan doğmuştur: Lowell’in Mars’ta zeki yaşam olduğuyla ilgili savları (bkz Hoyt, W.G., 1976. Lowell and Mars, University of Arizona Press, Tucson) ve Cocconi ile Morrison’ın (bulutsu varsayımının yeniden ortaya atılması ve Stanley Miller’ın ‘kendiliğinden üreme’ deneylerinin ardından yazılan) dünya dışı uygarlıkları mikrodalgalarla saptayabileceğimize işaret ettikleri klasik makaleleri. (Güneş sistemi dışı uygarlıklarla radyo iletişim kurma olanağı aslında çok daha önce Barnes, E.W., 1931. Nature, 128, 722.’de tartışılmıştır.) geri=>
(2) Shklovskii, I. S. ve Sagan, C., 1966. Intelligent Life in the Universe, Dell, New York. geri=>
(3) Drake, F.D., 1960. Intelligent Life in Space, Macmillan, New York. geri=>
(4) Morrison, P., 1974. In: Interstellar Communication: Scientific Perspectives, ed. Ponnamperuma, C. & Cameron, A.G.W., Houghton-Miffiin, Boston. geri=>
(5) Dobzhansky, T., 1972. Perspectives in Biology and Medicine‘de, 15, 157. Dobzhansky, T., 1973. Genetic Diversity and Human Equality, s. 99- 101, Basic Books, New York. geri=>
(6) Simpson, G.G., 1964. This View of Life, chapters 12 and 13, Harcourt, New York. geri=>
(7) Francois, J., 1977. Science, I96, 1161 ; ayrıca bkz Mathew, W.D., 1921. Science, 54, 239. geri=>
(8) Dobzhansky, T., Ayala, F.J., Stebbins, G.L. ve Valentine, J.W., 1977. Evolution, Freeman, San Francisco. geri=>
(9) Mayr, E., 1978. Scientific American, 239, 46 (Eylül). geri=>
(10) Fermi, E.: Sagan, C., 1963. Planet. Space Sci., 11, 485’ten alıntılanmıştır. geri=>
(11) Dyson, F. M., 1966. Perspectives in Modern Physics: Essays in Honor of Hans A. Bethe‘de, ed. Marshak, R. E., Wiley, New York. geri=>
(12) Hart, M.H.,
1975. Q. Jl R. astr. Soc., 16, 128. geri=>
URL: //bilimvesaire.com/2018/02/bilim/yeryuzunde-dunya-disi-varliklar-gozlemlenmemesine-ait-bir-aciklama/
(13) Duiper, T. B. H. ve Morris, M., 1977. Science, 196, 616. geri=>
(14) Klass, P. J., 1974. UFOs Explained, Random House, New York. geri=>
(15) Menzel, D.H. ve Taves, E. H., 1977. The UFO Enigma, Doubleday, Garden City, New York. geri=>
(16) Shklovskii, I. S. ve Sagan, C., op. cit., 2, chapter 25. geri=>
(17) Sagan, C., 1977. The Dragons of Eden, p. 239, Ballantine, New York. geri=>
(18) Project Cyclops (Report CR 11444 5, NASA Ames Research Center, Moffett Field, California, 1971). geri=>
(19) The Search for Extraterrestrial Intelligence: SET/ (NASA report SP-419, 1977). geri=>
(20) Michie, D., 1973. Nature, 241, 507. geri=>
(21) Firschein, O., Fischler, M.A. & Coles, L.S., 1973. Third International Joint Conference on Artificial Intelligence‘da, Stanford University. Bu kaynakta önde gelen bilgisayar bilimcilerinin, insan düzeyinde zekâsı ve müdahale yeteneği olan bilgisayarların ne zaman geliştirileceğine ilişkin fikirleri mevcut. Bu teknoloji, bana von Neumann makinesi teknolojisiyle iyi kötü karşılaştırılabilir görünüyor; bu nedenle von Neumann makinelerinin ne zaman geliştirileceğine ilişkin tahminlerinde bunu kullanacağım. Kaynak 20, 21 veya 22’de von Neumann makinelerinden açıkça söz edilmemektedir. geri=>
(22) Minsky, M., 1973. Communication With Extraterrestrial Intelligence‘da, s. 160, ed. Sagan, C., MIT Press, Cambridge. geri=>
(23) Neumann, J. Von, 1966. Theory of Self-Reproducing Automata, edited and completed by Burks, A.W., University of lllinois Press, Urbana. geri=>
(24) Arbib, M.A., 1969. Theories of Abstract Automata, Prentice-Hall, Englewood Cliffs, N. J.; ayrıca bkz Arbib, Ponnamperuma ve Cameron, op. cit., 4’te. geri=>
(25) Stuhlinger, E., 1964. Ion Propulsion for Space Flight, McGraw-Hill, New York. geri=>
(26) Wright, J.L. ve Warmke, J.M., 1976. Solar Sail Mission Applications, JPL preprint 76-808, AIAA/AAS 1976 San Diego Astrodynamics Konferansı. geri=>
(27) Chapman, C. R., 1975. Scientific American, 232, 24 (January); Skinner, B. J., 1976. American Scientist, 64, 258; Hughes, D. W., 1977. Nature, 270, 558. geri=>
(28) Abt, H.A., 1977. Scientific American, 236, 96 (April); Batten, A. H., 1973. Binary and Multiple Systems of Stars, Pergamon Press, New York; Dole, S.A., 1964. Habitable Planets for Man, Blaisdell, New York. geri=>
(29) Truran, J.W. ve Cameron, A.G.W., 1971. Astrophys. Space Sci., 14. 179 ; Cameron. A.G.W., op. cit., 4. geri=>
(30) O’Neill, G.K., 1974. Phys. Today, 27, 32 (Eylül); 1975. Science, 190, 943; 1977. The High Frontier, Morrow, New York. geri=>
(31) Price, C. C., 196 5. Chem. Eng. News, 43, 90 (Eylül 27); Price, C. C. (ed.), 1974. Synthesis of Life, s. 284- 286, Dowden, Hutchinson & Ross, Stoudsburg, PA. geri=>
(32) Danielli, J.F., 1972. Bull. Atomic Scientists Aralık), s. 20-24 (also in Price, C. C., op. cit., 31); Jeon, K.W., Lorch, I. J. & Danielli, J.F., 1970. Science, 167, 1626. geri=>
(33) Grobstein, C., 1979. Scientific American, 240, 57 (Haziran). geri=>
(34) Eiseley, L., 1970. The Invisible Pyramid, s. 78- 80, Scribner’s, New York. geri=>
(35) Crick, F. H. C. ve Orgel, L. E., 1973. Icarus, 19, 341. geri=>
(36) Sneath, P.H.A., 1962. Nature, 195, 643. geri=>
(37) Seibert, M., 1976. Science, 191, 1178 ; 1977. In Vitro, 13, 194. geri=>
(38) Cravalho, E.G., 1975. Technology Review, 78, 30 (Ekim). geri=>
(39) Parkes, A.S., 1965. Sex, Science, and Society, Oriel Press, London. geri=>
(40) Hunter, IT, M.W., 1967. AAS Science and Technology Series, 17, 541. geri=>
(41) Morgenthaler, G.W., 196 9. Ann. NY Acad. Sci., 163, 559· geri=>
(42) Helton, M.R., 1977. Jet Propulsion Laboratory Interoffice Memorandum, 312/ 774- 173 (Haziran 21). geri=>
(43) Bond, A. et al., 1978. Project Daedalus (Special suppl. J. Brit. Interplan. Soc.). geri=>
(44) Op. cit., 19, s. 108. geri=>
(45) Dyson, F.J., 1969. Ann. NY Acad. Sci., 163, 347; ayrıca bkz Spencer, D.F. & Jaffe, L. D., 1962. Jet Propulsion Laboratory, Önbasım. geri=>
(46) Dyson, F. J., 1974. Alıntı: Berry, A., 1974. The Next Ten Thousand Years, s. 125′, New American Library, New York. geri=>
(47) MacArthur, R. H. ve Wilson, E. O., 1967. The Theory of Island Biogeography, Princeton University Press, Princeton. geri=>
(48) Wilson, E.O., 1975. Sociobiology, Harvard University Press, Cambridge. geri=>
(49) Wilson, E. O., op. cit., 48, s. 105. geri=>
(50) Sagan, C., 1973. Ed. Communication with Extraterrestrial Intelligence, MIT Press, Cambridge (US). geri=>
(51) Trimble, V., 1975. Rev. Mod. Phys., 47, 877. geri=>
(52) Audouze, J. ve Tinsley, B.M., 1976. Ann. Rev. Astr. Astrophys., 14, 43. geri=>
(53) Penzias, A.A., 1978. Comments Astrophys., 8, 19. geri=>
(54) Browne, J.C. & Berman, B.L., 1976. Nature, 262, 197. geri=>
(55) Hainebach, K. L. & Schramm, D. N., 1976. Enrico Fermi Institute Preprint, No. 76-16, University of Chicago. geri=>
(56) Talbot, R.J., 1974. Astrophys. J., 189, 209; Talbot, R.J. & Arnett, W.D., 1973. Astrophys. J., 186, 51. geri=>
(57) Barry, D.C., 1977. Nature, 268, 50 9. geri=>
(58) Op. cit., 18, s. 25. geri=>
(59) Kreifeldt, J. G., 1971. Icarus, 14, 419. geri=>
(60) Op. cit., 2, p. 100. geri=>
(61) Alvarez, W., Alvarez, L. W., Asaro, F. ve Michel, H. V. Experimental Evidence in Support of an Extraterrestrial Trigger for the Cretaceous-Tertiary Extinctions, Amer. Geophys. Un. Trans., baskıda. geri=>
(62) Verschuur, G. L., 1977. Önbaskı: Will We Ever Communicate With Extraterrestrial Intelligence?, University of Colorado. geri=>
(63) Bracewell, R. N., 1960. Nature, 186, 670 ; Tıpkıbasım: Cameron, A.G.W. (ed.), 1963. The Search for Extraterrestrial Life, Benjamin, New York. geri=>
(64) Bracewell, R. N., 1975. The Galactic Club, Freeman, San Francisco. geri=>
(65) Op. cit., 19, p. 108. geri=>
(66) Pickering, W.H., 1909. Popular Astronomy, 17, 495 ; tıpkıbasım: Pickering, W. H., 192 1. Mars, Gorham Press, Boston. geri=>
(67) Sagan, C., 1977. Alıntı: Technology Review, 79, 14 (Mayıs). geri=>
(68) Dobzhansky, T., 1970. Genetics of the Evolutionary Process, s. 278, Columbia University Press, New York. geri=>
(69) Morison, S. E., 1965. Portuguese Voyages to America in the Fifteenth Century, s. 11-15, Octagon, New York. geri=>
(70) Davies, K., 1974. Scientific American, 231, 92 (Eylül). geri=>
(71) Mayr, E., 1970. Populations, Species, and Evolution, p. 48, Harvard University Press, Cambridge. geri=>
(72) May, R. M., 1978. Scientific American, 239, 160 (Eylül). geri=>
(73) Ball, J. A., 1973. Icarus, 19, 347. geri=>
URL: //bilimvesaire.com/2017/07/bilim/hayvanat-bahcesi-hipotezi-nedir/
(74) Dyson, F. J., 1960. Science, 131, 1667. geri=>
URL: //bilimvesaire.com/2017/03/bilim/dyson-kureleri-nedir-nasil-aramak-gerekir/
(75) Low, F. J. & Johnson, H. J., 1964. Astrophys. J., 139, 1130. geri=>
(76) Dolayısıyla, Chiu, H.Y., 1970, Icarus, 11, 447’de ileri sürülen, UFO’ların uzay gemileri olarak açıklanamayacağı çünkü gözlemlenen sayıda UFO’nun çok fazla madde gerektireceği savı doğru değildir. Her güneş sistemine yalnızca bir von Neumann sondasının gönderilmesi yeterlidir ve uzay gemilerini oluşturan malzeme her bir güneş sisteminde yeniden kullanılabilir. geri=>
(77) Sagan, C., 1972. UFOs – A Scientific Debate‘te, ed. Sagan, C. ve Page, T., Norton, New York; dünya dışından gelecek kurtuluş fikri şurada özellikle dikkat çekmektedir: Drake, F., 1976. Technology Review, 78, 22 (Haziran). geri=>
(78) Wheeler, J.A., 1977. Foundational Problems in the Special Sciences‘ta, ed. Butts ve Hintikka, Reidel, Dordrecht. geri=>
(79) Carter, B., 1974. Confrontation of Cosmological Theories With Observational Evidence‘ta, ed. Longair, M. S., Reidel, Dordrecht. geri=>
(80) Carr, B.J., ve Rees, M.J., 1979. The anthropic principle and the structure of the physical world, Nature, baskıda. geri=>
(81) Barrow, J. D. ve Tipler, F. J., 1980. The Anthropic Cosmological Principle, Oxford University Press. geri=>
-oOo-
Bu makale Bilimvesaire.com’da Dr. Frank J. Tipler’ın nazik izniyle yayımlanmıştır. Kendisinin akademik sayfasına buradan ve kişisel sitesine de buradan ulaşabilirsiniz.