felsefe

Baruch Spinoza Kimdir? (The School of Life) | Video

 

The School of Life bu videosunda Baruch Spinoza’nın yaşamını ve düşüncelerini inceliyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Baruch Spinoza dini yeniden oluşturmaya çalışmış, 17. yüzyılda yaşamış Hollandalı bir filozoftur. Dini, batıl inanca bağlı bir temelden ve ilahi bir müdahale olduğu gerçeğinden uzaklaştırıp kişisel olmaktan uzak, bilime dayalı ve gerektiğinde teselli edici bir disipline dönüştürmeyi amaçlamıştır.

Baroch – İbranice “kutsanmış” anlamına gelir; 1623 yılında Amsterdam’ın Yahudi mahallesinde doğmuştu; Yahudi ticaretinin ve düşünce yapısının merkezi olan bir yerde. Ataları, 1492’de Katolikler tarafından yapılan sınır dışı edilmenin ardından İspanya’nın yarımadasından kaçan Sefarad Yahudilerindendi.

Baruch, çalışkan ve oldukça parlak bir çocuk, fazlasıyla geleneksel bir Yahudi eğitimi aldı. Musevi bir mahalle mektebi olan “yeshiva”ya gitti ve yahudiliğin bütün dini bayramlarına ve ritüellerine uydu. Ancak git gide kendini atalarının inancından uzaklaştırmaya başladı. “Çocukluğumdan beri Kitabı Mukaddes’e dayalı kabul görülmüş inançlarla eğitilmiş olmama rağmen,” diyerek daha sonra kendine özgü hale gelen bir titizlikle yazdı, “sonunda başka görüşleri kucaklama ihtiyacını hissettim.”

Oldukça ayrıntılı anlatılmış görüşleri, ünlü eseri “Etika”da ifade edilmek üzere tamamiyle Latince yazılmıştı ve 1677’de yayımlandı. “Etika”da Spinoza direk olarak Museviliğin ilkelerine meydan okudu ve dini genel hatlarıyla bir düzene soktu: Tanrı doğadan ayrılmış bir kişi değildir; dualarımızı duyacak ya da mucizeler yaratacak veya bizi yanlış davranışlarımızdan ötürü cezalandıracak kimse yok. Ölümden sonra hayat yok. İnsan Tanrının seçilmiş yaratığı değil. İncil sıradan insanlar tarafından yazılmıştı. Tanrı bir zanaatkâr veya mimar, yada inananların Kutsal Kılıca sarılmalarına ihtiyaç duyan birisi değildir. Tanrı hiçbir şeyi görmez, hiçbir beklentisi de olmaz. O yargılamaz. Erdemli birini ölümden sonra bir yaşamla bile ödüllendirmez. İnsan bedeninde Tanrının temsilcisi olan herkes yalnızca hayal gücünün bir yansımasıdır. Geleneksel ayini takvimlerde yazılmış her şey saf batıl inançtan ve anlamsız sözlerden ibarettir.

Gene de tüm bunlara rağmen, şaşırtıcı bir şekilde, Spinoza kendini bir ateist olarak ilan etmemişti. Tanrının sadık bir savunucusu olduğuna dair ısrar etmekteydi. Tanrı kesinlikle Spinoza’nın kitabı Etika’da merkezi bir rol oynar, fakat bu Tanrı, hiçbir şekilde Eski Ahitte bahsedilenle benzerlik göstermiyor.

Spinoza’nın Tanrısı hiçbir şekilde kişisel değildi, ve bizim çok defa “doğa”, “varoluş” veya “ruhani bir dünya” olarak bahsettiğimiz şeylerden ayrı tutulamazdı. Tanrı evren ve onun kurallarıdır. Tanrı akıl ve hakikattir. Tanrı olmuş ve olabilecek her şeydir. O zamanın içinde değildir, o bireyselleştirilemez. Spinoza şunu yazmıştır: Var olan her şey Tanrı’nın içindedir, ve hiçbir şey onsuz var olamaz veya onsuz düşünülemez.

Metni boyunca Spinoza “dua” kavramının temellerini çürütmekle uğraşmıştı. Duada birey evrenin işleyişini değiştirmesi için Tanrı’ya başvurur. Fakat Spinoza bunun olabilecek en yanlış yöntem olduğunu savunuyordu. İnsanların görevi evrenin nasıl ve neden bu şekilde işlediğini anlamak ve gökyüzüne küçük mesajlar göndererek yaşamın işleyişine karşı çıkmak yerine bunları kabul etmektir. Spinoza’nın güzelce, ama daha ziyade iğneleyici bir şekilde belirttiği gibi: “Tanrıyı seven kimse Tanrının da karşılığında onu sevmesi için uğraşamaz.” Başka bir deyişle, yalnızca çarpık ve çocukça bir narsisizm, birini bir Tanrıya inanmaya yönlendirir ve daha sonra bu inandığı Tanrı’nın hayatını yoluna sokması için varoluşun kurallarını yeniden düzenleyeceğiyle ilgileneceğini düşünür.

Spinoza, Antik Yunan ve Roma stoacıların felsefelerinden derinden etkilenmişti. Onlar bilgeliğin olayların nasıl meydana geldiğine itiraz etmekte değil, dünyanın işleyişini anlamaya yönelik durmaksızın yapılan girişimlerde saklı olduğunu söylerlerdi – ondan sonra da bu gerekliliklere sessizce boyun eğmek gerektiğini düşünürlerdi.

Seneca, Spinoza’nın favori filozofu, insanları hayatın gereklilikleri tarafından çeşitli yönlere sürüklenen tasmalı köpeklerle karşılaştırmıştı. Kişi bir gerekliliğe ne kadar çok karşı gelirse o kadar çok boğulur. Bu yüzdendir ki bilge kişi her zaman için olayların nasıl olduğunu anlamaya çalışmalıdır. Örneğin “aşk nedir”, “politika nasıl işler?” ve böylece gereksiz yere boğulmamak için kendini bu işleyişlere göre yönlendirmelidir. Spinoza’nın felsefesine hüküm süren işte bu tip bir Stoacı yaklaşmıydı.

Tanrı’yı anlamak, alışılmış olarak, İncili ve diğer kutsal metinleri incelemek anlamına gelir. Fakat Spinoza yeni bir fikir öne sürer: Tanrıyı bilmenin en iyi yolu yaşamın ve evrenin nasıl işlediğini anlamakta yatıyor. Psikoloji, felsefe ve doğal bilimlerin aracılığıyla kişi Tanrı’yı anlamaya yaklaşabilir.

Geleneksel dinlerde, inananlar Tanrı’dan özel isteklerde bulunurlar. Spinoza bunun yerine bizim Tanrı’nın ne istediğini anlamamız gerektiğini öneriyor. Ve bunu da yalnızca bir şekilde yapabiliriz: Her şeyi olduğu gibi inceleyerek. Akıl yolu ile ilahi ve ebedi bir perspektife ulaşabiliriz.

Spinoza hayata bakmakla ilgili iki farklı yol geliştirmişti: Onu egoist bir şekilde, sınırlı bakış açımızın yardımıyla görebiliriz (yani sub specie durationis: zamanın perspektifinden) ya da olayları bütün ve ebedi bir şekilde görebiliriz (yani sub specie aeternaitis – sonsuzluğun bakış açısı altında): Doğamız gereği her zaman bu iksi arasında bir ayrıma düşeceğiz. Duyumsal hayat bizi zamana bağlı, taraflı bir görüşe yönlendiriyor. Fakat aklımız ve zekamız farklı bir perspektife erişmemizi sağlayabilir ve bizim tam olarak -Spinoza burada güzel bir şekilde şiirselleşiyor- sonsuz bir bütünlüğe katılmamıza olanak sağlayabilir.

Normalde “kötüyü” bizim için kötü olan şey olarak tanımlarız ve iyiyi bizim güç ve avantajımızı arttıran etken olarak adlandırırız. Fakat Spinoza’ya göre etik olmanın asıl anlamı bu tür endişelerin ötesine geçmekti. Bütün bunlar kulağa kısıtlayıcı gelebilir, ancak Spinoza felsefesini suçluluk duygusundan, üzüntüden, acımadan ya da utançtan arınmış bir yaşama giden yol olarak görüyordu. Mutluluk kendi isteklerimizin doğanınkilerle işbirliği içinde olmasıdır.

Evrenin -Tanrının- kendi özel projeleri vardır, ve bunlara karşı gelmektense anlamaya çalışmak bizim görevimizdir. Özgür insan, zorunda bırakıldığı gerekliliklerin farkında olandır. Spinoza, “Bilge insanın, olayların nasıl ve neden olduğunu anlayan kişinin sonsuza dek huzurlu bir ruha sahip olacağını” yazıyor.

Söylemeye gerek bile yok, bu fikirler Spinoza’yı oldukça zor bir durumda bıraktı. 1656 yılında Amsterdam’ın Yahudi topluluğundan aforoz edildi. Hahamlar, filozofa karşı “cherem” diye bilinen bir bildiri yayınladılar: “Meleklerin yargısıyla, ve yüce insanların buyruğuyla, biz, Baruch de Espinoza’yı aforoz ediyor, sürgün ediyor, lanetliyor ve cezalandırıyoruz. Yasa kitabında yazan bütün cezaların ele alarak. Onu her gün ve her gece lanetle; her yatıp her kalktığında lanetle!”

Spinoza Amsterdam’ı terk etmeye zorlandı, ve sonunda Hague’e yerleşti. orada sessiz ve sakin bir şekilde, mercek yapımcısı ve özel eğitmen olarak yaşadı, ta ki 1677’de vefat edinceye kadar. Spinoza’nın çalışmaları çağın sonuna doğru unutulmaya yüz tuttu. Hegel, Wittgenstein ve diğer belli başlı 20. yüzyıl filozofları ona ilgi gösterdi. Fakat birçok farklı perspektife göre, Spinoza’nın çalışmaları felsefenin başarısız olduğu anlar için bir uyarı niteliği taşıyordu.

“Etika” dünyanın gelmiş geçmiş en güzel kitaplarından biri. Hayata dair rahatlatıcı ve bakış açısını kuvvetlendirici bir yaklaşım içeriyor. Batıl inanca dayalı bir Tanrıyı, bilge ve avutucu bir panteizm ile değiştiriyor. Gene de Spinoza’nın çalışması yalnızca birkaç kişiyi geleneksel dini terk etmeye ve akılcı bir inanışa yönelmeye ikna etmekten öteye gidemedi. Bunun sebepleri bir yönden oldukça basit ve banal: Spinoza’nın anlamakta başarısız olduğu gerçek -daha önceden bir sürü filozofun da yaptığı gibi- insanı dine yönelten şeyin mantıktan ziyade duygu, inanç, korku ve gelenek olduğuydu. İnsanlar inançlarına bağlı kalır çünkü ritüellerden, ortaklaşa yemeklerden, yıllık geleneklerden, güzel mimarilerden, müzikten ve sinagog ya da kiliselerde okutulan o tatlı lisandan hoşlanıyorlar.

Spinoza’nın Etika’sı tartışmasız İncil’den çok daha fazla bilgi içeriyordu- Fakat İncil’de olduğu gibi destekleyici bir yapısının olmamasından kaynaklı olarak çok da değerli olmayan bir çalışma olarak kaldı, orada burada batıdaki birkaç üniverstelerde incelendi- bu esnada Spinoza’nın 1670’lerde modası geçmiş zannettiği o geleneksel din gelişmeye ve insanları ikna etmeye devam ediyordu. Olur da bir gün geleneksel inanışları değiştirmeye kalkarsak dinin yeri geldiğinde ayinler, gelenek, sanat ve ait olma arzusuyla ne kadar yardımcı olduğunu hatırlamalıyız: Spinoza’nın İncil’in yerine geçmek adına yaptığı cesur girişim sırasında görmezden geldiği her şeyi…

 

-oOo-