edebiyat

Dünyadaki En Kudretli Adam

 

◄ Bir önceki bölüm

 

III

İki aylık İsviçre ve İtalyan gölleri turundan sonra, Fischer’lar kendilerini Paris’teki Hotel Splendide’de, Birleşik Devletler’den gelmiş kişilerin arasında buldular. Baden’deki bir miktar sersemletici deneyimden ve akabindeki bol miktarda muazzam ve hayaletvari karlı zirvelerden sonra, bir kez daha sıralı renk ile kenti ayrıt edebilecek kişilerin arasında bulunmak Fischer için bir rahatlamaydı. Hotel Splendide’de, Fuar’ı dolaşmaya gelen Doğulu bir grubun içerisinde, New York’taki en yakın dostunun nişanlısı, genç ve zeki bir kız olan Bayan Bella Ward’ın olduğunu görmek ayrıca mutlu etmişti.

Çok daha az keyif duyarak, Baron Savitch’in de Paris’te olduğunu öğrendi; Berlin Kongre’sinden yeni dönmüştü ve politikanın satır aralarını okuyabilen, bu heybetli oyundaki diplomat kuklalar ile gerçek oyuncuları birbirlerinden ayırt edebilen seçkin kişiler için Kongre’nin asıl kahramanı olmuştu. Dr. Rapperschwyll, baronla birlikte değildi. Kendisi İsviçre’de, yaşlı annesinin ölüm döşeğinde kalmak zorunda kalmıştı.

Bu son bilgi parçası Fischer’ı memnun etti. Mercuriusberg’deki konuşmayı ne kadar fazla düşünürse, bütün o olayın bir illüzyon olduğuna, gerçek olmadığına kendisini ikna etmesinin bir görev olduğunu o kadar çok hissediyordu. Hatta, kendisinin, olduğunu düşündüğü kadar açıkgözlü olmadığını itiraf etmek pahasına, İsviçreli doktorun kendisinin saflığıyla dalga geçmiş olduğuna inanmaktan memnun kalacaktı. Fakat baronun Badischer Hof’taki odasında şahit olduğu sahnenin anısı o kadar canlıydı ki, bu teoriye hiçbir zemin tanımıyordu. Yalnızca, yakında Baron Savitch kadar doğa dışı, tehlikeli, canavarca olan bir yaratıkla arasına geniş Atlantik’in girecek olduğu düşüncesiyle mutlu olması gerektiğini düşünüyordu.

Kendisini bu olasılık dışı kişiyle yeniden aynı topluluğun içerisinde bulduğunda, aradan en fazla bir hafta geçmişti.

Amerikalıların gurubundaki hanımlar, baronla New Continental Oteli’ndeki bir baloda karşılaşmışlardı. Yakışıklı yüzü, ince tavırları, zekâsı ve nüktedanlığından büyülenmişlerdi. Onunla daha sonra Amerikan Elçiliği’nde karşılaştılar, ve Fischer’ı anlatılamaz bir dehşete sürükleyen bir biçimde, tanışıklıkları hızla samimiyet yönünde ilerlemeye başladı. Baron Savitch, böylece Hotel Splendide’in düzenli ziyaretçilerinden biri haline geldi.

Fischer, bu dönem üzerinde durmayı pek sevmiyor. Bir ay boyunca huzuru, kaygılar ve tiksinme duyguları tarafından sırayla bozulup durdu. Yine de, Baden’deki olay hakkında iki taraf da hiçbir imada bulunmamış olmasına rağmen, baronun kendisine karşı yaklaşımının gayet dost canlısı olduğunu teslim etmek zorunda hissediyor. Fakat, dostlarının, ahlaki ilkelerin yerini dişlilerin ve çarkların almış olduğu bu yaratıkla kuracakları ilişkilerden iyilik gelmeyeceğini bilmek, kendisinin süreğen bir dikkat dağınıklığı içerisine düşmesine neden oluyordu. Amerikalı, arkadaşlarına bu Rus’un sağlıklı bir zihinsel yapısı olmadığı, yalnızca şu anki toplum yapısına tamamen aykırı ilkeler üzerine inşa edilmiş mekanik becerinin bir mucizesi olduğu – kısaca salt varlığının dahi beyinlerinde dürüst grilik ve beyazlıklara sahip aklı başında kimseler için tiksindirici bulunması gerektiği gerçek karakterini seve seve açıklardı. Fakat Dr. Rapperschwyll’e vermiş olduğu kutsal söz, dudaklarını mühürlemişti.

Ancak küçük bir tesadüf, durumun endişe verici karakterini aniden fark etmesine ve kalbinin yeni bir dehşetle dolmasına neden oldu.

Bir akşam, Amerikan grubunun Havre’dan evlerine dönmek üzere yola çıkmak için kararlaştırdıkları günden birkaç gün önce, Fischer, grubunun ‘genel merkezi’ olarak kararlaştırdıkları özel salona girdi. İlk başta odanın boş olduğunu sanmıştı. Ancak kısa bir süre sonra, pencerelerden birinin girintisinde, perde nedeniyle kısmen görülmeyen Baron Savitch ve Portlandlı Bayan Ward’un silüetlerini ayırt etti. Onun girdiğini görmemişlerdi. Bayan Ward’un eli, baronun elindeydi ve Fischer’ın yanlış yorumlamasının mümkün olmadığı bir hayranlıkla onun yakışıklı yüzüne bakıyordu.

Fischer öksürdü ve sanki aşağıdaki bulvarda neler olduğuyla ilgileniyormuş gibi başka bir pencereye doğru ilerledi. Çift girintiden ayrıldı. Bayan Ward’un yüzü şaşkınlıkla kızarmıştı ve hemen odadan ayrıldı. Baronun yüzünde ise utancın hiçbir emaresi görünmüyordu. Kendine mükemmel bir şekilde hâkim olarak Fischer’ı selamladı ve onunla Place du Carrousel’deki büyük balon hakkında konuşmaya başladı.

Fischer genç hanıma acımıştı, ancak onu suçlamadı. New York’taki nişanlısına olan sadakatinin devam ettiğine gönülden inanıyordu. Bir insandan çok daha öte olan bir şeyin etkisi altında kalmış olduğunu teslim etti. Ancak sonuç ne olacaktı? Bildiklerini ona anlatamazdı; verdiği söz elini kolunu bağlıyordu. Baronun geniş yürekliliğine sığınmanın da bir anlamı yoktu; zira onun davranışlarını insani duygular yönlendirmiyordu. Bu münasebet, kendisi eli kolu bağlı ve aciz bir haldeyken öylece sürüp gidecek miydi? Bu çekici ve masum kızcağız, bir otomatın geçici hevesine kurban mı gidecekti? Bir makinayla evlenmek!.. New York’taki arkadaşına olan sadakati ve Bayan Ward’a olan saygısı, onu derhal hareket geçmeye davet ediyordu.

Ve tüm kişisel nedenler bir tarafa, topluma ve dünyanın özgürlüklerine karşı açık bir sorumluluğu da yok muydu? Savitch’in, Dr. Rapperschwyll tarafından kendisine çizilen kader boyunca ilerlemesine izin mi verilecekti? Kendisi (Fischer) bu hırslı planı bozabilecek dünyadaki yegâne kişiydi. Bir Brütüs’e bundan daha fazla ihtiyaç duyulduğu olmuş muydu?

Fischer’ın Paris’te geçirdiği son günler, korkular ve şüpheler arasında, tarif edilemeyecek kadar berbat geçmişti. Buharlı gemiye binecekleri gün, neredeyse harekete geçmeye karar vermişti.

Havre’a hareket edecek tren öğlen kalkıyordu ve Baron Savitch Hotel Splendide’deki dostlarına veda etmek için saat on birde arzı endam etti. Fischer, Bayan Ward’u yakından izliyordu. Hareketlerinde, daha önce ulaşmış olduğu kanıyı güçlendiren bir zorlama seziyordu. Baron bu sırada birkaç ay içerisinde Amerika’yı ziyaret ederek yarım kalan tanışıklıklarını tazelemeyi zevkle görev edineceğini belirtti. Savitch konuşurken, Fischer, bakışlarının Bayan Ward’unkilerle buluştuğunu ve Bayan Ward’un neredeyse fark edilemeyecek kadar az da olsa kızardığını gözlemledi. Fischer durumun umutsuz olduğunun farkındaydı; bu nedenle umutsuzluktan kaynaklanan bir eylem gerektiriyordu.

Şimdi kendisi de, gruptaki kadınlarla beraber istasyona doğru yola çıkmadan önce hızlıca yiyecekleri öğle yemeğine katılması için barona ısrar etmeye başladı. Savitch bu içten daveti severek kabul etti. Ancak doktorunun mutlak yasağını ileri sürerek şarap içmeyi kesinkes reddetti. Fischer bir an için mekânı terk etti ve Baden olayında yer almış siyah şişeyle birlikte döndü.

“Baron,” dedi, “halihazırda Amerikan yapımı ürünlerin en asilini onayladığını belirtmiştir ve bu içeceğin tıbbi faydalarının da farkındadır,” diyerek, Kentucky şişesinde kalanları bir bardağa boşaltarak Rus’a ikram etti.

Savicth bir an tereddüt etti. Bu sıvıyla olan önceki deneyimi hem bir arzuya hem de bir uyarıya neden olmuştu, ancak nezaketsiz biri gibi görünmek istemiyordu. Bayan Ward’un tesadüfi yorumu kararını vermesine neden olmuştu.

“Baron,” dedi Bayan Ward, “bize Amerikan tarzında bon voyage deme fırsatını reddetmeyecektir.”

Savitch bardağı dikti ve sohbet başka konulara doğru kaydı. Arabalar aşağıda beklemekteydi. Veda konuşmaları yapılırken Savitch birden ellini alnına götürerek bir sandalyenin arkasını kavradı. Hanımlar endişeyle etrafında toplandılar.

“Önemli bir şey değil,” dedi zayıf bir sesle; “geçici bir baş dönmesi yalnızca.”

Fischer, “kaybedecek vakit yok,” diyerek öne çıktı. “Tren yirmi dakika içinde hareket ediyor. Ben dostumuzla ilgilenirken lütfen sizler hazırlanın.”

Fischer baronu aceleyle kendi odasına çıkardı. Savitch arkası üstü yatağa devrildi. Baden’de ortaya çıkan belirtiler tekrar ediyordu. İki dakika içerisinde Rus bilincini kaybetmişti.

Fischer saatine baktı. Üç dakikası vardı. Odanın kapısındaki anahtarı çevirdi ve oda servisini çağırmaya yarayan elektrikli zilin düğmesine bastı.

Daha sonra muazzam bir kendini kontrol etme çabasıyla sinirlerini yatıştırdı ve aldatıcı perukla siyah bandanayı baronun kafasından çekip çıkardı. “Tanrım, eğer korkunç bir hata yapıyorsam beni affet!” diye aklından geçirdi, “ama sanırım bu bizim ve dünya için en doğru şey.” Hızlı fakat ustaca hareketlerle, gümüş kapağı çıkardı. Mekanizma gözleri önünde açığa çıkmıştı. Baron inledi. Fischer, harikulade makinayı acımasızda söküp aldı. İnceleyecek ne vakti ne de hevesi vardı. Bir parça gazete kâğıdı kaptı ve kâğıda sardı. Paketi ağzı açık duran valizine attı. Daha sonra gümüş kapağı sıkıca kapattı ve bandanayla peruğu eski yerlerine yerleştirdi.

Tüm bunlar otel görevlisi gelmeden önce gerçekleşmişti. “Baron Savitch çok hasta,” dedi Fischer, görevli odaya vardığında. “Endişelenmeyi gerektirecek bir durum yok. Bir an evvel Hotel de l’Athénéé’deki uşağı Auguste’a haber verin.” Yirmi saniye sonra Fischer bir taksiye binmişti ve St. Lazare istasyonuna doğru hızla ilerliyordu.

Buharlı gemi Pereire Ushant’tan beş yüz mil uzakta iyice açıldığında ve geminin altında sayısız fersah derinliğinde su varken, Fischer valizinden gazete kağıdına sarılı paketi çıkardı. Dişlerini sıkıyor ve dudakları sıkıca kapalıydı. Ağır paketi geminin kenarına doğru götürdü ve Atlantik’e bıraktı. Dingin suda küçük girdaplarla gözden kaybolarak battı. Fischer’a sanki vahşi, umutsuz bir çığlık duyuyormuş gibi geldi ve sesi kesmek için ellerini kulaklarına bastırdı. Bir martı geminin üzerinde daire çiziyordu – çığlık martıdan gelmiş olmalıydı.

Fischer kolunda hafif bir dokunuş hissetti. Hızlıca döndü. Bayan Ward yanında, korkuluğa yakın bir yerde dikiliyordu.

“Aman Tanrım, benziniz ne kadar atmış,” dedi. “Ne yapıyordunuz?”

“İki kıtanın özgürlüklerini savunuyordum,” diye yavaşça cevapladı Fischer, “ve belki sizin huzurunuzu da…”

“Gerçekten mi?” dedi; “ve bunu nasıl yaptığınızı sorabilir miyim?”

“Bunu,” dedi Fischer kabir ciddiyetiyle, “Baron Savitch’i güverteden atarak…”

Bayan Ward bir anda kahkahalara boğuldu. “Bazen pek hoş oluyorsunuz Bay Fischer.”

 

-oOo-

 

◄ Bir önceki bölüm