edebiyat

Edward Page Mitchell’in “The Tachypomp” adlı öyküsü ilk kez Türkçe olarak sizlerle!

 

TAKİPOMP

Matematiksel Bir İspat

 

Profesör Surd’ün benden hazzetmemesinde şaşılacak bir şey yoktu. Matematik konusunda son derece yetenekli bir sınıftaki tek kötü matematikçi bendim. Yaşlı beyefendi, her sabah matematik sınıfına bir hevesle gelir ve gönülsüzce ayrılırdı. Sonuçta, toplu ve bireysel olarak, x’i, XX’e tercih eden, dağılmaktansa ayırt etmeyi yeğleyen, ve kendileri için göksel cisimlerin parçalarının, harikulade sahnelerdeki dünyevi yıldızlardan daha çekici olduğu yetmiş genç adam, bir neşe kaynağı değil miydi?

Böylece, matematik profesörü ile Polyp Üniversitesi’ndeki birinci sınıf arasındaki ilişki sorunsuzca sürdü gitti. Bilgin, yetmişin her birinde La Place’ın, Sturm’ün veya bir Newton’ın olası bir logaritmasını gördü. Onları, konik kesitlerin huzur dolu vadilerinden ve integral hesaplarının dingin sularından geçirmek, kendisi için keyif verici bir görevdi. Mecazi olarak, onunki zor bir problem değildi. Sınav gününde zaferinizin kesinleşmesi için yalnızca manipüle etmeli, sadeleştirmeli ve bir üst mertebeye çıkarmalıydınız.

Ancak ben, rahatsız edici bir öğe, çalışmanın içine bir şekilde sızmış ve hesaplamalarının doğruluğunu ciddi şekilde tehdit eden, akıl karıştıran bir bilinmeyendim. Saygıdeğer matematikçiyi, kotanjantların kullanımı hakkındaki örneği tamamen göz ardı etmemem için bana yalvarırken veya neredeyse gözleri yaşlı bir halde, ordinatları hafife almanın çok tehlikeli olduğu konusunda ısrar ederken görmek çok dokunaklıydı. Ama nafile. Ellerime, kafama gidenlerden daha fazla teorem gitmiştir. Tebeşir hiçbir zaman bu kadar çok iş yapıp bu kadar az işe yaramamıştır. Bu nedenle, II. Furnace, profesörün hesaplarında sıfır kabul edildi. Bana, cebirsel olmayan bir niteliğin yaratacağı tüm dehşetle yaklaştı. Profesörü, ruhunda matematik olmayan bu adamla karşılaşmaktansa, koca bir meydanın etrafından dolaşırken görmüşlüğüm vardır.

II. Furnace için, Profesör Surd’ün evine davet edilmek yoktu. Sınıfın yetmiş üyesi, profesörün çay masasının etrafındaki davetlerde çaylarını yudumladı. Yetmiş birinci ise, o mükemmel elipsin iki odağında bulunan ikiz küpe çiçeği ve sardunya demetlerinin büyüleyici görüntüsü hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

Bu, ne yazıktır ki, o kadar da dehşet verici bir kayıp değildi. Bayan Surd’ün haklı olarak sevilen limonlu turtaları burnumda tütmüyordu; mükemmel bir şekilde muhafaza ettiği küresel mürdüm eriklerinin hiçbir belirgin cazibesi yoktu; hatta profesörün binominaller hakkındaki şakacı sohbetlerine ve çapraşık paradoksları tarif ettiği küçük gevezeliklerine de hasret duymuyordum. Açıklama çok farklıydı. Profesör Surd’ün bir kızı vardı. Yirmi yıl evvel, şu anki Bayan S.’e evlilik teklif etmişti. Kısa bir süre sonra da teklifine küçük bir sonuç basamağı eklemişti. Bu basamak, bir kızdı.

Abscissa Surd, Giotto’nun çemberi kadar mükemmel ve dahi babasının öğretmekte olduğu matematik kadar saftı. Bahar, donmuş bitkilerin köklerini ortaya çıkarmaya başlamışken, bu basamağa, kendisinin de bana karşı kayıtsız olmadığını düşünerek âşık oldum. Kısa bir süre sonra da bu kayıtsızlığın aşikâr gerçek olduğu sonucuna vardım.

Sağduyulu okuyucu, iyi-sıralı bir kurgu için gereken öğeleri şimdiden fark etmiştir. Bir kadın kahraman tanıttık, bir kahraman çıkarsadık ve en yaygın kabul gören modele göre bir düşman ebeveyn oluşturduk. Hikâyenin hareket edebilmesi için yalnızca bir Tanrısal Makina[1] eksik. Bu doğrultuda, memnuniyetle, mükemmel bir yenilik sözü verebilirim: Halka daha evvel hiç arz edilmemiş bir Tanrısal Makina…

İnatçı babanın gözüne girme yolunu bulmak için bitmek bilmez bir gayretle uğraştığımı söylemek, Dullard matematiğe kendini benim kadar sabırla adamamıştır, kendini adamak hiçbir zaman bu denli yetersiz ödüllendirilmemiştir demek, sıradan zekâya hakaret olur. Daha sonra bir özel eğitmen tuttum. Ondan aldığım dersler de daha başarılı olamadı.

Eğitmenimin adı Jean Marie Rivarol’du. Kendisi şahsına münhasır bir Alsas’lı[2] idi. İsmi Galikçe olmasına rağmen, kişilik olarak tam bir Töton[3]; aslen bir Fransız, eğitimi açısından tam bir Almandı. Otuz yaşındaydı; mesleği, her şeye kadir olmak; kapısına dayanmış sorun, yoksulluk; içinde sakladığı sırrı, tüketen ama karşılıksız bir aşk idi. Pratik bilimin en karmaşık prensipleri onun için oyuncak; soyut bilimin en derin incelikleri onun için oyalanmaydı. Anlamamın benim kaderimde olmadığı problemler, onun için Tahoe[4] suları kadar berraktı. Belki de bu gerçeklik bizim öğretmen-öğrenci ilişkimizdeki başarısızlığı açıklayabilir; belki de başarısızlık yalnızca benim katıksız salaklığımdandır.

Rivarol, birkaç yıldır, tamamen kendi başına çatı katındaki odasında yemek yapmak, ders çalışmak ve tuhaf deneylerini tatbik etmek gibi az sayıdaki ihtiyacını, bilimsel dergilere yazı yazma, veya benim gibi şişkin cüzdan ve fikir eksikliğinden mustarip öğrencilere yardımcı olmakla temin ederek, Üniversite civarında takılıyordu.

Bu eksantrik dehanın, benim yetersiz kafatasıma beyin nakledemediğini keşfetmemiz çok vakit almadı. Umutsuzluk içinde mücadele etmeyi bıraktım. Mutsuzluk dolu bir yıl yavaşça sürüklendi. Yalnızca, Abscissa ile, hayallerimin Abbie’si ile nadir görüşmelerimde aydınlanan, kasvetli bir yıl oldu.

Diploma töreni hızla yaklaşıyordu. Yakında, sınıfımın geri kalanıyla birlikte, bizi beklemekte olan dünyayı şaşırtacak ve keyifle dolduracaktık. Profesör, benden her zamankinden daha fazla kaçınıyordu. Bana açıktan tiksintiyle davranmıyor olmasının tek sebebi, sanırım adabıydı.

En sonunda, umutsuzluğumun verdiği pervasızlıkla, onunla görüşmeye, ona yalvarmaya, icap ederse tehdit etmeye ve tüm şansımı bir tek umutsuz denemeyle zorlamaya karar verdim. Ona içimden geçenleri anlattığım, ve kendimle gurur duyarak, ona kurnazca, bu korkunç sürprizin üstesinden gelmesi için bir hafta tanıyarak, bir parça tehditkar bir mektup yazdım. Sonra da kendisini arayacak ve kaderimi öğrenecektim.

Beklediğim hafta içerisinde, endişelenmekten neredeyse ateşim çıkar gibi oldu. Hissettiğim, ilk başta çılgınca bir umut, sonra ise daha akla yatkın bir umutsuzluk oldu. Cuma akşamı, Profesörün kapısında belirdiğimde, o kadar yorgun, bitkin ve hayalet gibiydim ki, Surd’ün acımasızlığıyla tanınan bakire kız kardeşi Bayan Jocasta bile beni merhametle karşıladı ve yarpuz[5] çayı ikram etti.

Profesör Surd bir fakülte toplantısındaydı. Bekler miydim?

Evet, gerekirse ölene kadar. Bayan Abbie?

Abscissa bir okul arkadaşını ziyaret etmek için Wheelborough’ya gitmişti. Yaşlı kız, rahatıma bakmamı söyledi ve Jocasta’nın gündelik işleri onu neyin başına musallat ediyorsa, oraya gitti.

Rahatıma bakayımmış! Yine de rahatsız bir koltuğa yayıldım ve bu nazik durumlarda sıkça yaşanan tezat ruh halleri içerisinde, her an, tüm insanlar içerisinden görmek istediğim kişi bir türlü çıkmayacak diye korkuyla bekledim.

En az bir saattir oradaydım ve feci bir uyku bastırmaya başlamıştı.

Uzun bir süre sonra Profesör Surd içeri girdi. Zifiri karanlıkta karşıma oturdu ve aniden konuşmaya başladığında, gözleri sanki bir an habis bir keyifle parlamış gibi geldi:

“Peki, genç adam, kızım için uygun bir koca olduğunu mu düşünüyorsun?”

Yeteneksizliğimin yerini dolduracak bağlılığım ile ilgili anlamsız bir şeyler kekeledim; umutlarım, ailem vesaire. Hızlıca sözümü kesti.

“Beni yanlış anlıyorsunuz efendim. Kişiliğinizde, karakterin temelini güvenilir bir şekilde oluşturacak tek şey olan matematik algısı ve kazanımları bulunmuyor. Sizin ruhunuzda matematik yok.

Sizden her türlü hainlik, dolap düzen, gaddarlık beklenir[6]. Senin dar idrakin, zengin bir aklı kavrayıp, takdir edemez. Senin ve bir Surd’ün arasındaki fark, şöyle söyleyeyim, sonsuz küçükler ile sonsuz arasındaki kadar. Hatta, Kurye Problemleri’ni[7] dahi kavramayamadığınızı söyleyecek kadar ileri gideceğim!”

Kurye Problemleri’nin başarılarıma ait listenin içindekilerle birlikte değil, dışında bir yerde listelenmesi gerektiğini itiraf ettim. Bu eksikliğimden pişmanlık duyduğumu belirterek, telafi edebileceğimi söyledim. Naçizane, servetim belki, en azından-

Sabrı taşarak, “Para!” diye haykırdı. “Bir Roma senatörüne rüşvet diye teneke düdük mü vermeye çalışıyorsunuz? Neden, evladım, binlik basamaklarla ifade edildiğinde bir ondalık sayının on hanesi etmeyecek değersiz servetinizi, gezegenleri kendi yörüngeleriyle ve yakın kişileri sonsuzun kendisiyle ölçen bir adamın gözüne sokmaya çalışıyorsunuz?”

Alelacele, gülünç paramı laf arasına sokmaya çalıştığıma itiraz etmeye çalıştım ama o sözüne devam etti:

“Mektubunuz beni azıcık bile olsun şaşırtmadı. Sizin, dünyada burası ile arasında bir bağ hissedecek son kişi olduğunuzu düşünmüştüm. Fakat, kişisel olarak size olan saygımdan” – ve küçük gözlerinde o habis parlamayı tekrar görüm – “ve Abscissa’nın mutluluğuna daha da fazla saygı duyduğumdan, onu size vermeye karar verdim – bazı şartlarla. Bazı şartlarla,” diye yarı bastırılmış alaycı bir sırıtışla tekrar etti.

“Şartlarınız nedir?” diye hevesle haykırdım. “Söyleyin yeter.”

“Pekâlâ bayım,” diye devam etti, ve konuşmasının amacı damıtılmış gaddarlıkmış gibi geldi, “yalnızca, matematiksel bir aileye girmeye değer olduğunuzu kanıtlayacaksınız. Yapacağınız tek şey, şimdi size açıklayacağım görevi yerine getirmek. ‘Acaba nedir?’ der gibi bakıyorsunuz. Söyleyeceğim. Şu anda, son derece yetersiz olduğunuzdan başka bir şey söyleyemeyeceğiniz soyut bilimlerin bu soylu dalında sivrileceksiniz. Ne zaman ki karşıma gelip, çemberi tatmin edici bir şekilde karelersiniz[8], o zaman Abscissa’yı size everirim. Hayır! Bu fazla basit bir istek oldu. Kendimi kandırmayayım. Diyelim ki, devr-i daim[9]… Buna ne dersiniz? Gülümsemiyorsunuz. Belki de yetenekleriniz devr-i daim tarafına yönelmiyordur. Birçok kişi kendilerininkinin yönelmediğini keşfetti. Size bir şans daha vereyim. Kurye Problemleri hakkında konuşurken sanırım bu yaratıcı soru hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğinizi dile getirdiniz. Size bu fırsatı verelim. Bir gün, başka bir işiniz yokken, oturun ve sonsuz hız prensibini[10] araştırın. Sonsuz uzunluktaki mesafeyi sonsuz küçük sürede kat edecek hareket yasasını kastediyorum. Dilerseniz, içerisine bir miktar uygulamalı mekanik de katabilirsiniz. Gideceği yere gecikmiş kuryeyi, dakikada 60 mile çıkaracak bir yöntem icat edin. Bu keşfi bana matematiksel olarak sunun (keşfettiğiniz zaman!) ve pratik olarak elde etmeye çalışın, ve Abscissia sizindir. Bunu başarana kadar, beni veya onu rahatsız etmeyeceğiniz için de teşekkür ederim.”

Dalga geçilmeye daha fazla dayanamadım. Tökezleye tökezleye odadan ve evden çıktım. Şapkamı ve eldivenlerimi bile içeride unuttum. Bir saat kadar ay ışığında yürüdüm. Yavaşça umudumu geri kazandım. Bunun nedeniyse, matematik konusundaki cehaletimdi. Benden istediği şeyin ne anlama geldiğini anlamış olsaydım, adamakıllı umutsuzluğa kapılırdım.

Belki de bu dakikada altmış mil problemi imkânsız değildi. Beceremesem de, en azından deneyebilirdim. Ve aklıma Rivarol geldi. Ona soracaktım. Onun bilgisini, kendi özverili azmime dahil edecektim. Vakit kaybetmeden dairesine yöneldim.

Bu bilim adamı, dördüncü katın arka tarafında yaşıyordu. Daha önce hiç odasına gitmemiştim. İçeri girdim; bir bira bardağını, üzerinde aqua fortis[11] yazan bir şişeden doldurmaktaydı.

“Oturuver” dedi. “Hayır, o koltuğa değil. O benim Küçük Nakit Ayarlayıcım.” Ama bir saniye kadar geç kalmıştı. Kendimi dikkatsizce, rahatlığı baştan çıkaran koltuğa bırakmıştım. Şaşkınlık içinde, iki iskelet kol uzanarak beni boş yere kurtulmaya çalışmama rağmen sıkıca kavradı. Sonra da, bir kafatası omzumun üzerinden uzanıp bana dehşet verici bir samimiyetle sırıttı.

Rivarol özür dileyerek yardımıma koştu. Bir yerlerdeki bir yaya dokundu ve Küçük Nakit Ayarlayıcısı korkunç kavrayışını serbest bıraktı. Dikkatlice, Rivarol’ün beni güvenli olduğu konusunda temin ettiği bambudan sallanan sandalyeye oturdum.

“Bu koltuk”, dedi, “kendisiyle oldukça gurur duyduğum bir düzenektir. Heidelberg’deyken yaptım. Beni büyük miktarda küçük sıkıntıdan kurtardı. Canımı sıkan arkadaşlarımı ve sinirlendiren misafirlerimi onun kucağına sevk ediyorum. Fakat küçük hesapları olan tüccarları korkutmak en kullanışlı olduğu alandır. Kendisine şakayla taktığım isim bu yüzden. Kendilerine fatura edilen bir miktar karşılığı serbest kalmaktan, istisnasız çok memnun kalırlar. Konuyu kavrayabildiniz mi?”

Alsaslı, aqua fortis’ini seyreltip, çalkalayarak sert bir karışıma çevirip, sonra da ağzına kadar dolu bardağı belirgin bir neşe ile yuvarlarken, benim de tuhaf daireye bir göz gezdirmek için fırsatım oldu.

Odanın dört köşesi, sırasıyla bir torna tezgâhı, bir Rhumkorff Bobini[12], küçük bir buhar motoru ve sürekli bir hareket içerisindeki bir güneş sistemi modeli tarafından işgal edilmişti. Masalar, raflar, koltuklar ve zemin, tuhaf bir aletler, imbikler, kimyasallar, gaz toplayıcıları, felsefe araçları, botlar, küçük şişeler, karton kutular, küçücük kitaplar ve devasa kitaplar yığınını taşıyordu. Aristoteles, Arşimet ve Comte’un alçı büstleri ile Martin Farquhar’ın sevecen kaşlarına tünemiş, gözlerini hızlı hızlı kırpan bir uyuşuk baykuş vardı. “Uyumaya niyetlendiği zaman hep oraya tüner.” diye açıkladı eğitmenim. “Sen sıradan bir kuş değilsin. Schlafen Sie wohl [Alm. İyi uykular].”

Yarım açık bir dolap kapısından, üzerine örtü örtülmüş, insan benzeri bir şekil gördüm. Rivarol bakışımı yakaladı.

“O”, dedi, “benim şaheserim olacak. Bir Mikrokozmos, bir Android, ancak henüz kısmen tamamlandı. Nesi mi eksik? Albertus Magnus mükemmel şekilde metafizik konuşacak ve okulları susturacak bir görüntü hazırladı. Ve II. Slyvester ve Robertus Greathead de… Roger Bacon, nutuk çeken pirinçten bir kafa yaptı. Fakat bunların ilki bir yıkım ile karşılaştı. Thomas Aquinas, bazı akıl yürütmeleri yüzünden gazaba gelerek bu kafayı parçaladı.Fikrim gayet makul. Ancak zihinsel aktivite, henüz fiziksel olanı tanımlayan kanunlar kadar kesin kanunlara indirgenebilmiş değil. Neden papaz Dr. Allchin kadar orijinal nutuklar çekecek veya Paul Anapest kadar otomatik şiir okuyacak bir manken yaratamayayım? Android’im şimdiden adi kesir problemlerini çözebiliyor ve soneler besteleyebiliyor. Ona pozitif felsefe öğretebilmeyi umuyorum”.

Sözlerinin hayret verici etkileri nedeniyle, Rivarol iki pipo çıkardı ve doldurdu. Birini bana uzattı.

“Ve burada böylece yaşıyorum; halimden de memnun sayılırım,” dedi. “Ceketimin dirsekleri aşındığında terziye gidiyorum ve bir yenisi için ölçü aldırıyorum. Acıktığım zaman kasaba gidiyorum ve şu oksi-hidrojen alevinde üç saniyede pişirebileceğim yarım kilo et alıyorum. Susadım diyelim, bir şişe aqua fortis’i yuvarlayıveriyorum. Ama hepsi için benden para isteniyor, para! Benim ruhum, herhangi küçük para nakliyatından daha yüce. Yeşil tahvillerinizden tiksiniyorum ve asla para kesesi dedikleri o şeyi kullanmam.”

“Fakat faturalarla uğraşmak zorunda kalmıyor musunuz? Alacaklılar sizi hayatınızdan bezdirmiyor mu?”

“Alacaklılar!” diye iç geçirdi Rivarol. “Takdire şayan dilinizde öyle bir kelime öğrenmedim. Ruhunun alacaklılar tarafından sıkılmasına izin veren kişi, mükemmellikten uzak medeniyetlerin bir kalıntısıdır. Bilim kişinin banka hesaplarına fayda sağlayamıyorsa, ne işe yarar ki? Dinleyin. Dış kapıdan siz veya bir başkası girdiği anca şu küçük elektrik zil, sesiyle beni uyarır. Bay Grimler’in merdivenlerinde atılan her adım benim yararıma çalışan bir casus, bir muhbirdir. İlk basamağa basıldı diyelim. Bu güvenilir ilk basamak bana anında ağırlığınızı iletir. Çok basit. Herhangi bir baskül ile tamamen aynı şekilde. Ağırlık şuradaki kadranda belirir. İkinci basamak, misafirimin ayak ölçüsünü kaydeder. Üçüncü, boy, dördüncü ten rengi ve bu şekilde devam eder. İlk kata ulaştığında elimin altında ona ait oldukça hassas bir tasvire ve ayrıca bunu incelemek ve harekete geçmek için de yeterli miktarda vakte sahip olurum. Beni anlıyor musunuz? Gayet basit. Sadece bilimimin ABC’si.”

“Tümünü anlıyorum”, dedim, “ancak size ne gibi bir faydası oluyor anlayamadım. Yaklaşmakta olan bir alacaklı hakkındaki bilgilerle, faturanızı ödeyemezsiniz. Camdan atlamadığınız sürece buradan kaçamazsınız da.”

Rivarol hafifçe güldü. “Size açıklayayım. Benden, bir bilim adamından, para istemeye gelen iblislere ne olduğunu anlayacaksınız. Ha! Ha! Çok güzel. Alacaklı Susturucu’mu mükemmelleştirmem yedi hafta sürdü. Biliyor muydunuz” – heyecanlı bir şekilde fısıldadı “Arz’ın merkezinden geçen bir delik olduğunu biliyor muydunuz? Fizikçiler uzun süredir varlığından şüpheleniyordu; ama onu ilk ben buldum. Hollandalı denizci Rhuygens’in, Kerguellen’in topraklarında keşfettiği, bin dört yüz kulaçlık sondanın dahi dibine ulaşmayı başaramadığı cehennemi çukuru okumuşsunuzdur. Herr Tom, o deliğin dibi yok! Yeryüzünün bir yüzeyinden, tam aksi taraftaki yüzeyine kadar uzanıyor. Bir çap… Fakat, aksi taraftaki yüzey neresi? Tam üzerinde duruyorsunuz. Bunu tamamen şans eseri öğrendim. Bay Grimler’in mahzenini, galvanizm[13] deneyine kurban ettiğim zavallı bir kediyi gömmek için kazarken ayağımın altındaki toprak birden ufalandı ve çöktü; ve, mucizevi bir şekilde, esneyen ama kırılmayan bir tahta parçasının ucunda kaldım. Aşağı bir kömür kovası düşürdüm. Kova çarpa çarpa, derine ve daha derine doğru gitti durdu. İki saat on beş dakika sonra, aynı kova tekrar yukarı geldi. Yakaladım ve kızgın Grimler’e kovasını iade ettim. Şimdi bir dakika düşünün. Kömür kovası, Arz’ın merkezine ulaşana kadar hızlandıkça hızlandı. Eğer momentumu olmasaydı burada dururdu. Merkezi geçtikten sonraki seyahati artık yukarı doğruydu; kürenin tam aksi yüzüne… Böylece hızını kaybede kaybede, yüzeye ulaşana kadar yoluna devam etti. Eğer araya girmeseydim, kürenin merkezinde tamamen duruncaya kadar, bir sarkacın salınımlarının sönümlenmesi gibi, yolculuğunu her defasında kısalacak bir şekilde defalarca tekrarlayacaktı.[14] Böyle büyük bir keşfi, pratiğe uygulamak için zaman kaybedecek biri değilim. Alacaklı Susturucu’m böyle doğdu. Odamın kapısının hemen dışında bir kapak; burada bir yay, kapağın üzerinde bir alacaklı; daha fazla açıklama yapmam gerekiyor mu?”

“Fakat bu biraz insanlık dışı değil mi?” diye sakince sordum. “Zavallı bir varlığı, hiçbir uyarı olmadan Kergeuellen’in topraklarına ve geriye doğdu sonsuz bir yolculuğa göndermek…”

“Onlara bir şans tanıyorum. İlk geldiklerinde kuyunun ağzında, elimde iple bekliyorum. Eğer makul davranır ve uzlaşmaya yanaşırlarsa, onları yukarı ulaştıklarında çekiyorum. Eğer telef olurlarsa, bu kendi hataları. Ancak,” hüzünlü bir gülümsemeyle ekledi, “merkez alacaklılarla o kadar doldu ki, korkarım yakında artık bir seçenekleri olmayacak.”

Bu sırada artık eğitmenimin yeteneklerine hayranlık duymaya başlamıştım bile. Eğer bana uzayda sonsuz süratte vals yaptırabilecek biri varsa, o da Rivarol’dü. Pipomu doldurdum ve ona hikâyemi anlattım. Beni son derece ciddi ve sabırlı bir dikkat ile dinledi. Sonra, tam bir buçuk saat boyunca sessizce piposunu tüttürdü. Sonunda konuştu.

“Kadim bilge kendisini aşmış. Sizden, çözülemez sandığı iki problem arasından seçim yapmanızı istemiş. Yaşlı Kotanjant’ın gösterdiği tek zekâ parıltısı, size çemberi karelemenin çok kolay olduğunu söylediği an… Haklıydı. Size Liebchen’inizi [Alm. sevdiceğinizi] beş dakikada vermiş olurdu. Ben çemberi karelemeyi daha kısa pantolonla dolaşırken çözmüştüm. Size nasıl yapıldığını gösterebilirim ama konudan sapmış oluruz ve şu an konu dışına çıkmak ister gibi bir haliniz yok. Bu nedenle, öncelikle daimî harekete bakalım. İmdi, dostum, size samimiyetle söylüyorum, bu ilginç problemi çözmüş olmama rağmen, sizin adınıza kullanmamayı tercih ederim. Benim de, Herr Tom, bir kalbim var. Güzelliği bana kaşlarını çatıyor. Onun olgun cazibesi, Jean Marie Rivarol için ulaşılabilir değil. Bana acımazsızca, yaşının benden, sevenlere değil, büyüklerime karşı duyacağım bir sevgiyi gerektirdiğini söylüyor. Ama âşk, yıllara mı, yoksa sonsuzluğa mı ait bir meseledir? İşte soğuk ama hoş Jocasta’ya bu soruyu sordum.”

“Jocasta Surd!” dedim şaşkınlıkla, “Abscissa’nın teyzesi!”

“Ta kendisi,” dedi hüzünle. “Bakir kalbimin, bakire Jocasta’ya ait olduğunu gizlemeye çalışmayacağım. Aşkta ve kederdeki yeğenim, bana elinizi verin!”

Rivarol, gözyaşlarını sildi ve devam etti:

“Tek umudum, daimî hareketi çözmekte yatıyor. Bu bana şöhret ve zenginlik kazandıracak. Jocasta bunları reddedebilir mi? Eğer ederse, geriye yalnızca kapak ve Kerguellen’in toprakları kalıyor!”

Çekinerek devr-i daim makinasını görmek istedim. Kederin bizi akraba yaptığı amcam başını salladı.

“Başka zaman,” dedi. “Şimdilik, kadın çenesiyle aynı prensiplerle çalıştığını bilmeniz yeterli. Fakat şimdi, neden içinde bulunduğunz durumuda alternatif çözüme yönelmemiz gerektiğini anlıyorsunuz – sonsuz sürat. Teorik olarak bunun gerçekleştirilebileceği birkaç yol var. Bir kaldıraçla örneğin…. Bir çok uzun, bir de çok kısa kolu olan bir kaldıraç düşünün. Kısa kolu büyük bir hızla hareket ettirecek bir güç uygulayın. Uzun kolun ucu, çok daha hızlı hareket edecektir. İmdi, uzun kolu uzatmaya ve kısa kolu kısaltmaya devam edin; aralarındaki uzunluk farkı sonsuza giderken, uzun kolu hızı da sonsuza gidecektir[15]. Ancak bunu profesöre pratik olarak sunmak zor olur. Başka bir çözüm aramamız gerekiyor. Jean Marie düşünecek. İki hafta sonra bana uğrayın. İyi geceler. Fakat durun! Paranız var mı – das Geld [Alm. para]?

“İhtiyacımdan çok daha fazlası…”

“Güzel! El sıkışalım. Altın ve bilgi; bilim ve aşk. Böyle bir ortaklık nelerin üstesinden gelemez ki? Abscissa’yı sizin için fethetmeye gidiyoruz. Vorwärts [Alm. ileri]!

İki haftanın sonunda, Rivarol’ün odasına gittim; Kergeullen’in topraklarına giden hava yolu istasyonundan biraz korkuyla geçtim ve Küçük Nakit Ayarlayıcısı’nın uzanmış kollarından itinayla sakındım. Rivarol, benim için bir kupa bira ve kendisi için de bir imbik kendi tuhaf içkisinden doldurdu.

“Gelin” dedi, uzunca bir süre sonra. “TAKİPOMP’un başarısına içelim.”

“TAKİPOMP mu?”

“Evet. Neden olmasın? Taki [Lat. tachy], hızlıca, ve pempo, pepompa, göndermek.[16] Sizi düğününüze hızlıca göndersin. Abscissa sizindir. Bitti. Hazırlıklara neden zaman başlıyoruz?”

“Nerede?” diye sorarken, evlilik hazırlıklarını ilerletecek cihazı görmek için boş yere etrafa bakındım.

“Burada” dedi ve belirgin bir şekilde alnına dokundu. Sonra didaktik nutkuna başladı.

“Bize dakikada altmış mil, hatta daha fazlasını sağlayacak kuvvet mevcut. Bilmemiz gereken şeyler yalnızca bunları nasıl birleştireceğimiz ve nasıl uygulayacağımız. Bilge bir kimse, büyük bir kuvvet ile büyük bir sürate ulaşmaya çalışmaz.

Küçük kuvvetler, toplamda büyük bir kuvvet ve sonuç olarak da büyük bir toplam hız oluşturuncaya kadar, küçük kuvveti, küçük kuvvete eklemeye ve eklenen her küçük kuvvet ile küçük hız artışları elde etmeye devam eder. Zorluk, kuvvetlerin bir araya getirilmesinde değil, bunlara karşılık gelen küçük hız artışlarının bir araya getirilmesindedir. Bir tek mermi, diyelim ki, bir mil gitsin. Mermilerin kuvvetini bin katına çıkarmak zor değildir, ancak bin mermi, bir tanesinden ne daha hızlı ne de daha uzağa gider. O zaman, sorunumuzun nerede olduğunu görüyorsunuz. Hıza hızı, kuvvete kuvveti eklediğimiz kadar kolay ekleyemiyoruz. Benim keşfim yalnızca, güçteki her artışı, hızdaki artışa çevirecek bir prensibin uygulanmasından ibaret. Fakat bu fiziğin metafiziği. Ya pratiğe geçirelim ya da vaz geçelim.

“Bir trende, arka vagondan, lokomotife doğru giderken, aslında ne yaptığınızı hiç düşündünüz mü?”

“Aslında evet, genelde puro içmek için sigara vagonuna doğru giderim.”

“Cık, cık – hayır, öyle değil! Demek istiyorum ki, böyle bir durumda, aklınıza hiç mutlak olarak trenden daha hızlı gittiğiniz geldi mi? Tren, posta direklerinden, diyelim ki, saatte otuz mil ile geçer. Siz sigara vagonuna saatte bir mil ile yürürsünüz. Öyleyse, siz posta direklerinden saatte otuz bir mil ile geçiyorsunuz. Sizin mutlak hızınız, lokomotifin hızı artı kendi hareketinizden gelen hızdır. Anlıyor musunuz?”

Ne demek istediğini anlar gibiydim ve bunu kendisine belirttim.

“Çok güzel. Bir adım daha ilerleyelim. Sizin lokomotife yaptığınız katkı aşikâr ve içerisinde bunu gerçekleştirebileceğiniz mekân da sınırlı. İmdi, iki istasyon olduğunu varsayın; raylar boyunca birbirinden iki mil mesafede olan A ve B. Platform şeklinde vagonlardan oluşan, A istasyonunda durgun halde bir tren olduğunu düşünün. Diyelim ki, tren bir mil uzunluğunda olsun. Böylece lokomotif, B istasyonuna bir mil mesafede olmuş olur. Diyelim ki, tren on dakikada bir mil katediyor. Son vagon, iki mil gideceği için, B istasyonuna yirmi dakikada ulaşır; fakat lokomotif, bir mil gideceği için, on dakikada ulaşır. A’daki son vagona atlayıp, B’deki Abscissa’ya ulaşmak için şaşılacak bir hızla harekete geçin. Son vagonda beklerseniz, ona ulaşmak için yirmi uzun dakika geçmesi gerekir. Fakat B’deki lokomotif ile güzel bayan, on dakikada bir araya gelirler. Fakat, bu platform vagonların üzerinde, bacaklarınızın sizi taşıyabileceği kadar hızlı bir şekilde B’ye yönelmezseniz, kötü bir akıl yürütücü ve ilgisiz bir âşıksınızdır. On dakikada bir mil, yani trenin uzunluğu kadar koşarak, Abscissa’ya, lokomotif ile aynı anda yani, son vagonda, frenci ile siyaset konuşarak tembel tembel bekleyerek ulaşacak olduğunuzdan on dakika önce ulaşırsınız. Süreyi yarıya indirdiniz. Kendi hızınızı, lokomotifin hızına amacınız doğrultusunda eklediniz. Nicht wahr? [Alm. Doğru değil mi]?

Abscissa’nın olduğu örnekle anlattığında, tam olarak anladım; belki de, daha berrak şekilde denebilir.

Devam etti, “bu açıklama, uzun olmasına rağmen, bizi, herhangi bir ölçekte genişletilebilecek bir prensibe ulaştırıyor. İlk kaygımız, sizi ve rüzgârı problemden çıkarmak olsun. Varsayalım ki, iki millik raylar tam olarak düz ve bir millik platform şeklindeki vagonumuz tek parça ve üzeri ray kaplı olsun. Kendisi platform olan vagon, yerdeki raylarda giderken, bu platform vagon üzerindeki raylarda ileri ve geri gidebilen oyuncak bir lokomotif daha olsun. Fikri kaptınız mı? Oyuncak sizin yerinizi alıyor. Ve kendi milini, sizden çok daha hızlı katedebiliyor. Lokomotifimiz de, platform vagonunu, iki millik raylar boyunca, iki dakikada çekebilecek kadar güçlü olsun.

Oyuncak da aynı hıza ulaşabilsin. Lokomotif, B’ye bir dakika içinde ulaştığında, oyuncak da, platform vagonunun üzerinde bir mil giderek aynı anda B’ye ulaşır. İki lokomotifi o şekilde birleştirdik ki, iki mili bir dakikada katetmeyi başarabiliyoruz. Peki, bütün yapabileceğimiz bu kadar mı? Zihninizi biraz zorlamaya hazır olun.”

Pipomu yaktım.

“A ve B arasındaki iki millik ray, yine tam olarak düz olsun. Uzun platform vagonundaki ray, A’dan B’ye çeyrek mil kalana kadar uzansın. Şimdi sıradan lokomotifleri bırakıp, motor gücü olarak, platform vagonunun altına sıralanmış, bir dizi küçük manyetik motor kullanacağız.”

“Ben bu manyetik motorları anlayamıyorum.”

“Peki, her birinde, bir bataryadan sağlanan ve saatli bir düzenek sayesinde kesintili olarak verilen elektrik akımı ile, bir an mıknatıs gibi davranan, bir an ise mıknatıs olmaktan çıkan, at nalı şeklinde büyük birer demir parçası bulunduğunu düşünün. At nalı, devrenin tamamlandığında bir mıknatıs gibi davranır ve bir manivelayı kendisine doğru muazzam bir kuvvet ile çeker. Bir saniye sonra, devrenin dışında kaldığında, artık mıknatıs gibi davranmaz ve manivelayı serbest bırakır. İleri geri salınan manivela, dairesel hareketi, kendisinin de tekerleklere ileteceği bir krank miline iletir. Motorlarımız bu şekilde… Ayrıca uyduruk birer oyuncak değiller; yapılan denemeler uygulanabilirliklerini kanıtladı.”

“Her tekerlek çifti için bir manyetik motor kullanarak, devasa vagonumuzu hareket ettirebileceğimizi ve kendisini belli bir hız ile, diyelim ki dakikada bir mil ile, sürebileceğimizi umabiliriz.”

“Katetmesi gereken yalnızca çeyrek mili olan ön uç, B’ye on beş saniyede ulaşacaktır. Buna 1 numaralı platform diyelim. Numara 1 üzerine döşenmiş rayların üzerinde, 1 numaradan çeyrek mil kısa, tam olarak aynı şekilde hareket eden, numara 2 isimli, başka bir platform vagonu bulunsun. 2 numaranın üzerinde ise, kendi dizisi sayesinde bağımsız olarak hareket eden 3 numara bulunsun. 2 numara bir buçuk mil uzunluğunda, numara 3 ise 1 milden çeyrek mil uzun… Yukarıda, ardışık seviyelerde, numara 4 bir mil, numara 5 üç çeyrek mil, numara 6 yarım mil, numara 7 çeyrek mil ve hepsinin üzerinde, kısa bir yolcu vagonu olan, numara 8 bulunsun.”

“Her vagon, kendi üzerinde bulunduğu vagon üzerinde, diğerlerinden tamamen bağımsız şekilde, dakikada bir mil hızla hareket etsin. Her vagonun kendi motoru mevcut. Peki, şimdi, her biri, bir öncekinin üzerinde yükselen, A noktasında dikili bir direğe yaslı şekilde duran vagonlardan oluşan trende, centilmen kondüktör Tom Furnace, ve mühendis Jean Marie Rivarol, uzun bir merdiven ile 8 numaraya yerleşmiş olsun. Karmaşık düzenek harekete geçiriliyor. Ne olur?

8 numara, çeyrek mili on beş saniyede alarak 7 numaranın sonuna ulaşır. Bu sırada 7 numara, aynı süre içerisinde çeyrek mil katederek, 6 numaranın sonuna ulaşır; 6 numara, on beş saniyede çeyrek mil katederek 5 numaranın sonuna ulaşır; 5 numara, 4 numaranın sonuna; 4 numara, 3 numaranın; 3 numara, 2 numaranın; 2 numara, 1 numaranın. Ve 1 numara, on beş saniyede, yerdeki raylar üzerinde çeyrek mil katederek B istasyonuna ulaşır. Bu şekilde, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, ve 8 numaralar, B’deki fren yastığında, tam olarak aynı anda durgun hale gelirler. 8 numarada olan bizler, B’ye, tam olarak, 1 numara ulaştığında ulaşmış oluruz. Başka bir deyişle, iki mili, tam olarak 15 saniyede katetmiş oluruz. Sekiz vagonun her biri, dakikada bir millik hızlarıyla, seyahatimize çeyrek mil katkıda bulunmuş olur ve işin on beş saniyede yapılmasını sağlar. Sekizin tümü, görevini, aynı anda, aynı on beş saniye içerisinde gerçekleştirir. Böylece aradaki mesafeyi, ürkütücü bir hız olan yedi buçuk saniyede bir mille, vız diye geçeriz. İşte Takipomp bu. İsmi yerinde miymiş?”

Vagonların karmaşıklığı karşısında biraz afallamış da olsam, makinanın genel prensibini kavramıştım. Bir diyagram hazırladım ve daha da iyi anladım. “Yalnızca benim sigara vagonuna giderken trenden daha hızlı olduğum prensibini geliştirmişsin?”

“Tam olarak. Buraya kadar, pratiğe dökülebilir olanın sınırları içinde kaldık. Profesörü ikna etmek için şu şekilde bir teoriye başvurabilirsin: Vagonların sayısını iki katına çıkarıp, her birinin katetmesi gereken mesafeyi yarıya düşürürsek, önceki hızın iki katını elde ederiz. On altı vagonun her birinin sekizde bir mil gitmesi gerekir. Benimsediğimiz yeknesak oran ile, iki mil, on beş yerine, yedi buçuk saniyede alınabilir. Otuz iki vagon ve bir milin on altıda biri veya boyları arasında 20 rod[17] fark ile, 1 mil hıza, iki saniyeden daha kısa bir sürede ulaşırız; her biri 10 rod yol alan, altmış dört vagon ile, bir mil, bir saniyenin altında… Dakikada altmış milden de hızlı! Eğer bu profesöre yeterince hızlı gelmezse, ona vagonların sayısını artırarak ve her birinin katetmesi gereken mesafeyi azaltarak, devam etmesini söyleyin. Eğer altmış dört vagon, saniyede bir mil hız yaratıyorsa, bir de altı yüz kırk vagonluk bir Takipomp düşlesin ve kendisini 640 numaralı vagonun hızını hesaplayarak eğlendirsin. Ona, her birinin arasında sonsuz küçük mesafe olan sonsuz sayıda vagonun, çok meraklısı olduğu sonsuz hızı üreteceğini fısıldayın. Sonra da Abscissa ile evlenmeyi talep edin.”

Arkadaşımın elini, sessiz ve minnettar bir hayranlıkla sıktım. Hiçbir şey söyleyemedim.

“Teori adamını dinlediniz” dedi gururla “şimdi karşınızda pratiğin mühendisi. Mississippi’nin batısına gidip, yeterli derecede düz bir yer bulacağız. Oraya, Takipomp’un bir modelini dikeceğiz. Daha sonra profesörü, Abscissa’yı ve dahi, neden olmasın, Jocasta’yı çağıracağız. Onları, muhterem Surd’ü hayretler içerisinde bırakacak bir yolculuğa çıkaracağız. Abscissa’nın parmaklarını [orj. İng. digits] sizinkilerin içine koyup ikinizi cebirsel bir formül ile kutsayacak. Jocasta da, Rivarol’ün dehasını ister istemez kafasında çevirecektir. Fakat yapacak çok işimiz var. St. Joseph’e, Takipomp’un inşasında kullanılacak büyük miktarda malzeme nakletmemiz gerekiyor. İnşayı gerçekleştirmek için adeta Küçük bir ordu tutmamız gerekli; ne de olsa zaman ve uzayı imha edeceğiz. Belki de bankadaki müşteri temsilcilerinizle görüşseniz iyi olur.”

Sertçe kapıya doğru yöneldim. Vakit kaybetmemeliydik. Rivarol “Dur! Dur! Um Gottes Willen [Alm. Tanrı aşkına] dur!” diye çığlık attı. “Bu sabah kasabımı fırlattım ve kapağı henüz vidala-“

Ama çok geçti. Kapağın üzerindeydim. Bir çatırtıyla açıldı ve aşağı sürüklendim; aşağı ve daha aşağı! Sınırsız bir boşluk boyunca düşüyor gibi hissediyordum. Aşağı doğru hızla ilerlerken, Kerguellen’in topraklarına mı ulaşacağımı yoksa merkezde duracağımı mı düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra yolculuğum, aniden ve acı içerisinde sonlandı.

Gözlerimi açtım. Etrafımda, Profesör Surd’ün çalışma odasının duvarları vardı. Altımda, sert ve yol vermez bir satıh olduğunu çok iyi bildiğim, Profesör Surd’un çalışma odasının zemini vardı. Arkamda, tam olarak balinanın Jonah’a yaptığı gibi[18], beni ileri doğru püsküren siyah, kaygan, çuhadan koltuk duruyordu. Önümde, nahoş olmayan bir gülüşeme ile tepemde dikilen Profesör Surd vardı.

“İyi akşamlar, Bay Furnace. Kalkmanıza yardım etmeme müsaade edin. Sizi bu kadar uzun süre bekletmişken uykuya dalmış olmanıza şaşmamalı. Bir bardak şarap ister misiniz? Bu arada, mektubunuzu aldıktan sonra, sizin, eski dostum Yargıç Furnace’in oğlu olduğunuzu fark ettim. Biraz soruşturdum ve Abscissa için iyi bir koca olmamanız için hiçbir sebep göremiyorum.”

Yine de, Takipomp’un başarılı olmaması için hiçbir neden göremiyorum. Ya siz?

 

-oOo-

 

Notlar:

 

[1] Tanrısal Makina: Lat. Deux Ex Machina. Bir roman veya tiyatro oyununda, kahramanın tepeden inme ve kurguya aykırı şekilde son anda tehlikeden veya ölümden kurtulması için yazar tarafından kullanılan öğe.

Peki, neden “makine” değil de “makina”? Kendi yaşam süremde, “proğram”, program; “mağnetizma”, önce magnetizma, sonra manyetizma; “unsur”, önce öğe, sonra öge oldu. Örnekler çoğaltılabilir. Kısaca söylemek gerekirse, siz bu yazıyı okuduğunuz sırada, “makine”, “mekine” olmuş olabilir. Siz olsanız umursar mıydınız? geri=>

[2] Alsas: Fransa’nın 26 bölgesinden biri. geri=>

[3] Töton: Tötonlar, eski bir Germen kabilesidir. Kelime, vahşi Töton Şövalyeleri’nin, yağma yapabilmek için din değiştirmeleri nedeniyle, Almanlar’a hakaret olarak kullanılır. geri=>

[4] Tahoe: California ve Nevada eyalet sınırında bulunan göl. geri=>

[5] Yarpuz: Nane benzeri bir bitki. geri=>

[6] Shakespeare’e ait Venedik Taciri’den alıntı. Beşinci perde, sahne 1, Lorenzo karakterine ait replik. geri=>

[7] Kurye problemleri: Belli hızlarla, belli noktalardan belli zamanlarda yola çıkan kuryelerle ilgili matematik problemleri. Bizim müfredatımızda bulunan (hala bu kadar karmaşık problemler bulunuyorsa) A ve B kentlerinden yola çıkıp, ne zaman veya nerede buluşacakları sorulan tren problemlerine benzetilebilir. geri=>

[8] Çemberin karelenmesi problemi: Çemberi kareleme etmek antik geometri bilginleri tarafından önerilen bir sorundur. Yalnızca Pusula ve t cetveli ile sonlu sayıda adım kullanılarak, belirli bir daireyle aynı alana sahip bir kare oluşturma problemidir. Problemin kaynağı, π sayısının, rasyonel (sonlu sayıda ondalık basamağı olan) bir sayı olmadığının keşfinin, daha ileriki tarihlerde gerçekleşmiş olmasından kaynaklanır. Problemin çözümünün, sonsuz sayıda adım gerektireceği kanıtlanmıştır.

Johann Heinrich Lambert, 1768 yılında π’nin irrasyonel olduğunu, 1882 yılında ise Ferdinand von Lindemann, aşkınlığını kanıtlamıştır; Takipomp hikâyesinin yayımlamasından 12 yıl sonra. Ancak kurgu göz önünde bulundurulduğunda, düzeltilmesini gerektirecek bir durum olmadığı açıktır. geri=>

[9] Devr-i daim makinası (veya sonsuz hareket): Başlangıçta sağlanan enerjiyi, çalışması esnasında yeniden üreterek, sonsuza kadar çalışabilecek makina. Tarihte, bazı sahtekârlar tarafından başlangıçta sağlanan enerjiden daha fazlasını üreterek, sonsuz enerji kaynağı olabileceği iddia edilen düzeneklere verilen genel isim.

Enerji, Termodinamik’in İkinci Kanunu’na göre, her zaman, niteliksel olarak, iş yapabilecek enerjiden, düşük nitelikteki ısı (iş yapamaz) enerjiye dönüşerek kaybedilmektedir. Bu durum, Termodinamiğin Birinci Kanunu olan, enerjinin korunumu ile çelişmez. Her sistem, kendi içerisinde, düzenliliğin azalmasına neden olan kayıplar içerir; söz gelimi kırılan bir bardak, kendiliğinden tekrar bir araya gelmez, veya rüzgârın kumlarını sürüklediği bir kumdan kale, hiçbir zaman kendisini oluşturan kumlardan tekrar kaleye dönüşmez. Buna entropinin her zaman yükselmesi de denir.

Entropinin yükselişi, bir sistem içerisindeki “bilginin kaybı” olarak da anlatılır. Entropinin yükselişi, bilginin sistem içerisinde dağılmasına neden olarak, bir sistem içerisindeki her noktanın, bir diğer noktadan ayırt edilemeyecek hale gelmesine neden olur; bu nedenle bilgi kaybı olarak nitelenir.

Devr-i daim makinaları, bu ilke nedeniyle, sonsuza kadar çalışamazlar. Çünkü enerji, her zaman iş yapabilen halden, iş yapamaz olan ısıya dönüşür. geri=>

[10] Sonsuz hız: Newton’a kadar ve Newton’a ait buluşlar içerisinde, uzay içerisinde bir nesnenin sonsuz hızla hareket edebilmesini önleyen hiçbir yasa mevcut değildir. geri=>

Ancak Einstein’ın 1905 yılında, Takipomp’tan 31 yıl sonra, yayımlanan Özel Görelilik Kuramı’nın ikinci postülasına göre “Işık, vakum içerisinde, kaynağın hareketinden bağımsız olarak aynı hızla [~300.000 km/sn] hareket eder.” Bu, bugün fizikçiler arasında nesnelerin uzay-zaman içerisinde ulaşabileceği maksimum hız olarak kabul edilir. geri=>

İnsafsız Profesör Surd’ün, zavallı bay Furnace’dan talep ettiği 60 mil/dakika ise, kara mili olarak adlandırılan 1609.344 m’lik tarihi birimdir. Şu durumda, Prof. Surd, 5,793.64 km/s’lik bir hız istemektedir. Ses hızı, normal şartlar altında 1,224 km/s’tir. Şu durumda, acımasız profesör, ses hızından yaklaşık 4,73 kat yüksek bir hız, yani 4,73 Mach talep etmektedir. Günümüzde inşa edilen yüksek teknoloji uçaklar, ancak atmosferin üst katmanlarında 5-6 Mach hızlara ulaşabilmektedir. Şu durumda, Surd, ya Furnace’ın çabalarını takdir edecek, yahut zavallı Furnace, 12 yıl bekleyerek çemberin karelenemeceğini profesöre kanıtlayacak. geri=>

[11] Auqa fortis: Kezzap. geri=>

[12] Ruhmkorff bobini: Heinrich Ruhmkorff tarafından icat edilen yüksek endüksiyon bobini. iki elektrot arasında düşük doğru akım ile yüksek gerilim darbesi üreterek 30 cm’e varan kıvılcımlar çıkarabilen bir transformatördür. Arabalardaki ateşleme bujilerine benzer. geri=>

[13] Galvanizm: Kimyasal reaksiyon ile üretilen elektrik akımı. 19. Yüzyılda, canlılar üzerinde yapılan deneylerde, elektrik akımı verilen uzuvların hareket etmeleri, dönemde canlılığın, elektrik akımına indirgenebileceği konusunda heyecan yaratmıştır. geri=>

[14] Harmonik hareket: Dünya büyüklüğünde, çapı boyunca bir tarafından diğer tarafına bir oluk içeren bir cisim, bu oluk içerisinde bırakılacak bir cismin, oluk boyunca, önce merkeze doğru düşme, daha sonra diğer tarafa doğru yükselme benzeri bir hareket yapmasına neden olur. İlke, sarkaçların hareketi ile aynıdır. Oluk içerisinde bulunan hava (eğer problemde var olduğu kabul edilmişse), zamanla cismin enerjisinde kayıplara, en nihayetinde de merkezde sabit bir şekilde durmasına neden olur. geri=>

Ayrıca bkz. 9. not. geri=>

[15] Cisimler içerisinde hareketin iletimi: Rijit cisimler, bir kaldıraç şeklinde hareket ettirildiğinde, tek parça oldukları için, aksi yöndeki açısal hızları sabit kalacaktır. Bu nedenle, kısa olan taraf aynı açısal hız ile kısa bir mesafe aldığında, uzun olan taraf, açısal hızı ile kol uzunluğu kadar mesafe kateder.

Ancak, gerçek hayatta cisimler rijit değildir. Esnemelere maruz kalırlar. Esneme, bir cisim içerisinde, sesin, başka bir deyişle basınç dalgalarının, o cisim içerisinde ulaşacağı hıza ulaşabilir. Dolasıyı ile, kısa tarafı ne kadar hızla hareket ederse etsin, hareket, uzun olan kol içerisinde ancak sesin ilgili ortamdaki hızı kadar hızlı hareket edebilir.

Ayrıca bkz. 10. not. geri=>

[16] Pompa: Lat. Göndermek. Türkçe’deki “pompa” kelimesi de bu kökenden gelmektedir. geri=>

[17] Rod: Eski ölçü birimi. 1 rod = 5.03 m geri=>

[18] Jonah ve balina: Yunus peygamberin, eski ahitte, balina tarafından yutulup, üç gün sonra püskürtülmesi öyküsüne gönderme… geri=>

 

Yazan: Edward Page Mitchell
Orijinal adı: The Tachypomp – A Mathematical Demonstration
Scribner’s Monthly, 1874