felsefe

Bir Simülasyonda mısınız? (Vsauce3) | Video

Bir sonraki bölüm ►

 

Üç parçadan oluşan Simülasyon argümanı şunu ifade ediyor:

  • İnsanlık bu muazzam bilgisayar gücüne erişemeden yok olabilir.
  • VEYA insanlık bilinmeyen bir nedenle kendi geçmişine ait (veya içerisinde gerçeğine uygun insanların bulunduğu başka türde) simülasyonlar hazırlama konusuyla ilgilenmeyebilir.
  • VEYA şu an bir simülasyonun içindeyiz.

İnsanlığın yok olduğu durumda neden simülasyonların olmayacağı açık. Ancak insanların, gerekli teknolojiye sahip oldukları ve insan zihinlerinin bilgisayarlar içinde simüle edilmesini önleyecek, henüz bilinmeyen bir durum olmadığı takdirde, ikinci maddenin gerçekleşmesi güç görünüyor. Yani eğer bir ilgisizlik söz konusu olmazsa, insan zihni simüle edilemez değilse ve muazzam bir bilgisayar gücüne erişirsek, bu durumda yaratılabilecek simülasyonlar içerisindeki “insanların” sayısı, kendi dünyamızın tarihini inceleyerek ulaştığımız şimdiye kadar yaşamış olan insanların sayısından çok daha fazla olabilir.

Kendinizi simüle edilen ve edilmeyen insanlar arasından rastgele biri olduğunuzu düşünün. Bu durumda, son derece az sayıdaki “gerçek” insanlardan biri mi olmanız daha yüksek ihtimallidir, yoksa bir “Sim” olmanız mı?

Vsauce3’ten Jake ve Kurzgesagt ekibi, ortaklaşa hazırladıkları bu videoda işte bu fikirleri tartışıyorlar. Videonun Kurzgesagt tarafından hazırlanan devam videosunu da burada izleyebilirsiniz.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Neil deGrasse Tyson: Bilgisayarların bugünkü gücüne bakıyorsunuz ve diyorsunuz ki: “Bu bilgisayar içinde bir dünya programlayabilirim”. O zaman gelecekte sahip olacağımız çok daha yüksek bilgisayar gücünü bir düşünün. Bu sayede, örneğin, özgür iradesi olan karakterler yaratabilirsiniz; ve dünyayı yönetecek yasaları da programlayabilirsiniz.

Şimdi, siz bu dünyadaki karakterlerden birisiniz, özgür iradeniz var sanıyorsunuz ve diyorsunuz ki: “Bir bilgisayar icat etmek istiyorum,” ve ediyorsunuz. “Şimdi de kendi bilgisayarımda bir dünya yaratmak istiyorum”.

Şimdi tüm bu iç içe evrenleri bir düşünün. İçlerinden birini rastgele seçin. Hangisini seçmiş olmanız daha yüksek olasılıklıdır? Her şeyin başladığı orijinal evreni mi, yoksa bunun içerisinde simüle edilen sayısız evrenlerden birini mi?

Jake: Vsauce, ben Jake ve bizler bir simülasyonda yaşıyoruz. En azından simülasyon hipotezi bunu ileri sürüyor.

Eğer teknolojik olarak önemli ölçüde ilerlemiş bir post-insan uygarlığı var ise, bu, bizlerin büyük olasılıkla simüle ediliyor olduğumuz anlamına gelir.

İki dünya, iki gerçeklik var. Simülasyonun koşturulmakta olduğu birincil dünya ve bize göre tek dünya olan, içinde yaşadığımız simüle edilmiş evrenin bulunduğu, ikincil dünya. Bu dünyayı yaratırken, kullanıcıları bunun gerçek olduğuna başarıyla inandırmak için üç adım gereklidir: Sürüklenme, Soğurma ve Doygunluk.

Age of Empires, Civilization veya The Sims gibi video oyunlarını düşünün. Bu oyunlar gerçekliği yeniden yaratmak ya da taklit etmek, geçmiş olayları tekrar yaşamak ve ya yenilerini yaratmak üzerine kurulu. Ve yirmi yılda böyle görünen oyunlardan böyle görünen oyunlara geçiş yaptık. Görseller geliştikçe, deneyimlerimiz daha sürükleyici oldukça ve dijital karakterler kendi başlarına davranıyor gibi göründükçe, neyin gerçek olduğuna veya olmadığına dair anlayışımız karmaşıklaşıyor

Video oyunlarındaki karakterler bir dizi belirleyici kurallarla sınırlıdırlar. Bir sim bir duvardan geçemez. Duvar katı bir madde değil bir dizi koddan oluşmasına rağmen. Bu kodlar neyin katı olup olmadığını belirler ve adı yine de duvardır. Şimdi kendi dünyamızı bir düşünelim.

Bunlar, bizim duvar dediğimiz nesneyi oluşturan atomlar topluluğu. Belirli bir şekli oluşturmak için atomik olarak programlanmış. Böylece elimize duvar gibi görünen ve duvar gibi hissedilen bir şey geçmiş oluyor. Bir oyundaki kodları görmediğimiz gibi, bunu oluşturan mikroskopik parçaları da görmüyoruz. Dünyamızın tasarlandığı biçim yüzünden belli bir şekilde davranmasını bekliyoruz. Bunun programlanmış yapay sınırlardan değil, fiziksel bir şeylerden oluştuğuna düşünüyoruz.

Birileri evinize geldiğinde, tam olarak nasıl gelirler? Onları evlerinden çıkarken, yolda görür müsünüz? Evlerinden çıkarlar, zaman geçer ve buradadırlar. Bunun ismi “Dünya Algısı”dır. Yapısı ile ayrıntılarının düzenleniş şekli bir araya gelerek bir dünyanın varlığına işaret eder, ve izleyicilerin, bu dünyaya ait ayrıntılardaki eksikleri kendilerine verilen ayrıntılarla tamamlamalarına neden olur.

Eğer ekranı sol taraftan terk edersem, aynı taraftan geri döneceğimi düşünürsünüz. Ancak eğer beklenmedik bir taraftan dönersem, gerçeklik algınız kısa bir an için kırılır. İşte bu Dünya Algısı, şeylerin nasıl olması gerektiğine dair bu varsayımlar, simüle edilmiş bir gerçekliğin işlemesini sağlar.

Simülasyonda her şeyin ekranda görülmesi, her şeyin simülasyondaki her kullanıcı için aynı anda var olması gerekmez. Belki de evrenin genişliyor ve büyüyor olmasının nedeni, yüklenmesinin henüz tamamlanmamış olmasıdır.

Sanal Gerçekliği düşünün.

Eğer karşınıza doğru bakıyorsanız, arkanızda kalanların oluşturulması gerekli değildir, bunlar gerçeğe dönüşmemiştir. Başınızı bu yöne döndürene kadar gerçeğe dönüşmez ve bu defa da karşınızda olanlar ortadan kalkar. Dolayısıyla şu soru ortaya çıkar: Bir şeyin, bakmadığınız sırada var olduğunu nasıl bilebilirsiniz? Bu, Solipsizmin (Bencilik) teknolojik versiyonudur: Yani, kesin olarak yalnızca kendi zihninizin varlığından emin olabileceğiniz fikri. Bu çerçeve içindeki her şey, animasyonu hazırlayan kişi, bu ofis dünyalarının tamamı, ve siz de dahil olmak üzere, benim zihnim haricinde var olmuyor olabilir.

Şimdi, diyelim ki bir simülasyondayız. Neden biri, veya bir şey bu ölçekte bir şey oluşturmak istesin? Bu denli büyük bir simülasyonun çalıştırılma nedenlerinden biri, felsefe profesörü Nick Bostrom tarafından, “Bir Bilgisayar Sİmülasyonunda mı Yaşıyorsunuz?” adlı makalesinde ele alınmıştır. O, bunun bir ata-simülasyonu olabileceğini belirtir. Bir uygarlık, kendilerinden önce yaşamış olanların neler yapmış olduklarını görmek isteyebilir. Okunmak yerine, canlandırılan bir tarih kitabı gibi. Veya, inanılmaz derece gelişmiş bir bilgisayar oyunundaki karakterler de olabiliriz.

Kendi simüle edilmiş evrenimizde, bizler The Sims karakterleri olabiliriz ve bu evrende kendi kendimizi canlandırdığımız, simülasyonun eski bir versiyonunu bilgisayarlarımızda oynarken, kontrol bizde sanıyor olabiliriz.

Ve bilgisayar oyunlarındaki grafikler, gelişen teknolojiyle gelişiyor. Ancak mükemmel olmaları gerekmiyor. Sanal Gerçeklikte gördüğümüz şeyin gerçek olmadığını biliyoruz, ancak duyularımız ve zihnimiz için gerçek, bu nedenle buna uygun tepkiler veriyoruz. Bu nedenle içinde yaşadığımız bu versiyon bize gerçek görünüyor, çünkü yalnızca bunu biliyoruz, ancak bu simüle edilmiş evreni proglamlamış kişiler için gerçeklik çok daha farklı olabilir.

Bu Platon‘un mağara alegorisidir. Platon, doğdukları andan itibaren zincirlenmiş, birbirlerine veya karşılarındaki duvar haricindeki herhangi bir yere bakmaları yasak olan tutsaklar hayal eder. Görebildikleri tek şey, doğrudan şahit olmadıkları, arkalarında bulunan bir ateş nedeniyle duvara düşen gölgelerdir. Bildikleri tek şey budur, bu yüzden olar için gerçeklik bu gölgelerden ibarettir ve duydukları sesleri de gölgelerden geliyor zannederler. Hiçbir zaman başka bir şey deneyimlememiş oldukları, gerçek bir insan görmemiş oldukları ve insanlarla etkileşimde bulunmuş olmadıkları için, dış dünyaya ait bir kavrayışları bulunmaz.

Eğer bir tutsak kaçıp, mağaradan ayrılacak olsa, gördükleri karşısında o kadar dehşete düşecek ve kafası karışacaktır ki, mağarasına geri dönüp kendi mağarasının, kendi gerçekliğinin rahatlığında yaşamayı tercih edecektir. Ve tıpkı bu mağaradaki tutsaklar gibi, bizler de gördüğümüz şeyin doğru olduğuna gerçek olduğuna inanıyoruz.

Şu an içerisinde bulunduğumuz şeyin gerçek mi, simülasyon mu olduğuna karar verebilmemizle ilgili güçlük NYU profesörü David Chalmers tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Elde edebileceğimiz herhangi bir kanıt da simüle edilmiş olabilir”.

Ve yapılması gereken önemli bir ayrım var. Bizler, içerisinde gerçekten bulunmadığımız, bizden bağımsız bir Sanal Gerçeklik dünyasında değiliz. Çünkü o senaryoda, bizler, bu oyunda olup biteni başka bir yerden kontrol eden etten kemikten oyuncular olmuş olurduk.

Buradaki durum ise bu değil.

Bizler, simüle edilmiş bir dünyadayız, yani bizler kullanıcı değiliz, oyuncular değiliz bizler de simüle edilmekteyiz. Philip K. Dick’in dediği gibi: “Sahte gerçeklikler, sahte insanlar yaratır.”

O zaman, neden birileri evrenimizin simüle edilmiş olduğunu düşünsün? Aslına bakılırsa, sizin için beş adet varsayımımız var, eğer bunlar doğruysa, siz değerli izleyici, bu durumda siz de simüle edilmektesiniz demektir.

 

-oOo-

 

Bir sonraki bölüm ►