edebiyat

Dünyadaki En Kudretli Adam

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

II

Ertesi sabah, Fischer Trinkhalle’den dönen Savitch ile karşılaştı. Baron soğuk bir nezaketle selam vererek yoluna devam etti. Günün ilerleyen saatlerinde, uşak Fischer’a küçük bir paket ile birlikte “Dr. Rapperschwyll bunun yeterli olacağını düşünüyor” mesajını iletti. Pakette, yirmi mark değerinde iki altın bulunuyordu.

Fischer, dişlerini gıcırdattı. “Kırk markı onun olsun,” diye kendi kendine homurdandı, “karşılık olarak kahrolası sırrı benim olacak.”

Sonra, Fischer, Polonyalı bir kontesin dahi sosyal ekonomide kullanım alanlarının olduğunu keşfetti.

Bayan Fischer’ın sohbet arkadaşı, Fischer tarafından (Fischer’ın eşi aracılığıyla) Moskovalı Baron Savitch hususunda başvurulduğunda, tatlılığından yanına varılmadı. Baron Savitch hakkında bir bilgisi var mıydı? Avrupa’da hakkında bilgi sahibi olmaya değecek herkes için olduğu gibi, tabii ki vardı. Bilgisini aktarmasında herhangi bir sakınca var mıydı? Tabii ki yoktu, ve Americainé dostunun hoş merakını azıcık bile olsa gidermekten son derece keyif duyardı. Kendisi gibi çağcıl erkeklere, kadınlara, nesnelere ve olaylara uzun zaman önce ilgisini kaybetmiş yaşlı, blasé bir kadın için, yeni dünyanın uçsuz bucaksız topraklarından gelip, büyük monde ‘un olaylarına karşı iştahlı bir meraklılık taşıyan biriyle karşılaşmak oldukça canlandırıcıydı. Ah! Evet, eğer sevgili Amercainé’inin hoşuna gidecekse, Baron Savitch’in hikâyesini seve seve aktaracaktı.

Polonyalı kontes, Rus asilleriyle ilgili bol miktarda, buradaki anlatıyla hiçbir ilgisi olmayan dedikodu parçaları ve skandal anekdotları ilave ederek verdiği sözü fazlasıyla yerine getirdi. Fischer’ın özetlediği haliyle, anlattığı hikâye şu şekildeydi:

Baron Savitch eski bir eser değildi. Kökeni hakkında St. Petersburg yahut Moskova’da tatmin edici şekilde açıklanamamış belirli bir gizem vardı. Bazıları tarafından Vospitatelnoi Dom’dan çıkma, terk edilmiş bir çocuk olduğu söyleniyordu. Diğerleri, Romanoff hanedanından olan ünlü bir kişinin gayrı meşru oğlu olduğunu düşünüyordu. Dorpat Üniversitesi’nden mezun olduğu andan itibaren başlayan benzersiz kariyerini açıklama konusunda daha başarılı olduğu için, ikinci teori daha olasıydı.

Bu hızlı ve eşine rastlanmamış derece parlak bir kariyerdi. Çar’ın emrinde diplomasiye atılmış ve birkaç yıl boyunca Viyana, Londra ve Paris elçiliklerinde görev yapmıştı. Daha yirmi beşinci doğum gününden evvel Hapsburg Hanedanıyla olan yüksek derecede önem taşıyan hassas müzakerelerin yönetiminde gösterdiği fevkalade beceri, baronluğa yükselmesini sağlamış ve bu sayede Gortchakoff’un vazgeçilmez adamlarından biri olarak diplomasi alanındaki dehasını gösterebileceği her türlü imkânı elde etmişti. Hatta St. Petersburg’un yüksek eğitimli çevrelerinde, Çar’ın askerlerinin zafer kazanmasını sağlayan gidişatı etkileyen Danube seferini planlayarak, Rusya’nın doğu sorunlarındaki seyrini yönlendirdiği ve aynı zamanda Avusturya’yı uzak tutmayı başarıp, Almanya’nın muazzam gücünü etkisiz hale getirip, İngiltere’yi yalnızca zararsız tehditler savurarak güçlerini harcayacak şekilde hareketlendiren zekânın genç Baron Savitch’e ait olduğu dahi konuşuluyordu. Sorunlar ilk hasıl olduğunda Konstantinapol’de Ignatieff’le beraber, gizli görüşmelerin düzenleneceğine dair antlaşma imzalandığı sırada Shouvaloff’la yanında İngiltere’de, ateşkes protokolü imzalandığında Yüksek Dük Nicholas ile birlikte Adrianopol’de olduğu ve çok yakında da, tüm Avrupalı devlet adamlarını ve Bismarck ile Disraeli’yi tekmeler savuran bir bebekle oynayan yetişkin bir adam gibi alt edeceği Berlin’deki kongre oturumlarının perde arkasında bulunacağı kesindi.

Fakat kontes, bu genç ve yakışıklı kişinin politik başarılarıyla pek de ilgilenmiyordu. İlgisini asıl çeken sosyal yaşantısıydı. Bu alandaki başarıları daha az dikkat çekici değildi. Hiç kimse kesin olarak babasının ismini bilmiyor olmasına rağmen, İmparatorluk sarayının etrafındaki seçkin çevrelerde belirli bir üstünlük elde etmeyi başarmıştı. Çar’ın bizzat kendisi üzerindeki etkisinin ucu bucağı yoktu. Asaleti dışında, Rusya’daki en iyi müttefik olarak görülüyordu. Sefaletten çıkıp, salt zekâsının gücüyle devasa bir servet edinmişti. Raporlara göre kırk milyon rublelik bir serveti vardı ve bu şüphesiz doğruydu. Satın aldığı tüm şirketler, ki oldukça çok ve çeşitliydi, aynı soğukkanlı, yanılmaz muhakeme, ileriyi gören sağduyu ve açıkça insanüstü olan bir örgütlenme, birleştirme ve denetim gücüyle, kendisini politika konusunda bir fenomene dönüştüren, kesin birer başarı haline dönüşüyordu.

Peki ya Dr. Rapperschwyll? Evet, kontes onu şöhreti itibariyle ve simaen tanıyordu. Kendisi, yüksek yoğunluktaki zihinsel aktivitenin ani ve endişe verici hastalıklara karşı savunmasız kalan Baron Savitch’in aralıksız olarak yanında bulunan tıp uzmanıydı. Dr. Rapperschwyll, İsviçreliydi ve aslen bir saat yapımcısı veya bir tür zanaatkardı; ya da en azından o öyle duymuştu. Bunun dışında, kendisini ve uzmanlığını barona adamış, pozisyonundan kaynaklı eline geçen imkanları ve bağlantıları kişisel servetinin yükselmesi için kullanmadığına göre, belli ki kişisel hırslardan yoksun, sıradan bir yaşlı adamdı.

Bu bilgileri edinen Fischer, kendisini, Rapperschwyll ile sırrına sahip olmak için yüzleşmeye hazır hissetti. Beş gün boyunca İsviçreli doktorla karşılaşabilmek için pusuda bekledi. Beklediği fırsat altıncı gün beklenmedik bir şekilde karşısına çıktı.

Mercuriusberg’e giden yolun ortalarında, akşamüstüne doğru, harabeye dönmüş kulenin bekçisinin aşağı indiğini gördü. “Hayır, kule kapalı değildi. Yukarıda manzarayı izlemekte olan bir beyefendi bulunuyordu, ve kendisi bir iki saate kadar dönecekti.” Böylece Fischer yukarı doğru ilerledi.

Bu kulenin üst kısmı harap haldedir. En üst kısmına doğru kendi merdivenleri olmadığı için ahşap bir merdiven yerleştirilmiştir. Fischer’ın kafası ve omuzları, üst platforma çıkan aralıktan ancak geçmişti ki, oradaki beyefendinin kendi aradığı kişi olduğunu fark etti. Dr. Rapperschwyll, dürbünle Kara Orman’ı incelemekteydi.

Fischer orada bulunduğunu uygun bir tökezleme ve gürültülü bir şekilde dengesini kazanmaya çalıştığı sırada gizlice tahta merdivenin en üst kısmını tekmeleyerek yukarı çıktığı yarığın kenarından düşmesini sağlayarak ilan etti. Merdiven otuz kırk fit boyunca kulenin duvarlarına çarparak takırtılar içerisinde aşağı düştü.

Dr. Rapperschwyll sesi duyarak keskin bir şekilde arkasına döndü ve alaycı bir şekilde, “Monsieur bir garip davranıyor,” dedi. Ama sonra kaşları çatıldı ve dişleri göründü; Fischer’ı tanımıştı.

“Çok talihsiz bir durum,” dedi New Yorklu, ağırbaşlı bir soğukkanlılıkla. “En azından birkaç saat burada mahsur kaldık. Ancak neyse ki her ikimiz de sohbet edilebilecek zeki kişileriz ve seyredecek harika bir manzaramız var.”

İsviçreli soğuk bir şekilde selam verdi ve ormanı incelemeye devam etti. Fischer bir puro yaktı.

“Ayrıca, bu fırsattan istifade” diye devam etti Fischer, dumanlarını Teufelmfihle [1] ‘nin tarafına doğru üfleyerek, “bana yanlışlıkla olduğunu sandığım şekilde ulaşan kırk markınızı geri vermek isterim.”

Rapperschwyll, “Eğer monsieur Amerikalı doktor ücretinden memnun kalmadıysa,” diye kin dolu bir sesle cevapladı, “bunu şüphesiz baronun uşağı vasıtasıyla düzelttirebilir.”

Fischer bu taşlamaya aldırmadan altın parçalarını doğrudan İsviçrelinin önündeki korkuluğun üzerine koydu.

Kasıtlı olarak “Herhangi bir ücret talep etmeyi aklımdan geçiremezdim,” dedi. “Vakanın ilginçliği hizmetlerim için yeterli bir ödül oldu.”

İsviçreli, küçük ve keskin gri gözleriyle Amerikalının yüzüne uzun bir süre dikkatle baktı.

Monsieur bir bilim insanı mıdır?”

“Evet,” diye yanıtladı Fischer milli oyunumuzu[2] ilerleten ve değerini artıran tüm bilimleri aklından geçirerek.

“Öyleyse,” diye devam etti Dr. Rapperschwyll, “belki de monsieur, cerrah testeresinin bu kadar fazla ve ustalıkla kullanıldığı vakaların karşısına nadiren çıktığını teslim ederler.”

Fischer hafifçe kaşlarını kaldırdı.

“Ve elbette, monsieur, kendisi de bir doktor olduğu için,” diye devam ederek, “baron ve dostlarının konu hakkındaki hassasiyetini de anlayacaktır. Bu nedenle sizinle karşılaştığımız anki kabalığımı da mazur görecektir,” dedi.

“Düşündüğümden daha zeki,” diye düşündü Fischer. “Bende hiçbir şey yokken, tüm kartları elinde bulunduruyor; blöf yapmaya gelince sahip olduğum güçlü irade hariç…”

“Bu hassasiyet konusunda gerçekten üzüldüm,” diye devam etti sesi yükselerek, “zira şahit olduğum şey İngiliz veya Amerikan bilimsel dergilerinden birinde bile yayımlanmış olsa, kapsamlı bir merak yaratırdı diye düşünüyorum; Kıta’da[3] da aynı şekilde ilgi göreceğine şüphe yok.”

“Şahit olduğunuz şey mi?” diye bağırdı İsviçreli, sertçe. “Yanlış. Hiçbir şey görmediniz – ben odaya girdiğimde henüz yerinden çıkaramamıştınız bile –”

Birden durdu ve sanki kendi aceleciliğine küfreder gibi kendi kendine homurdandı. Fischer avantajı eline geçirdiğine sevinerek, yarıya kadar içtiği purosunu atarak bir yenisini yaktı.

“Beni açık sözlü olmaya zorladığınız için,” diye devam etti Dr. Rapperschwyll, endişeli hali gözle görünür bir şekilde artarken, “baronun beni hiçbir şey görmediğiniz konusunda temin ettiğini belirtmeliyim. Gümüş kapağı çıkardığınız sırada araya girdim.”

“Ben de aynı derece dürüst olacağım,” diye yanıtladı Fischer, son bir çabayla yüzünü sabitlemeye çalışarak. “O noktada, baron güvenilir bir şahit değildi. Siz odaya girmeden evvel bir süredir bilinci kapalıydı. Siz girdiğiniz sırada, belki gümüş kapağı çıkarıyordum–”

Dr. Rapperschwyll’in benzi attı.

“Ancak belki de,” dedi Fischer soğukkanlılıkla, “Geri takmaktaydım.”

Bu olasılığın dile getirilmesi Rapperschwyll’i sanki gökyüzünden üzerine bir yıldırım düşmüş gibi çarptı. Dizleri boşaldı ve neredeyse yere yığılıyordu. Elleriyle yüzünü kapatıp, çocuk gibi, veya daha doğrusu yaşlı, kırılmış bir adam gibi hıçkırmaya başladı.

“Herkese duyuracak! Mahkemelere ve tüm dünyaya duyuracak!” diye bağırdı histeriye kapılarak. “Ve üstelik bu kriz ortamında–”

Ardından, İsviçreli umutsuz bir çabayla kendisini bir miktar kontrol etmeyi başarmış gibi göründü. Birkaç dakika boyunca, başı önüne eğilmiş ve kolları göğsünde kavuşturulmuş şekilde turladı. Daha sonra konuştuğu kişiye dönerek:

“Eğer dillendireceğiniz herhangi bir miktar–”

Fischer bu teklifi kısa bir kahkahayla bölmüştü.

“Öyleyse,” dedi Rapperschwyll, “ben-ben… Kendimi sizin cömertliğinize bırakarak–”

“Evet?” diye sordu Fischer.

“Ve sizden, onurunuz üzerine, şahit olduklarınızı mutlak suretle kendinize saklamanız için söz vermenizi istesem?”

“Baron Savitch’in varlığı sona erene kadar kendime saklamam?”

“Bu yeterlidir,” dedi Rapperschwyll. “Onun varlığı sona erdiğinde, ben de öleceğim. Öyleyse, şartlarınız?”

“Tüm hikâye, şimdi, burada ve hiçbir şeyi atlamadan.”

“Bu benden talep ettiğiniz, korkunç bir bedel,” dedi Rapperschwyll, “ancak gururumdan daha fazlası söz konusu. Hikâyeyi dinleyeceksiniz.”

Uzunca bir sessizlikten sonra, “Zürich’in bir kasabasında, bir saatçi olarak yetiştirildim. Bu zanaatta müthiş bir dereceye ulaştığımı söylersem, bu kendini beğenmişlikten değildir. Beni salt mekanik düzeneklerin sınırları konusunda deneyler yapmaya sevk eden bir hatırı sayılır hüner geliştirdim. İnsan yaratıcılığının ulaşabildiği en iyi düzenekleri inceledim ve daha ileri götürdüm. Babbage’ın[4] hesaplama makinası[5], özellikle ilgimi çekmişti. Babbage’ın fikrini, insanlık için sonsuz derece daha önemli bir fikrin çekirdeği olarak gördüm.”

“Daha sonra işimi bırakarak Paris’e, fizyoloji eğitimi almaya gittim. Sorbonne’da üç yıl geçirdim ve bu daldaki bilgi birikimimi en yüksek dereceye çıkardım. Bu sırada, araştırmalarım salt fiziksel bilimlerin çok ötesine geçmişti. Fizyoloji beni bir süre oyaladı; daha sonra, yeterli miktarda kavrandığında, tüm bilgilerin özeti ve nihai uygulama alanı olan sosyoloji bilimine geçtim.”

“Yıllar süren hazırlıktan sonra, Zürich günlerinden beri belli belirsiz zihnimi kurcalamış olan, yaşamımı adamış olduğum büyük fikir, tüm çalışmalarımın sonucu olarak en sonunda belirli ve mükemmel şeklini almıştı.”

Dr. Rapperschwyll’in tutumu, güvensiz tereddütten, dürüst bir hevese doğru kaymıştı. Adamın kendisi değişim geçirmiş gibiydi. Fischer dikkatle ve anlatıyı bölmeden dinledi. Bu kadar uzun bir süre boyunca kıskançlıkla sakladığı sırrını açığa vurma ihtiyacının kendisi için de tamamen tatsız bir deneyim olmadığını düşünmekten kendisini alamadı.

“Şimdi, monsieur,” diye devam etti Dr. Rapperschwyll, “birbirleriyle ilk bakışta herhangi bir ilgisi bulunmuyor gibi görünen birkaç önermeye dikkat etmenizi rica ederim.”

“Mekanizma üzerindeki çabalarım, hesaplama kapasitesi konusunda, Babbage’ınkinin çok daha ötesine geçmesini sağladı. Veriler göz önünde bulundurulduğunda, bu yöndeki olasılıklarda hiçbir limit görünmüyordu. Babbage’ın çarkları ve dişlileri logaritmalar ve tutulmaları hesaplayabiliyordu. Makinaya sayılar besleniyor ve o da sonuç olarak sayılar üretiyordu. İmdi, nedenler ve sonuçlar arasındaki bağlantılar, aritmetik kanunları kadar sabit ve değiştirilemezdir. Mantık, matematik kadar kesin bir bilimdir yahut öyle olmalıdır. Benim yeni makinama ise olgular besleniyor ve o da vargılar üretiyordu. Kısaca, mantık yürütebiliyordu ve akıl yürütmelerinin sonuçları, insanların çoğu zaman, o da her zaman değilse, yanlış olan akıl yürütmelerine nazaran, daima doğruydu. İnsan mantığındaki hatanın kaynağı, filozofların ‘kişisel değişken’ dedikleri şeylerden kaynaklanıyordu. Benim makinam, bu kişisel değişkeni ortadan kaldırdı ve etkiden tepkiye, öncüllerden sonuçlara istikrarlı bir kesinlikle ilerledi. İnsan zekâsı yanılabilirdir, benim makinam ise akıl yürütmelerinde mutlaktır.”

“Ayrıca, fizyoloji ve anatomi bana beynin gri maddesi ile yaşamsal ilkenin birbirinden ayrılamayacağına dair batıl inancı aşılamıştı. Oysa, medulla oblongata[6] ‘sına mermi saplanmış olmasına rağmen yaşayan kişiler gördüm. Kafatasından cerebellum[7] ‘u çıkarılıp alınan kuşlar ve küçük hayvanlar gördüm. Ve hiçbiri ölmemişti. Öyle düşünüyordum ki, beyin insanın kafatasından çıkarılsa dahi, istemsiz eylemler haricinde geri her şeyi yöneten zekâdan kesinlikle yoksun kalacak olmasına rağmen, denek yaşamını yitirmezdi.”

“Son olarak, tarihin sosyolojik çerçeveden derin bir incelenmesi ve insan doğası hakkında yabana atılamayacak miktardaki tecrübem, beni şimdiye kadar yaşamış olan dehaların, ortalama zekânın çok üstünde olmayan bir seviyede bulunuyor olduklarına ikna etti. Anavatanımda, tüm dünyanın isimlerini ezbere bildiği en yüksek zirveler, etraflarını çevirmiş sayısız isimsiz zirveden yalnızca birkaç yüz fit yüksektedir. Napoleon Bonaparte, etrafındaki yetenekli kişilerden yalnızca biraz daha yukarıdaydı. Ama yine de, o biraz, her şeydi ve tüm Avrupa’yı ele geçirmesini sağladı. Düşünceyi gerçeğe çeviren zihinsel yetenekler konusunda Murat’ı aşan Napoleon gibi Napoleon’u aşacak bir kimse, bütün dünyanın efendisi olacaktı.”

“Şimdi, bu üç önermeyi birleştirecek olursak: Varsayın ki bir kişiyi alıp, onun ta insan ırkının başlangıcına kadar tüm atalarının yapmış olduğunu hataların ve başarısızlıkların nihai kaynağı olan beynini çıkararak, geleceğinde göstereceği tüm zayıflıkların kaynağını ortadan kaldırayım. Varsayın ki, çıkardığım o hataya açık zekâ yerine, o kişiye, evrensel kanunların yanılmazlığına göre işleyen yapay bir zekâ bahşedeyim. Varsayın ki, gerçek anlamıyla mantık yürüten bu üstün varlığı, yanlış akıl yürüten aşağı dereceden kişilerin arasına bırakayım ve bir filozof sükunetiyle kaçınılmaz sonucu bekleyeyim.

Monsieur, işte benim sırrımı öğrendiniz. Yaptığım şey tam olarak buydu. Dostum Dr. Duchat’nın yönetiminde olan, umutsuz deliler için yakın zamanda kurulmuş St. Vasili Enstitüsü’nün bulunduğu Moskova’da, Stepan Borovitch isminde on bir yaşında bir çocuk buldum. Doğduğundan beri görmemiş, duymamış, düşünmemişti. Doğanın ona küçük bir miktar koku ve belki bir miktar da tat hissi bahşetmiş olduğu düşünülüyordu ancak bu konuda bile kesin olan bir şey yoktu. Doğa, ruhunu gayet etkili bir şekilde hapsetmişti. Yaptığı tek şey, arada bir ne olduğu anlaşılamayan şekilde homurdanmak, parmaklarını hiç durmadan birbirine dokundurmak ve ellerini açıp kapatmaktı. Güneşli günlerde onu güneşin ısıttığı bir noktada sallanan bir sandalyeye oturturlar ve o da ileri geri saatlerce sallanıp kırılgan parmaklarını oynatarak, sıcaklık konusundaki memnuniyetini, ağlamaklı bir halde geri zekâlılığın değişmeyen nakaratını homurdanarak belli ederdi. Onu ilk gördüğümde, çocuğuk işte bu haldeydi.”

“Yakın dostum Dr. Duchat’ya, Stepan Borovitch’i bana vermesi için yalvardım. O mükemmel insan uzun zaman önce ölmemiş olsaydı, bu zafer ona da ait olacaktı. Stepan’ı eve getirdim ve bıçakla testere altına yatırdım. O sefil, değersiz, işe yaramaz, umutsuz insan parçası üzerinde, üzerinde deney yapmak için aldığım veya yakaladığım bir köpek kadar korkusuzca ve sakınmadan çalışabilirdim. Bu yirmi yıldan biraz daha önceydi. Bugün, Stepan Borovitch, yeryüzü üzerindeki herhangi bir kişiden daha fazla güce sahip. On yıl içinde tüm Avrupa’nın diktatörü, dünyanın efendisi haline gelecek. O asla hata yapmaz; zira gümüş kafatası içerisinde akıl yürüten makina asla hata yapmaz.”

Fischer aşağı doğru, kulenin tepesine tırmanmakta olan bekçiyi işaret etti.

“Hayalperestler,” diye devam etti Dr. Rapperschwyll, “eski uygarlıkların harabeleri arasında insan bilgisinin temellerini sarsacak bazı yazıtlar bulunma olasılığı olduğu konusunda spekülasyon yapmışlardır. Daha bilge kişiler ise bu hayallerle dalga geçiyor, bu büyülü bilime gülüyorlar. Bu bilgeler, birer ahmaktan başka bir şey değil. Düşünün ki Aristoteles, Ninova’da üzerinde yalnızca ‘güçlü olanın hayatta kalması’ yazılı çivi yazısı bir tablet bulmuş olsaydı, felsefeye iki bin iki yüz yıl kazandırmış olacaktı. Neredeyse bu kadar az kelimeyse, size eşit derecede verimli bir gerçeği açıklayacağım. Yaratıkların nihai evrimi, yaratıcı olmaktır. Belki bu gerçeğin geniş kabul görmesi iki bin iki yüz yılı bulacaktır, ancak gerçek yine de budur. Baron Savitch benim yaratımımdır ve ben de onun yaratıcısıyım – Avrupa’daki en kudretli adamın, dünyadaki en kudretli adamın yaratıcısı.”

“İşte merdivenimiz, monsieur. Ben anlaşmanın kendi üzerime düşen kısmını gerçekleştirdim. Siz de sizinkini unutmayınız.”

 

-ooo-

 

Notlar:

[1] Teufelmfihle: Teufel Almanca ‘Şeytan’ anlamına gelmektedir. Ancak kelimenin tamamının anlamı belirsizdir. Tını olarak biraz ‘Şeytansever’i andırdığı söylenebilir. || geri=>

[2] ‘Poker’i kast ediyor. || geri=>

[3] Avrupayı kast ediyor. || geri=>

[4] Charles Babbage: (1791-1871) İngiliz matematikçi, filozof, mucit ve makina mühendisi. Bilgisayar bilimlerine erken tarihlerde yaptığı katkılarla tanınır. Mekanik bir cihaz olan ‘Fark Motoru’nu icat etmiş ve genel amaçlı bir bilgisayar olan mekanik ‘Analitik Motor’u tasarlamıştır. || geri=>

[5] Mitchell, Charles Babbage tarafından icat edilen Fark Motoru’nu veya tasarlanan Analitik Motor’u, veya her ikisini birden kast ediyor. || geri=>

Fark Motoru: İng. Difference Engine. Charles Babbage tarafından icat edilen cihaz, sonlu farklar yönetimi kullanarak, polinomların değerlerini hesaplıyordu. Cihaz daha çok logaritma ve trigonometri tabloları oluşturmak veya var olan tabloları teyit etmek için kullanılıyordu. 1850’li yılların sonunda kullanılmaya başlanmıştır.

Analitik Motor: İng. Analytical Engine. Charles Babbage tarafından tasarlanan ancak inşa edilemeyen cihaz, genel kullanıma uygun ilk bilgisayardır. Babbage tarafından ilk kez 1837 yılında tarif edilmiştir. Bunun üzerine, henüz bu kadar erken tarihlerde müzik besteleyen, roman yazan vb. yapay zekâlar hakkında spekülasyonlar yapılmıştır. Makina sayesinde yapılabilecekler konusunda özellikle Ada Lovelace’ın çalışmaları, kendisinin yaşamış ilk ‘bilgisayar programcısı’ olarak görülmesini sağlamıştır. || geri=>

[6] Medulla Oblongata: Lat. Beynin en arka kısmı. || geri=>

[7] Cerebellum: Lat. Beyincik. || geri=>

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►