felsefe

Emil Cioran Kimdir? (The School of Life) | Video

 

The School of Life bu videosunda 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden Emil Cioran’ın yaşamını ve eserlerini inceliyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Yirminci yüzyılın sonlarına doğru, meşhur bir Rumen asıllı Fransız filozof konuşma yapmak üzere Zürih’e davet edildi. Onu Kierkegaard ve Schopenhauer ile kıyaslayan, gösterişli ve pohpohlayıcı sözlerle tanıtıldı. Konuşmacı gülümseyip, ardından Alman çevirmeni sunumun başında şu sözlerle şaşkına çevirdi: “Mais je ne suis qu’un déconneur” / “Fakat ben maskaranın tekiyimdir”. Onu eleştirenlerin birkaçı bu konuda hemfikir olsalar bile, yanılmışlardır. Emil Cioran, Fransız ve Avrupalı büyük ahlak felsefecileri, aforizma yazarları arasında anılmayı fazlasıyla hak eder, tıpkı Montaigne, Chamfort, Pascal ve La Rochefoucauld gibi.

Cioran, 1911’in Nisan ayında, Romanya’nın Rășinari kasabasında doğdu. Babası Ortodoks bir papazdı. Bu iki gerçek onun sonraki çalışmalarının anahtarı olmuştur. Babasının kilise konuşmaları oğlunun din, azizlik konularının yanı sıra, ateizmin tehlikesi ve zevki üzerine olan düşüncelerinde yankı bulduğu için yazarın Rumen kökleri sık sık onun derin, romantik ve kaderci mizacının kaynağı olarak görülür.

1934’te, henüz 23 yaşındayken ilk kitabı Rumence olarak yayınlandı: “Ümitsizliğin Doruklarında”. Kitap, yaşamı boyunca geliştireceği açıkça kasvetli, nihilistik düşüncesinin yapı taşıdır.

Yazmanın, kendisini öldürmenin bir alternatifi olduğunu anlatıyordu. O, ümitsizlik ve melankoli anlarında okunacak bir yazardır. Bizi bunalıma sokmaz, sadece ve sadece, bizi hüznümüzle baş başa hissettirir.

İşte kitabın zirve noktası: “Kendimizi öldürmeye değmez, zira bunu yapmak için her zaman artık çok geçtir.”

“Sadece iyimserler intihar eder, artık iyimser olmayan iyimserler.

Ötekilerin hiçbir yaşama sebebi yokken, neden ölme sebepleri olsun ki?”

“Şayet içinde asla kimseye söylemeye cüret edemeyeceğin şeyler varsa, kitaplar kaleme al.”

Ve: “Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz?” – “Kendime katlanıyorum.”

1937 yılı Cioran için bir milattır. Paris’e taşındıktan hemen sonra Fransız vatandaşlığına geçer. Doğduğu ülkeye bir daha asla dönmez. Bu göç, ona melankolik bir sürgün olması için bir neden daha sunar. İşte bu yüzden, kendini sürgün hissetmeyen kimsenin hayal gücü olamayacağını öne sürer. “Yalnızca köylü bir ahmak, aidiyet hissine sahiptir,” der.

Cioran Paris’teken 2. Dünya Savaşı’nın dışında kaldı. Savaşın ardından, ünlü yayınevi Gallimard’a, 1949’da Fransızca yazdığı ilk eseri olarak yayınlanacak “Çürümenin Kitabı” ile gitti. Fransızca yazmak, onun deyimiyle, “bir sözlükle aşk mektubu yazmaya benzer.”

Çoğunlukla aforizma ve kısa denemelerden oluşan son derecede karamsar ve karanlık metinleriyle kitap, çoksatanlar listesine girdi. Her kitabının başlığı bir kışkırtma veya yumruk gibidir: Burukluk (Hüzün Kıyasları), Var Olma Eğilimi, ve başyapıtı Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne. Hepsi de bıkıp usanmadan hastalık, ölüm ve intiharı ele alır. Adeta yazarın 84’üne kadar yaşaması biraz ironik olmuş gibidir.

1995’te öldüğünde, Cioran Fransa’da kült haline gelmişti, hem de, eserlerinde şiddetle kınadığı moda etkisi yaratmış bir şekilde. Her yaşam, diye devam etti, bir yandan bütünüyle özelken, öte yandan tamamıyla önemsizdir. Walt Disney çağında bu tarz bir karanlık önem taşır.

Cioran’ın yazıları melankoli düşkünü Avrupalı kötümserlerin çizgisindedir: La Rochefoucauld, Chamfort, Leopardi, Nietzsche ve Samuel Beckett. Tıpkı onlar gibi uygarlığı, varoluşun aşırı anlamsızlığının saçma bir avuntusu olarak görür. “Yalnızca bir aptal tüm bu şeylerin bir amacının olduğunu düşünebilir,” iddiasında bulunur. Yine de nüktedanlığını ve neşesini hep korudu. En büyük keder kaynaklarından biri doğru düzgün uyuyamaması, sabahın üçüne dek uyanık kalmasıydı. Paris sokaklarında şafak sökene kadar gezinirdi. Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne’de alaycı bir dille, “Her gün çekilen uykusuzluk ıstırabının yanında bir kez çarmıha gerilmek nedir ki” der.

Cioran intihar meselesine kafayı takmıştı. Fakat yaşamak, diye yazar, çoktan ölmüş biri gibi düşünmekten ve hareket etmekten yeğdir. Neticede şunu dedi: Neden artık ortalıkta olmayacağımız tesellisinden kendimizi mahrum bırakırız? “Yaşamaya devam etmek yalnızca hayal gücümüz ve hafızamızın olmaması halinde mümkündür” diye yazar.

“Adeta bir kazadan ibaretim. Neden her şeyi çok ciddiye alayım ki?” Ama intihar düşüncesi daimi bir avuntudur: “Yalnızca, istediğimizde kendimizi öldürebileceğimizden emin olmadığımız zaman gelecekten ürkeriz.” “En kötünün beni şaşırtacağı korkusuyla yaşadım, her koşulda, gözü kapalı, felekten hızlı davranıp kazançlı çıkmaya çalıştım. Çağımız bir hayli iyimser, bu da bizi çok fazla öyle olmaktan dolayı acı içinde bırakıyor. Başkaları yokken, kabul ettiğimizden çok daha fazla hüzünlüyüz.

Cioran gibi yazarlar içimizde açıkça ifade edilmeyi bekleyen, böylelikle bir parça olsun azalıp yumuşayacak hüzün için fırsat sunar. Harika kitabı Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne’de şöyle der: “İnsanlarla sadece, en düşük hallerindeyken arkadaşlık kurabilirim, onların alıştıkları içli kuruntuları iyileştirmeye ne tutku ne de güç yeter.” Bu, tefekkür eden bütün insanların düzenli biçimde düşüşe geçmesi gereken öyle bir ruh halidir ki, bizi bekleyen Emil Cioran’ın teselli edici eserlerinde karanlığı bulduğumuza şükredebiliriz.

 

-oOo-