bilim

Aşma (Aşkınlık) Hipotezi Nedir? (John M. Smart)

 

AŞMA HİPOTEZİ
Yeterince İlerlemiş Uygarlıklar Değişmez bir şekilde Evrenimizi terk ediyor olabilir, ve METI ile SETI için çıkarımlar.

 

Yazan: John M. Smart
Orijinal adı: The Transcension Hypothesis, 2012-2017.
URL: http://accelerating.org/articles/transcensionhypothesis.html

 

[Köşeli parantezler çevirene aittir.]

 

Öne çıkan noktalar:

  • Evrimsel gelişim (evo devo) biyolojisi, evrenin evrimi ve gelişimi için model olarak kullanılmıştır.
  • Evrensel zekâyı karadelik verimliliği ve karadelik yoğunluğuna götüren gelişimsel bir süreç önerilmiştir.
  • Karadeliklerin ileri zekâ için çeker [İng. attractor ] olarak kendilerine özgü özellikleri değerlendirilmiştir.
  • Ötegezegen aramaları, METI ve SETI için karadelik Aşma’sına ait test edilebilir çıkarımlar önerilmiştir.
  • Fermi Paradoksu’nun bir çözümü olarak Aşma için enformasyon kuramı ve evrimsel gelişim çerçevelerinde argümanlar önerilmiştir.

 

Bir düşük kütleli X-ışını ikilisi (Low-mass X-ray Binary – LMXRB). Tuhaf gelse de, Yeryüzü’nün post-biyolojik geleceği böyle olabilir: Kendi yaratımımız olan bir karadeliğin içindeki bizler, aynı şeyi yapmış olan evrendeki diğer uygarlıklarla birleşmek üzere yüksek derecede hızlandırılmış bir çizgide ilerlerken… Eğer bu doğruysa, “geleceğimiz, yoğunluk ve maddesizleşmedir” (enformasyon ve bilgisayımın, fiziksel etkinliklerin yerini giderek daha fazla alması). (görsel: Hubblesite.org)

 

Özet:

Giderek belirginleşmekte olan evrimsel gelişim (evo devo) biyolojisi bilimi, evreni, hem süreçlerinin çoğunun öngörülemez ve yaratıcı olduğu bir evrimsel sistem, hem de, tıpkı aynı popülasyondan olan iki yıldızın veya biyolojideki genetik olarak özdeş ikizlerin gelişim süreçlerinde olduğu gibi, birkaç özel sürecin öngörülebilir ve uzun vadede ortaya çıkacak belirli bir düzeni oluşturacak şekilde kısıtlanmış olduğu gelişimsel bir sistem olarak görmemize yardımcı olur. Aşma hipotezi, tüm yeterli derecede gelişkin uygarlıkları, “iç uzay” olarak isimlendirilebilecek, uzay, zaman, enerji ve maddenin giderek daha yoğun, üretken, minyatürize ve verimli ölçeklerde kullanıldığı ve en son noktasında da karadelik-benzeri, bilgisayımsal olarak optimum olan bir hedefe ulaştıracak, evrensel bir evrimsel gelişim süreci bulunduğunu ileri sürer. Gelişimsel bir hedef olarak Aşma, aynı zamanda, neden zeki uygarlıklara ait kanıtlar bulamadığımız veya neden onlardan işaret araçları [yabancı uygarlıkların gönderdiği iletişim amaçlı uzay araçları] almadığımız sorusunu soran Fermi paradoksunun çözümüne de katkıda bulunur. Gelişkin zekânın Aşma’ya doğru gidecek şekilde kısıtlanmış olduğuna dair bazı potansiyel evrimsel, gelişimsel, enformasyon kuramsal nedenler, mekanizmalar ve modeller de kısaca tartışılmıştır. Özellikle, karadeliklerin bazı kişilere göre ideal bilgisayım, öğrenme, zamanda ileri doğru yolculuk, enerji elde etme, uygarlık birleştirme, doğal seçilim ve evren çoğaltma cihazları olmalarından yola çıkarak, tüm yüksek zekâlar için gelişimsel bir kader ve bir standart çeker olmalarıyla ilgili argümanlar sunuyoruz. Aşma hipotezi kapsamında, dış (normal) uzayda kalarak Aşma’ya direnmekte başarılı olan görece basit uygarlıklar, biyolojik olarak gelişim gösteren herhangi bir sistemin yaşam döngüsünün ilerleyen süreçlerinde istatistiksel olarak nadir görülen, gelişimsel başarısızlıklardır. Eğer Aşma gelişimsel bir süreçse, genç ve olgunluğa erişmemiş uygarlıkların eserleri olan kısa yayınların veya galaktik mühendisliğin incelikli biçimlerinin, az sayıda galaksinin bazı sınırlı bölgelerinde ortaya çıkmasını bekleyebiliriz; ancak Aşma’ya doğru kısıtlanmış olmanın, açık ara tüm olgunlaşmış uygarlıkların normu olması gerekir.

Aşma hipotezinin, şu an ve gelecekteki METI ve SETI araştırmaları için önemli ve test edilebilir çıkarımları bulunmaktadır. Eğer tüm evrensel zekâ eninde sonunda, sonrasında bir tür birleşim ve seçilim biçimi yaşanan, karadelik-benzeri ortamlara doğru bir Aşma yaşıyorsa, ve hızla Aşma’ya doğru yaklaşmakta olan iki komşu uygarlık arasında çift-yönlü ileti gönderimi (gönderme-alma döngüsü), aradaki büyük uzaklıklar nedeniyle son derece sınırlıysa, bu durumda geri bildirimli iletişim nadiren gerçekleşiyor olabilir ve yalnızca en yakın komşu yıldızlar arasında ve Aşma’dan önceki kısa bir süre ile sınırlı bir olay olabilir. Bizim tarafımızdan kolayca tespit edilebilecek kadar yaygın olan tek iletişim türü, galaksi boyunca gönderilen tek yönlü METI veya [uzay] sondaları olacaktır. Fakat basit tek-yönlü iletiler veya sondalar, gönderim maliyetlerine değmiyor olabilir ve ileri seviye ileti gönderimleri veya sondalar, kendilerine ulaşan tüm uygarlıkları göndereninkine benzer bir Aşma yaşamaya mahkûm ederek evrimsel çeşitliliği azaltıyor olabilir. Eğer evrenimizdeki her uygarlığın, sonlu bilgisayımsal kaynakları nedeniyle öğrenebilecekleri oldukça sınırlıysa ve eğer evrenimizdeki birçok uygarlık bu nedenle paralel ve izole bir şekilde evrimleşiyorsa, bu durumda, yeterli seviyede gelişmiş tüm uygarlıkların ahlak ve sürdürülebilirlik sistemlerinde tek-yönlü ileti gönderimi ve sondalara karşı güçlü bir etik yasak olabilir; bu argüman Fermi Paradoksu literatüründe, Hayvanat Bahçesi hipotezi olarak bilinir. Herhangi bu türden bir çevrede, eğer Aşma ve post-Aşma birleşimi, kaçınılmaz, hızlandırıcı ve eninde sonunda geleceğin fiziği tarafından keşfedilip niteliksel olarak tarif edilecek test edilebilir bir gelişim sürecinin unsurlarıysa, yıldızlararası ileti veya sonda göndermenin evrimsel değeri, bedelini karşılamıyor olabilir.

Aşma’ya ait süreçler elimizde yeterli fizik bilgisi olmamasına rağmen, günümüzde dahi ölçümlenebilir olabilir ve radyo ile optik SETI’nin her biri görgül testler sağlayabilir. Eğer Aşma, evrensel bir gelişimsel kısıtlama ise, bu durumda istisnasız tüm erken ve düşük-güçlü elektromanyetik sinyal sızıntılarının (radar, radyo, televizyon) ve daha sonra da ötegezegenlerin ve atmosferlerinin, her uygarlık kendi teknolojik tekilliğine (post-biyolojik zekâ ve yaşam biçimlerinin ortaya çıkışı) girdikçe, istisnasız bir şekilde ortadan kalkması gerekir. Aşma, aynı zamanda, bu uygarlıkların karadelik-benzeri optimal ve hızlanan bir yolda olduklarını savunur. Dahası, optik SETI, galaktik Aşma bölgesi olarak isimlendirebileceğimiz, daha yaşlı Aşkın uygarlıkları barındıran bir iç halka olan, genişlemekteki galaktik yaşanabilir bölgeye ait bir haritayı ve yaşam belirtileri olan gezegenlerin bu iç halkada yaşanabilir bölgenin geri kalan kısmından daha düşük frekanslarda olduğunu keşfettiğimiz bir kayıp gezegenler problemine ait bir harita elde etmemizi sağlayabilir.

 

Anahtar Kelimeler:

Hızlanma araştırmaları; Astrososyoloji; Barrow Ölçeği; Karadelik; Karadelik Toplanma Diski; Karadelik Zaman Genişlemesi; Bremermann Limiti; Karmaşıklık; Kompütronyum; Kozmolojik Doğal Seçilim; Maddesizleşme; Yoğunlaştırım; Gelişimsel Bağışıklık; Gelişimsel Ahlak; Doppler Tayfölçümü; Evrimsel Gelişim; Evo Devo Biyoloji; Evo Devo Evren; Ötegezegen; Fermi Paradoksu; Odak Küresi; Temel Katsayı; Başarım Yeteneklilik Metrikleri; Galaktik Yaşanabilir Bölge; Galaktik Aşma Bölgesi; Kütleçekimsel Mercekleme; Enformasyon Kuramı; İç Uzay; Zekâ İlkesi; Kardashev Ölçeği; METI; Yerellik; Log Normal Dağılım; Düşük Kütleli X-ışını İkili Sistemi; Moore Yasası Limiti; Ahlak; Kayıp Gezegenler Problemi; Kutupölçüm; Post-Biyolojik Yaşam; Optik SETI; Gürültüden Ortaya Çıkan Düzen; Radyo SETI; Kare Kilometre Dizisi; Yıldız Çalma; UZEM Sıkıştırması; UZEM Yoğunluğu; UZEM Verimliliği; Stokastiklik; Süper-üstel Büyüme; Teknolojik Tekillik; Teleoloji; Aşma Hipotezi; Çift Yönlü İleti Gönderim Limiti; Evren Gelişimi; Evren Evrimi; Hayvanat Bahçesi Hipotezi

 

Bölümler:

1. Evrenin Evrimi ve Gelişimi

2. Aşma Hipotezi

3. Aşma’nın Ölçümlenmesi

4. Karadelikler I

5. Karadelikler II

6. METI Çıkarımları

7. SETI Çıkarımları

8. Aşma’ya Karşı direnmek

9. Teşekkürler

10. Kaynaklar

 

1. Evrenin Evrimi ve Gelişimi: Kozmik Kültür için Biyolojik bir Model

Giderek belirginleşme olan evrimsel gelişim (“evo devo”) biyolojisi (Carroll 2005, Kirshner ve Ferhart 2005), evrenimizi, hem süreçlerin çoğunun tahmin edilemez ve yaratıcı olduğu bir evrimsel sistem, hem de genetik olarak özdeş ikizlerde ortaya çıkan benzerlikleri yönlendiren gelişimsel süreçlerde olduğu gibi, birkaç özel sürecin tahmin edilebilir ve uzun vadede ortaya çıkacak belirli düzenleri meydana getirmek üzere kısıtlanmış gelişimsel bir sistem olarak anlamamıza yardımcı olur.

Canlı sistemlerdeki evrim ve gelişim arasında ayrım yapma konusundaki en önemli içgörülerden biri karmaşıklığın ortaya çıkışı veya kontrolü şeklinde gözlemlediğimiz biyolojik değişimlerin büyük çoğunluğunun evrimsel olmasıdır. Bununla, öngörülemez, stokastik, deneysel, yaratıcı, yerel olarak yönlendirilen, aşağıdan yukarıya, çift yönlü (iletişim ve geribildirim) bir karmaşıklık yaratımı ve çeşitlendirmesi sürecinden bahsediyoruz. Biyolojik değişimlerin yalnızca özel bir alt kümesi, genetik seviyede, bir ilk yaklaşımla belki %5’ten daha azı, gelişimsel olarak isimlendirdiğimiz şekildedir. Bununla, öngörülebilir, döngüsel, rastgeleliği-azaltan, yakınsak, korunumlu, bütünsel olarak yönlendirilen, tepeden-aşağıya, tek yönlü bir karmaşıklık korunumu ve kısıtlanma süreçlerini kast ediyoruz. “Gelişimsel genetik alet takımı,” yuvarlak solucandan insanlara, tüm yüksek yaşamda yüksek derecede korunmuş özel bir genler kümesidir. Kaba bir sayıyla, karmaşık organizmalardaki genlerin %2 ila %5 kadarını oluşturur (örneğin, 13.000 genlik Dictyostelium genomunun belki %2 ila %3 kadarıdır, Iranfar ve ark., 2003). Bu genler, gelişimsel değişimi kısıtlar ve yönlendirir ve zaman içerisinde çok az değişirler. Evrimsel süreçler genomun geri kalan tamamı boyunca uzanır ve fenotipik çeşitliliği oluştururlar. Evrimsel süreçlere katılan genler, zaman içerisinde çok daha hızlı değişirler.

Gould (2002), evrimsel süreçlerin genel olarak öngörülebilir tek özelliğinin çeşitliliklerinin zaman içerisinde artması olduğunu öne sürmüştür. Jeolojik zaman ölçeklerinde bakıldığında, “hayat ağacı”na, yaşama izin veren tüm çevrelerde daha fazla dal, tür ve uzmanlaşma eklenir. Aynı zamanda tüm biyolojik sistemler, doğmalarına, büyümelerine, olgunlaşmalarına, üremelerine, yaşlanmalarına ve ölmelerine neden olan gelişimsel süreçlere sahiptir. Bu türden değişmez gelişimsel yaşam döngüleri korunumludur ve tüm evrimsel süreçlerin üzerinde meydana geldiği kısıtlanmış süreçlerdir. Eğer gelişimi bilgisayarla modelleme yetisi gibi veya gelişen bir sistemin önceki döngüleri hakkında geçmişe ait deneyimler gibi bir fiziksel bilgi birikimine sahip olunursa, gelişimsel süreçler öngörülebilir hale gelir.

Smart’ın (2008, 2010), Vidal’ın (2008, 2010a, b) ve Evo Devo Evren Araştırma Topluluğu‘ndaki diğer kişilerin öne sürdüğü üzere, evrim ve gelişim bir sistem olarak evrende de aynı şekilde işliyor olabilir. Eğer evrenimiz halihazırda bir yaşam döngüsüne sahipse (“Büyük Patlama” doğumu, büyüme, olgunlaşma, çoğalma, yaşlılık [İng. senescence ] ve sonunda termodinamik veya başka bir tür ölüm), bu durumda hangi özelliklerinin evrimsel, hangi özelliklerinin gelişimsel olduğunu ve [evrenin] evrimsel zekâsını bir sonraki gelişimsel döngüye aktarmak için hangi mekanizmaları kullandığı soruları sorulabilir hale gelir. Evrenimizde, (kuantum mekaniği, kaos, non-lineer dinamik, denge-dışı-termodinamik gibi) yaratıcı, keşifsel ve öngörülemez görünen pek çok değişmez süreç ile birlikte, (korunum yasaları, entropi, klasik mekanik, yıldızsal yaşam döngüleri, uzay-zamanın hızlanması gibi) son derece korunumlu, kısıtlayıcı ve öngörülebilir görünen özel bir süreç alt kümesi gözlemliyoruz. Bu karmaşık sistemde, hem evrimsel çekerler hem de gelişimsel çekerler, veya başka bir deyişle sistemik teleolojiler, bir arada işliyor gibi görünmektedir.

Eğer evrene ait değişim, genetik olarak özdeş ikizlerin evrimsel gelişimi ile benzeşiyorsa, parametrik olarak aynı olan iki evren (yani büyük Büyük Patlamada sırasında özdeş temel fiziksel parametrelere sahip iki evren), kendi yaşam süreleri içerisinde, aralarında, öngörülemez şekilde farklı ve benzersiz bir iç evrimsel çeşitlilik gösterecekler (tekil türlerin çeşitleri, teknolojiler ve uygarlıkların bilgi birikimleri arasındaki öngörülemez farklılıklar), ve aynı zamanda da, geniş bir öngörülebilir ve tersinmez gelişimsel aşamalar kümesi ile ikisinde de aynı olan bir yapı ve işlev (tüm zeki uygarlıklar arasındaki gelişimsel süreçlerde, beden planlarında ve yaşam arketiplerinde geniş ve derin ortak özellikler) sergileyeceklerdir. Soru, bu nedenle astrofizik, astrobiyoloji ve astrososyolojiyi ilgilendirir. Eğer doğrulanırsa, gelecekteki uygarlıklar üzerinde önemli bir etkisi olacak potansiyel bir gelişimsel süreç aşağıda önerilecektir.

 

2. Aşma Hipotezi: Yeterince Gelişkin Uygarlıklar Değişmez Şekilde Evrenimizi Terk Etmektedir

Yayılma hipotezi (Kardashev 1964, ve sonrasında birçoğu) gelişkin uygarlıkların bir bölümünün mutlaka işaret araçları inşacıları ve uzay-yolcuları haline gelerek, bilgi birikimlerini ve kültürlerini dört bir yana yayacaklarını öngörür. Yayılma, bugün SETI (dünya dışı zekâ araştırması [İng. search for extraterrestrial intelligence ]) ve METI (dünya dışı zekâya ileti gönderimi [İng. messaging to extraterrestrial intelligence ]) ile ilgilenen kişilerin olağan beklentisidir. Yayılma senaryoları genel olarak dünya dışı zekâya ileti gönderiminin ışık hızıyla sınırlı olacağını ve uzay yolculuğunun ışık hızının anlamlı bir oranında gerçekleşeceğini varsayar.

Buna karşılık, aynı zamanda gelişimsel tekillik hipotezi olarak da bilinen (Smart 2000, 2008, 2010) Aşma Hipotezi, tüm yeterince gelişkin uygarlıkları giderek artan bir şekilde, uzay, zaman, enerji ve maddenin [İng. Space, Time, Enegy, Matter – STEM, burada UZEM olarak anılacak] küçük ölçeklerinin alanı olan iç uzaya ve sonunda da, onları gözlemlerimizden gizleyen karadelik-benzeri bir hedefe doğru yönlendiren evrensel bir evrimsel gelişim süreci bulunduğunu öne sürer. Clarke (1956), Vinge (1986), Banks (1988), Brin (1988a) ve diğerleri bu fikrin çeşitlemelerini bilim kurgu alanında işlemişlerdir. Örneğin, Clarke’a ait Şehir ve Yıldızlar’da, gelişkin zekâ, evrenin tehlikeleri ve nahoşluklarıyla yüzleşmektense, bir sanal gerçeklik ve simülasyon alanı olan “Şehir”de kalmayı tercih eder.

Aşma Hipotezinde, gelişkin zekâlar karadelik benzeri hedeflere yönelirler çünkü bunlar üstel olarak daha fazla bilgisayım ve simülasyon yetileri kazandığımız yegâne alanlardır (aşağıdaki UZEM sıkıştırması ile ilgili tartışmaya bakınız), çünkü uzayın bilimsel olarak büyük ölçekte simülasyonu giderek daha yavan ve ergodik (kapalı, kendini yineleyen) bir hale gelir ve çünkü tüm gelişkin uygarlıklar değişmez şekilde karadelik-benzeri hedeflerin, kendi kütleçekim kuyumuzdaki (bu bizim için bu Samanyolu ve Andromeda galaksilerini içerir) diğer tüm kütleçekimsel olarak bağlantılı uygarlıklar ile buluşmak için “geleceğe doğru anında zamanda yolculuk geçitleri” olduğunu keşfeder. Bu iki yerel galaksi ve karadelikleri, “dış uzay” zamanında binlerce milyar yıl sonra birleşecektir, ancak aynı birleşme, karadelik-benzeri uygarlığın referans sistemindeki zamanda neredeyse-anında gerçekleşecektir. Bu nedenle, karadelik-benzeri hedefler bana, yalnızca evrensel zekânın en yüksek içgörü ve bilinç kazanacağı yerler olarak değil, aynı zamanda anında iletişim kurmanın tek yolu olan geçitler ve her biri kendi çeşitli ve gerçekliğin mükemmel olmayan evrensel modellerine sahip diğer gelişkin uygarlıklarla buluşup, sonrasında yapacağımız şeyden önce, yaşam deneyimlerimizi ve simülasyonlarımızı kıyaslayıp karşılaştırabileceğimiz yegâne yerler olarak görünüyor.

Eğer Aşma’ya doğru kısıtlanmış olmak, tüm gelişkin uygarlıklarda geliştikleri sırada işleyen bir süreçse ve eğer bu süreç onları, nadir istisnalar hariç, iç uzaya veya karadelik-benzeri alanlara girmek üzere kısıtlıyorsa, bu, Yeryüzü’ndeki zeki yaşam galaksimizin çekirdeğine yakın Yeryüzü-benzeri çevrelerdekinden muhtemelen 1 ila 3 milyar yıl daha sonra (Lineweaver ve ark., 2004) ortaya çıkmış olmasına rağmen, neden galaksimizde zekâya ait işaretler görmediğimiz sorusu olan Enrico Fermi’nin ilginç paradoksunu açıklayabilirdi. Evrimsel gelişimin şaşırtıcı derecede uzun olan bu önceki dönemi, yayılmacı bir program tercih etmiş tek gelişkin uygarlıktan dahi iletilerin, otomatik sondaların veya galaktik zekânın diğer işaretlerinin bize ulaşmış olması için bol bol zaman sağlamaktadır. Eğer evrenimiz, yakın zamanlı astrobiyolojik kanıtların işaret ettiği gibi biyo-uygun [İng. biofelicitous ] (yaşam-dostu) bir evrense (Davies 2004, 2007), bu durumda Fermi paradoksunu açıklamak, özellikle önemli bir bilimsel mücadele başlığıdır. Hiçbir gelişimsel süreç mükemmel değildir, belki de bu yüzden 1.000 galaksiden biri sınırlı bir yayılmanın zor görülen işaretlerini sergiliyor olabilir. Durum buysa, bugünün SETI’siyle bu işaretleri tespit edemiyor olabiliriz; tabii eğer bu gelişimsel başarısızlığın kendi galaksimiz veya bitişik bir galakside yaşanacağı kadar şanslıysak.

Aşma hipotezinin varlığını ve tekelini bugünkü bilimle kanıtlamak imkânsız olabilir. Yine de fikri desteklemek için bazı erken kanıtlanma yolları ve ilgili SETI testleri önerilebilir. Eğer “karmaşıklığı,” çok kabaca, fiziksel bir sistemde açığa çıkacak benzersiz yapıların kombinasyonları ve işlevleri olarak tanımlarsak, evrene ait tarih boyunca yapısal karmaşıklığın en ileri örneklerinin, evrende kendi öncüllerinden uzamsal olarak her zaman daha kısıtlı alanlar kapladığını öne sürebiliriz ve bu görüngüyü karmaşıklığın “yerelliği”nin (veya belki de “çoklu-yerelliği”nin) artışı olarak isimlendirebiliriz. Tanıdık bir tarihsel karmaşıklık, evrensel olarak dağıtılmış bir erken madde ile başlar, ve daha sonra büyük ölçekli yapılara ve süperkümelere, sonra ilk galaksilere, sonra özel galaksiler içerisindeki metal-zengini kendi kendini yineleyen yıldızlara, sonra yıldızsal yaşanabilir bölgelere, sonra bu bölgeler içerisinde ve çevresindeki (kabuğumuzun kilometrelerce derinlerinde, kilometrelerce yüksekte, ve yerinde veya gezegensel püskürük meteorlar üzerinde yakın uzayda evrimleşmiş) gezegenlerde var olan prokaryotik yaşama, sonra bu özel gezegenin yüzeyinin çok daha yerelleşmiş bir alanında bulunan ökaryotik yaşama, sonra daha da yerel alanlarda yaşayan insan uygarlıklarına, sonra bu uygarlıkların en gelişmiş yönleri olarak ortaya çıkan endüstriyel şehirlerde yaşayan (her biri 100 trilyon benzersiz sinaptik bağlantıya sahip) insanlara, ve belki de yakında, daha da fazla benzersiz bağlantıya sahip olacak ve, en azından başlangıçta, Yeryüzü’nün şehir alanının çok daha yerel bir alt kümesinde bulunacak, zeki, öz-bilinci olan teknolojiye yol açmaktadır. Öz-farkındalığı olan bilgisayarların kendileri çok daha minyatürize ve yerel nano bilgisayımsal alanlara girme yetisine sahip olabilirler. Böylece, bir ilk yaklaşımla, alt-maddenin daha gelişkin hallerindeki uzam-zamansal yerelliğinin artışı, Aşma’ya doğru ilerleyen evrensel bir karmaşıklık gibi görünmektedir.

Şimdi, karmaşık sistemler, evrimsel gelişimleri sırasında düzenli olarak komşusu olan, veya bir sonraki “bitişik” uzamsal bölgelere yayılmaktadır, ve bu tür kısa yayılmalar sırasında, gözlemlenmekte olan sistem için yerellik kısa bir süreliğine azalır. Süpernovalar uzayın uzak bölgelerine ulaşır, okyanus yaşamı karaları kolonileştirmiş, insanlar Yeryüzü yüzeyinin çoğunluğunu kolonileştirmiş ve zeki robotlar da çok yakında güneş sistemimizi kolonileştirecektir. Fakat bu türden yayılmanın her zaman oldukça sınırlı olduğunu belirtmek gerekir. Sabit bir karmaşıklık seviyesindeki sistemler durmaksızın veya hızlanan bir hızda yayılmazlar. Kendi sistemik limitlerine veya yerel çevresel limitlere ulaşıncaya kadar veya bir sonraki karmaşıklık seviyesini geliştirinceye kadar yayılırlar. Evrene ait tarih boyunca karmaşık sistemlerin en ileri örneklerinin uzamsal alanlarının artan yerellikleri, bu sistemlerdeki periyodik bir-sonraki-bitişik uzamsal yayılmadan çok daha etkili bir yönelimdir ve, bir ilk incelemede, yerelliğin artışı evrene ait gelişimsel bir süreç olmak için iyi bir adaydır.

 

3. Aşma’nın Ölçümlenmesi: Hızlanmakta olan UZEM Yoğunluğu, Verimliliği ve Bilgi-İşlemsel Yeteneklilik Yönelimleri

Bu makalede kısıtlanmış Aşma için evrimsel, fiziksel, enformasyon kuramsal birkaç neden, mekanizma ve model teklif edilmiştir ve bunlar burada kısaca ele alınacaktır. Smart (2000, 2002b, 2010), Chaisson (2001, 2003) ve diğerleri, en yakın zamanda evrimleşmiş karmaşık sistemlerin özel bir alt kümesinin hem bilgisayımsal yetileri hem de bilgisayım girdisi olan fiziksel kaynaklarının (Uzay, Zaman, Enerji, Madde, veya kısaca UZEM) verimlilikleri ve yoğunlukları açısından hızlanan bir artış sergilediklerini kaydetmişlerdir. Karmaşıklığın ileri örneklerinde hızlanmakta olan UZEM verimliliği ve yoğunluğu artışı, UZEM sıkıştırması [İng. STEM compression ] olarak isimlendirilebilir. UZEM sıkıştırması, en ileri sistemlerde zaman içerisinde, bilgisayım başına uzamsal, zamansal, enerjik ve maddesel yoğunluğun ve verimliliğin artışı görüngüsüdür. Bu görüngünün farklı yönleri literatürde maddesizleşme [İng. dematerialization ] (Ausubel ve ark. 1996), efemeralizasyon [İng. ephemeralization ] (Fuller 1938, 1979, 1981), zaman-uzay sıkıştırması [İng. time-space compression ] (Harvey 1989), minyatürizasyon [İng. miniaturization ] (Gilbert 1961), yoğunlaştırım [İng. densification ] (Leskovec ve ark. 2005), sanallaştırma (Levy 1998, Blascovich and Bailenson 2011), sayısallaştırma (Negroponte 1996, Polastron 2009) ve simülasyon (NSF 2006) şeklinde tarif edilmiştir. Bugüne kadar bu sürece ait kapsamlı bir teori ileri sürülmemiştir; yine de, süreci, buradaki ve [burada bahsedilmeyen] başka diğer çerçevelerde gözlemleyebilir ve ölçümleyebiliriz.

Evrene ait tarihteki en ileri karmaşık sistemlerin artan uzamsal yerelliğinden (uzay yoğunluğu ve verimliliğinden) halihazırda bahsettik; bu görüngü bugünkü insan uygarlığında hızlanmaya devam etmektedir. Gleaser’ın (2010) kaydettiği gibi, 243 milyon Amerikalı, %79’umuz, kendi isteğiyle ulusa ait şehir alanının %3’ünde toplanmaktadır. Bettencourt ve ark. (2010) en yüksek yoğunluğa sahip mega şehirlerin kişi başına gelir üretimi, yenilikçilik ve sürdürülebilirlik özelliklerinin üstünlüğünü, kirlilik, suç sorunlarını çözme yetilerini ve daha fazla yoğunlaşmayı periyodik olarak engelleyen tıkanmayı belgelemiştir. Yine de dünya şehirleşmeye devam ederken, şehirler artık bilgisayım veya – birim uzay, zaman, enerji ve madde başına üretilen – enformasyon başına karmaşıklığın en ileri örnekleri olmayabilir. Bazıları, şirketlerin enformasyon üretimi ve kaynak başına bilgisayım açısından şehirleri geçtiklerini iddia etmektedir, ve yeni elektronik cihazlarımız ile ağlarımız, aşağıda göreceğimiz gibi, kesinlikle şu ana kadar Yeryüzü’nde görülen herhangi bir şeyden daha UZEM yoğun ve UZEM verimlidir.

Makro evrimsel çerçeveye dönelim ve uzaydan zamana geçelim. Günümüze yaklaştıkça, kozmik, biyolojik ve insanlara ait tarihte önemli karmaşıklık ortaya çıkışlarının giderek hızlanan bir zamansal ardıllığı olduğunu gözlemlemekteyiz. Adams (1909) ve pek çok ardılı, Kozmik Takvim (Sagan 1977) benzetmesiyle popüler olan bu hızlanan ortaya çıkış örüntüsünü gözlemlemiştir. Meyer (1947, 1954) ve ardılları (Nottale ve ark., 2000a, b; Johansen and Sornette 2001, Kurzweil 2005, Korotayev 2006), yaşam ve insan kültürü tarihlerindeki log-periyodik ortaya çıkış hızlanmasının basit, görgül matematiksel modellerini oluşturmuştur.

Chaisson (2001, 2003), karmaşık sistemlerin en ileri örneklerindeki hızlanan enerji akış yoğunluğuna ait tahminlerde bulunmuştur. Kendisi, enerji akış yoğunluğunu, incelenen sistemin dinamik karmaşıklığının bir ölçüsü olarak adlandırmaktadır. Bir sistem ne kadar karmaşıklaşırsa, söz konusu enerji akışı, veya canlı sistemlerdeki metabolizma, sistem içerisinde meydana gelen içsel bilgisayım ve öğrenmeyi o kadar güçlü temsil eder. Chaisson’a göre, modern bilgisayar yongaları, insan beyninden kabaca on milyon kat daha fazla enerji [akış] oranı yoğunluğu (birim alan veya hacimden enerji akışı) sergiler. Sistemik enformasyonu da kabaca on milyon kat hızlı iletir ve üretir (elektrik hızına karşılık potansiyel nöral eylem hızı). Günümüzdeki bilgisayarlar henüz bizim yapısal veya bağlantıcı [İng. connectionist ] karmaşıklığımıza sahip olmamalarına rağmen, muazzam derecede üstün öğrenme oranları, öngörülebilir gelecekte bizim yapısal karmaşıklığımıza ulaşacaklarına ve aşacaklarına işaret etmektedir. Enerji verimliliğindeki hızlanmanın , en azından son birkaç yüzyıldır çok çeşitli ışıklandırma, enerji, bilgisayım ve iletişim teknolojileri ve nanoteknoloji alanlarında düzgün bir şekilde logaritmik olduğu gösterilmiştir (Richards & Shaw 2004, Koh & Magee 2006, 2008). Nano ve piko ölçeklerindeki kontrollü atom çarpışmaları olan Füzyon enerjisi, fisyondan üç büyüklük mertebesi daha yüksek enerji yoğunlukları vaat etmektedir, ki fisyon da kimyasal enerjiden (fosil yakıtlarından) üç büyüklük mertebesi daha yüksektir. Güneş enerjisi ile birlikte, yıldızların kimyasal süreci olan füzyon, gelecekteki tüm uygarlıkların esas enerji üretim şekli olabilir. Füzyon, fisyona kıyasla, atomik kontrolün çok daha yüksek derecede yerel bir şeklidir (Niele 2005). Ayrıca, herhangi bir sistemdeki enerji akış yoğunluğu arttıkça, sistemin evrensel yoğunluk limitine – bir karadeliğe – yaklaştığının da altını çizmek gerekir. Karadelikler, yıldızların füzyon vasıtasıyla üretebileceklerinden çok daha fazla enerji üretir. Davies’e göre, toplam kütlelerinin %29’unu, rotasyonel enerji olarak saklayabilir ve potansiyel olarak bilgisayım için açığa çıkarabilir. Davies, karadeliğin bu şekilde kendisini çevreleyen (bir Dyson Küresi olarak düşünülebilecek) ergosferine enerji çıkarılmasıyla ilgili, John A. Wheeler ve Roger Penrose tarafından düşünülmüş bir senaryo aktarır. Eğer zekâ, kara deliklerin içinde veya yüzeyinde yaşayabiliyorsa, daha basit enerji toplama planları dahi düşünülebilir.

Madde yoğunluğu ve verimliliği de en ileri sistemlerde hızla artmaktadır. Biyolojik hücreleri meydana getirmek için gereken madde verimliliği ve yoğunluğunu ele alalım. Yaşam-öncesi kimyasının maddesel verimlilik ve yoğunluğunun ilk hücreye göre çok düşük olduğu düşünülmektedir (Orgel 1973). Her ökaryotik hücrede bulunan DNA birleştirme ve bölme araçları (histon, nükleozom ve benzerleri), çok daha ilkel bir sıkıştırma teknolojisine sahip daha önceki prekaryotik hücrelere kıyasla maddesel verimlilik ve genetik bilgisayım yoğunluğunda muazzam bir artışa izin verir. Modern bir şehirdeki insan akışı ile maddesel akış verimliliği ve yoğunluğu da teknoloji-öncesi kültürlere göre çok daha yüksektir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin [BT] maddesel verimliliği ve yoğunluğu da hızla yükselmekte ve giderek daha fazla kütle ve enerji-tasarruflu Yeşil BT girişimleri bu taz teknolojilere öncülük etmektedir (OECD 2009).

Enformasyon üretimi, saniye/enerji/kütle/hacim başına komut, algılama, eylem ve başka diğer şekillerde ölçümlenen bilgisayımsal başarım yeteneklilikleri, karmaşık sistemlerin en ileri örneklerinde, üstel veya daha hızlı bir şekilde büyür gibi görünmektedir (Nagy ve ark., 2010). Çok sayıda bilgisayımsal hızlanma ölçümü mevcuttur. Bohn ve Short (2009) ve diğerleri, teknolojik toplumdaki bilgi üretiminde üstel bir büyüme ölçümlemişlerdir. Nagy ve ark., pazar lideri teknolojik sistemlerin bilgisayımsal çıktılarında üstel veya daha yüksek büyümeler ölçümlemişlerdir. Swenson ve Turvery (1991) ve ekolojik psikoloji alanında çalışan diğerleri, en ileri canlı sistemlerde algılama ve eylem değişkenlerinde uzun vadeli üstel büyümeler ölçümlemişlerdir. Zotin (1984) yüksek organizmalarda, jeolojik zamanın bir fonksiyonu olarak (hem enerjetik hem de eylem değişkeni olan) solunum yoğunluğunun üstel olarak arttığını göstermiştir. İşlevsel başarım yeteneklilik metriği uzmanları (Sahal 1979, Dutton and Thomas 1984, Koh & Magee 2006, Nemet 2006, Yeh & Rubin 2007, McNerney ve ark. 2009) insan-teknolojik sistemlerinin, üstel olarak azalan kaynak girdileri ile kaynak girdisi başına hizmetlerde ve bilgi çıktısında hızlanan artışlar sağlayan, hızlanan yetenekliliklerini göstermişlerdir. Her bir tekil teknoloji yetenekliliğine ait eğriler çoğunlukla lojistik olsa da (Modis 2002), her zaman daha UZEM-verimli, minyatürize ve yoğun teknolojiler ile daha sonra işlevsel olarak yer değiştirmeleri, üstel veya daha yüksek ikinci mertebe bir eğilime neden olur. Aşikâr bir örnek olarak, insan taşımacılığının on yıllardır lojistik doyum noktasında olmasına rağmen, bilgisayımsal karmaşıklığın kendisinin bu türden limitlere tabii olmaması gösterilebilir. Bilgisayımsal karmaşıklık, her zaman daha UZEM-verimli, yoğun ve sanal alt-maddelere sıçrar. (örneğin fiziksel yer değiştirme yerine telebulunma [İng. telepresence ] gibi).

Bazıları tarafından, kısmen bu eğilimler nedeniyle, teknolojik tekillik diye isimlendirilen kapsamlı bir gelişmenin sonucunda, genel olarak insanı aşan bir makina zekâsının ortaya çıkması beklenmektedir (Vinge 1993, Sandberg 2010). Stapledon (1937) ve Asimov (1956) gibi bazı bilim kurgu yazarları, Teilhard (1955) ve Tipler (1997) gibi bazı felsefeci bilim insanları, hızlanan karmaşıklaşmayı evrensel bir gelişim süreci ve evrensel bir zekânın evrenimize özgü fiziğin izin verdiği maksimum karmaşıklığı temsil eden bir “omega noktası”nda ortaya çıkışı şeklinde ele almışlardır. Şu an ihtiyaç duyulan şey, bu tür fikirlerin bir evrene ait evrimsel gelişim modeli çerçevesinde güncellemek ve daha da kısıtlamaktır. Bu model, evrende meydana gelen istatistiksel olarak öngörülebilir gelişimsel süreçlerin dar bir alt kümesi ile, görünüşe göre çok daha geniş olan öngörülemez evrimsel deneyler kümesini karşılaştırır; ve aynı zamanda evrenimizin, çoklu-evrensel bir çevrede, gelişimsel bir döngüye girmiş sonlu bir sistem olabileceği anlayışıdır (Smolin 1994).

Yayılma-taraftarı araştırmacılar, bir uygarlığın (önce bir gezegenin, daha sonra bir güneşin, sonra bir galaksinin ve sonra da evrenin enerji varlığını kullanması şeklindeki) toplam enerji kullanımının, gelişim için makul bir metrik olduğunu ileri süren Kardashev ölçeğine (1964, 1997) sıkça atıfta bulunmaktadır. Ancak eğer tüm gelişkin uygarlıkların kaderi Aşma ise, toplam enerji tüketimi, yalnızca erken uygarlıklardaki gelişimi temsil edecek ve gelişimin ilerleyen dönemleri için yanıltıcı bir gösterge olacaktır. Eğer uygarlıklar, aşağıda tartışılacak bir başlık olan, karadeliklere (iç uzaya) girerek aşırı zaman genişlemelerine maruz kalmıyorsa, toplam enerji kullanımı, uygarlığın yıldızının sahip olduğu enerji varlığının ötesinde üstel olarak artmaya devam edemez. Normal (dış) uzayda, söz konusu uygarlığın enerji kullanımının, yerel kaynakların limitine doğru, yıldızlar arasındaki muazzam uzaklıklar nedeniyle, lojistik olarak büyümesini bekleriz. Barrow (1998), anahtar metriğin, farklı olarak, bir uygarlığın mühendislik tekniğinin belki de Planck ölçeğine kadar minyatürize olması (uzamsal olarak yerelleşmesi) şeklinde olduğu bir karşı-Kardashev ölçeği önermiştir. Zeki uygarlıklar, UZEM sıkıştırması sayesinde varsayımsal olarak daha büyük bilgisayımsal ve daha adaptif kabiliyetler elde etmek için, karadelik limitine kadar hatta daha ötesinde üstel olarak daha yerelleşmiş, minyatürize, yoğun, verimli ve karmaşık yapılar ve enerji akışları geliştirmeye devam edebilir; zira yıldızsal kütleye sahip veya süper-kütleli karadeliklerin olay ufku, evrene ait yapının görünürdeki Planck-ölçeği limitlerinin çok üzerinde kalmaktadır. Bu nedenle, eğer hipotez doğruysa, Barrow ölçeği, veya daha genel olarak UZEM-verimliliği, UZEM-yoğunluğu ve bilgisayımsal büyüme ölçekleri, uygarlık gelişimine ait çok daha uygun ölçüler olacaktır.

Enerjetik ve içeri doğru uygarlık gelişimleri
Kardashev Ölçeği Barrow Ölçeği
K I – Enerji tüketimi ~ 4 * 1019 erg [gezegen mertebesi] B I – Kendi ölçeğindeki nesneleri kontrol edebilme ~1 m
K II – Enerji tüketimi ~ 4 * 1033 erg [güneş sistemi mertebesi] B II – Genleri kontrol edebilme ~10-7 m
K III – Enerji tüketimi ~ 4 * 1044 erg [galaksi mertebesi] B III – Molekülleri kontrol edebilme ~10-9 m
B IV – Tekil atomları kontrol edebilme ~10-11 m
B V – Atom çekirdeğini kontrol edebilme ~10-15 m
B VI – Temel parçacıkları kontrol edebilme ~10-18 m
B Omega – Uzay-zamanın yapısını kontrol edebilme ~10-35 m
Uygarlık Gelişimine ait Kardashev ve Barrow Ölçekleri. Impossibility: The Science of Limits and the Limits of Science, John D. Barrow, 1998, s. 133.

Evrensel karmaşıklığın en ileri örnekleri olan sistemlerdeki üstün adaptif ve yenilikçi yetiler ve evrenimize özel fiziğin her zaman daha yoğun, daha minyatürize, ve daha UZEM-verimli (sürdürülebilir, sanal) ölçeklerdeki bilgisayım ve fiziksel dönüşümü açıkça desteklemesi sayesinde, uygarlığımızın karadeliğe doğru halihazırdaki hızlanmasının devam etmesi olası görünmektedir. Şu ana kadar, her tekil bilgisayımsal sistem kendi yetilerinin sınırına ulaştığında, durmadan daha yüksek minyatürizasyon, enerji akış yoğunluğu ve verimliliği olan sistemler ortaya çıkmıştır. Öngörülü mühendisler, gelecekteki bilgisayımın ve gelecekteki zekânın tek elektron transistörleri, fotonik, spintronik, ve benzerlerini kullanabileceğini öne sürmektedir. Nagy ve ark. (2010) ve diğerleri, bilgisayım, iletişim ve nanoteknolojilerle ilgili teknolojik başarım yeteneklilik metriklerimizin şimdiye kadar hep hafif bir şekilde süper-üstel, hatta belki hiperbolik eğrilerle ilerlediklerini kaydetmişlerdir. İlginç bir şekilde, şu anki eğilimler devam ettiği takdirde, bilgisayımsal hızlanmaya ait fiziksel limite binlerce yıl değil, günümüzden yalnızca birkaç yüzyıl sonra ulaşacağız. Kuantum fizikçisi Seth Lloyd, bu hızlanmanın geçmişteki oranlarda devam etmesi halinde, Planck ölçeğindeki bilgisayımsal minyatürizasyona gelecek 250 ila 600 yıl içerisinde ulaşacağımızı ileri sürmüştür. Krauss ve Starkman (2004) benzer hesaplamalarla Moore yasasının sürmekte olan hızlanması için 600 yıllık bir limite ulaşmışlardır. Post-biyolojik Yeryüzü’nün hiper-hızlanmış zekâsına geçiş öznel çok daha uzun sürebilir. Yine de “normal” uzay-zamandaki bir gözlemci için Aşma, astronomik zaman ölçekleri söz konusu olduğunda, şaşılacak derecede kısa sürede gerçekleşecektir. Bu sürenin kısalığının, burada tartışacağımız şekilde, SETI çıkarımları üzerinde önemli etkileri vardır.

 

4. Karadelikler I: Nihai Bilgisayım, İleri doğru Zamanda Yolculuk, Öğrenme ve Enerji Toplama Cihazları

Hans-Joachim Bremermann (1962, 1965, 1982), Einstein’ın kütle-enerji eşdeğerliği (c2) ve Planck sabitini kullanarak fiziksel evrendeki bağımsız bir sistemin maksimum bilgisayımsal hızını hesaplayan ilk kişidir (“Bremermann Limiti“). Limitin değeri c2/h veya 1.36*1050 bit/(saniye*kilogram)’dır. Bu değer, bu fiziksel evrende gelecekteki bir zekânın yaratacağı herhangi bir kompütronyum’un [İng. computronium] (bilgisayımsal madde, Amato 1991) başarım limiti gibi görünmektedir. Seth Llyod, Bremermann’ın çalışmasını kullanarak, modern bilgisayımın “bellek duvarı”nın ancak karadelik enerji yoğunluklarında aşılması nedeniyle, karadeliklerin (özellikle de olay ufkunda) “nihai” bilgisayım çevreleri olduğu teorisini ileri sürmüştür (2000a, b). Klasik bilgisayımda, enformasyonu işlemciden bellek kaydına yollayıp geri almaktan kaynaklanan bir zaman maliyeti mevcuttur. Bilgisayarlar, UZEM yoğunluğunun karadelik limitinde, enformasyon iletimine ait enerji maliyetinin Bekenstein sınırına ulaşır ve olay ufku çevresinde herhangi bir konumda, bilgisayım için veya bir biti değiştirmek için gereken süre (td) ile sistemin herhangi bir noktasının herhangi bir diğeri ile haberleşmesi (th) için gereken süre aynıdır. Karadelik yüzeylerinde, iletişim ve bilgisayım birleşmiş bir sürece dönüştüğü için seri ve paralel bilgisayımsal mimariler artık eşit hızla çalışabilirler, bu da onları maksimum UZEM-verimli öğrenme sistemleri haline getirir. İlk başta tuhaf gelmesine rağmen, bu son derece cazip bir nihai hedef olabilir.

Yerel zekânın, karadeliğe girmeyi veya karadelik inşa etmeyi muhtelemelen yapısal karmaşıklığını kaybetmeden gerçekleştirmesi gerekecektir. Hawking (1987), gelişkin zekâ eğer femto-teknolojinin bir biçimiyle (büyüklüğü atom büyüklüğünün altında olan yapılar halinde) inşa edilirse bunu başarabileceğimizi ileri sürmüştür. Gelecekte inşa edilmesi muhtemel zeki sistemler için atomlar ölçeği (10-10) ile Planck ölçeği (10-35) arasında “keşfedilmemiş bölge” olan yirmi beş büyüklük mertebesi mevcuttur. Bu aralık, neredeyse biyolojik yaşamın günümüzde kapladığı otuz büyüklük mertebesi genişliğindeki aralık kadar geniştir ve iç uzay konusundaki mühendislik çalışmaları, gelecekte bir gün bu geniş aralıkta gerçekleşebilir.

Eşit derecede ilginç bir şekilde, karadelikler, genel göreliliğin sezgilere aykırı özellikleri nedeniyle, neredeyse-anında, tek-yönlü (büyük ölçüde yalnızca karadeliğe doğru) enformasyon toplama ve (yalnızca geleceğe doğru) zamanda yolculuk cihazlarıdır. Kütleçekimsel zaman genişlemesi nedeniyle, herhangi kütleçekim alanı deneyimlemekte olan nesneler için yerel olmayan zaman hızlı akar ve karadeliğin ufkuna yaklaştıkça muazzam ölçüde hızlı akar (zaman, sizin için büyük ölçüde yavaşlar). Bu nedenle bir karadeliğin olay ufkunun hemen üzerinde konuşlanmış yoğun, minyatürize ve zeki bir uygarlık, kendi benzersiz, zamanı genişlemiş referans sisteminde, kendi yerel kütleçekim kuyusunda bulunan diğer tüm karadeliklerle neredeyse-anında birleşecektir (Thorne 1994, ve daha yakın tarihli bir tartışma için bakınız, Wolfram 2016). Karadeliğe yaklaştıkça bizim referans sistemimizde yavaşlar gibi görünen üniversite fiziğindeki astronot örneğini hatırlayın. Dış gözlemciler için, görüntüsü en sonunda olay ufkunda neredeyse sonsuza kadar donup kalır. Astronotun referans sisteminde zaman, kendi yerel çevresinden daha hızlı akmaz, fakat olay ufkuna yaklaştıkça, dış evrendeki her şey inanılmaz derecede hızlanır ve en sonunda neredeyse-anında gerçekleşecek ölçüde hızlanır (Taylor ve Wheeler 2000). Geri kalan evrensel dinamiklerin neredeyse-anında meydana geldiğini gözlemler. Karadelik fiziğinin kendisi tuhaf ve henüz-tartışmalı bir konu olsa da, bu makalenin yazarı için, standart görelilik kuramındaki karadeliklere yaklaştığımızda gerçekleşen zaman genişlemesi veri olarak alındığında, karadelik-yoğunluğundaki nesnelerin kendilerinin aynı zamanda evrenin geri kalanına göre anında geleceğe yolculuğu da deneyimlemeleri gerekiyor olması makul görünmektedir.

Gelişkin uygarlıkların yerel bir karadeliğe “girmek” yerine, kendilerini karadeliğin bilgisayımsal olarak optimum olan yüzeyine, tıpkı sineklerin sinek kağıdına yapışmaları gibi, “enformasyon yapıları” olarak yerleştirmeleri de mümkündür. Karadeliklerin enformasyon kuramının önde gelen versiyonlarından biri, herhangi karadeliğe giren enformasyonun eksiksiz bir betiminin, karadeliğin yüzeyindeki olay ufkunun 2-boyutlu enformasyon yapısında içerileceğini ileri sürer. Bu postülanın en genel versiyonu, sicim kuramındaki holografik ilke olarak bilinir (Bousso 2002). İlke, aynı zamanda, evrendeki tüm 3-boyutlu etkinliğin, evrenin kozmolojik ufkuna (erişilebilir en dış sınırına) ve karadeliklerin yüzeylerine yerleştirilmiş 2-boyutlu enformasyon yapıları olarak temsil edilebileceğini öne sürer. Evrendeki tüm enformasyon ile fiziğin kavramsal olarak böyle sade ve zarif bir şekilde bağlantılı olduğunu ileri sürmek için henüz erken olmasına rağmen, bu, umut vadeden bir araştırma alanıdır.

Nagamine ve Loeb (2003), evrenimizi enformasyonel olarak bağlantısız adacıklar şeklinde alt parçalara bölen, ama aynı zamanda yerel galaktik kümeler arasındaki kütleçekim tarafından da bastırılan, galaksiler arasındaki itici bir etki olan karanlık enerjinin neden olduğu hızlanmaya ait güncel ölçümleri kullanarak, Samanyolu galaksimizin, Andromeda galaksisiyle yalnızca birkaç onyıl ila yüz milyar yıl süre sonra birleşeceğini, ve her iki galakside bulunan, galaksi merkezlerindeki süper-kütleli olanlar da dahil olmak üzere tüm karadeliklerin, bu olaydan birkaç yüz milyar sonra birleşeceklerini ileri sürmüşlerdir. Ancak bu birleşmeler, kütleçekimsel karadelik zamanı referans sisteminde bulunan tüm gözlemciler için zaman genişlemesi nedeniyle neredeyse-anında gerçekleşir. Ancak, tekrar etmek gerekirse, bu etkinin karadeliğin olay ufkunun içi ile beraber olay ufkunun kendisinde de gerçekleşip gerçekleşmediği, görebildiğim kadarıyla bugünkü fizikte kesin olarak bilinmemektedir. Fakat, açık olan şey, galaksilerdeki tüm maddenin birleşen karadelikler içerisinde son bulacağıdır (Lehners ve ark. 2009).

Eğer hâlâ yaratmaya (evrimleşmeye) çalışıyorsanız, bir karadelik, evrende bulunmak isteyeceğiniz bir nokta değildir; fakat dış (normal) uzayda karmaşıklık geliştirme asimptotuna ulaştıysanız, tüm yerel UZEM kaynaklarını mümkün olan en yoğun ve verimli göreli-olmayan bilgisayım alt-maddesini (kompütronyum) yaratmak için kullandıysanız, artık gözlemlenebilir evren sizin için giderek daha ergodik (kendini tekrar eden, yeni bilgi vermeyen) hale gelmeye başladıysa ve göreli olarak yaşlanmış veya doygunluğa ulaşmış bir öğrenme ortamındaysanız, tam olarak bulunmak isteyeceğiniz bir yerdir. Başka bir deyişle, yerel bilgisayım ve keşifler ne kadar bilgisayımsal olarak kapalı hale gelirse ve siz evrenin yoğun olmayan bölgelerine göre ne kadar karmaşık hale gelirseniz, yerel olmayan evrenin, son yerel olmayan enformasyon bitlerini size mümkün olan en kısa zamanda iletebilmesi için o kadar hızlanmasını istersiniz.

Dahası, Eshlemen (1979, 1991), Maccone (1992, 1998) ve diğerleri, güneşimiz gibi büyük kütleli cisimlerin, evren hakkında yerel olmayan enformasyon toplamaya için çok uygun kütleçekimsel mercekleme teleskopları olduklarını ileri sürmüşlerdir. Maccone, Güneşimizden 500 AU uzaklıkta bir yıldızsal odak yörüngesindeki alıcıların, galaksinin diğer tarafındaki gezegenleri kendi güneş sistemimizdeymişler gibi gözlemleyebilmemizi ve en zayıf elektromanyetik sinyalleri dahi tespit etmemizi ve çözümlememizi sağlayacağı tahmininde bulunmuştur. Fakat Vidal’in (2010b) kaydettiği gibi, bunun yerine ana yıldızımızın kaynakları bir karadelik içerisine soğurulursa, bu, daha da iyi bir teleskopun üretilebilmesini sağlar; böyle bir teleskopun odaksal uzaklığı karadelikten yalnızca birkaç kilometre ileride olacaktır (Maccone 2010) ve bu sayede alıcılar çok daha yüksek bir yoğunlukta dizilebilecektir. Gelişkin bir uygarlık karadelik şeklindeki son biçiminden önce normal uzayda yörüngeye oturmuş küçük alıcılardan oluşan bir odak küresi inşa ederse, uygarlık, kütleçekim tarafından belirlenmiş birleşim noktasına doğru yol alırken, alıcılar, tüm evrensel etkinliğin mümkün olan en yüksek çözünürlükteki filmini karadeliğe doğru yayımlayacaktır. Bu nedenle, karadeliklerin odak kürelerini “nihai öğrenme cihazları” olarak isimlendirebiliriz; zira bunlar kuramsal olarak mümkün olan en fazla miktarda enformasyonu, mümkün olan en kısa yerel zaman içerisinde toplayarak, tüm karadelik uygarlıklarının diğer uygarlıklarla etkileşime geçmeden önce evrensel gerçekliği mümkün olabilecek en yüksek hızda kaydedip, kendi kaçınılmaz olarak kusurlu ve eksik olan modellerini güncellemelerine imkân tanır.

Son olarak, galaktik merkezdeki süper-kütleli karadelik Sagittarius A*’da gerçekleşmekte olduğu gibi, şu an durgun olan süper-kütleli karadeliklere çok yavaş bir şekilde madde toplanması, şu an için evrende bilinen, belki de en verimli enerji toplama yöntemidir (Frank ve ark. 2000). Bazı yıldız-kütleli karadeliklerin etrafında gözlemlenen ince toplanma diskleri aynı zamanda yıldızsal nükleer fisyondan 50 kata kadar daha yüksek verimleriyle, şu an için bilinen en verimli yerel [madde/enformasyon] toplama cihazlarıdır. Eğer zeki bir uygarlık, karadelik oluşturma sürecinde birleşim öncesi geri kalan bilgisayımlarının UZEM-verimliliğini maksimize etmek isterse, ki bu olası görünüyor, ana yıldızın gazlarının yavaş yavaş toplanması ideal bir gelişimsel çizgidir. Vidal’in ileri sürdüğü gibi, karadelik oluşumuna neden olan yüksek verimli veya diğer olağandışı süreçler, beklenmedik şekilde karadeliklerin yalnızca küçük bir sınıfında gözlemleniyorsa, bu, klasik süreçlerin değil, zekânın neden olduğu oluşum süreçlerinin bir kanıtı olabilir.

 

5. Karadelikler II: Nihai Uygarlık Birleştirme, Doğal Seçilim ve Evren Çoğaltma Cihazları

Şimdi, kendinizi güneş sistemimizdeki gelişkin bir uygarlık olarak düşünün. Zaman içerisinde güneş sisteminizin maddesini ve enerjisini üstel olarak daha UZEM verimli, yoğun ve adaptif bilgisayım alt-maddeleri oluşturacak şekilde düzenlediniz. Yerel gaz devlerinizden (bizim için Jüpiter ve Satürn) ve diğer gezegenlerden, bir çeşit kendi kendini kopyalayan nano-makinalar sistemi sayesinde üstel olarak madde toplayıp, tamamını kompütronyuma çevirerek Yeryüzü’nde tekil bir noktada ortaya çıkan post-biyolojik yaşamdan (Vinge 1993), tümleşik küresel bir beyne (Bloom 2000, Heylighen 2007), hatta belki neredeyse bir Jüpiter beynine (Clarke 1982; Sandberg 1999) geçiş yaptınız. Kendi ana gezegeninizi yüklemeden önce kısa bir süre koruyabilirsiniz, ancak uzun vadede, erişilebilir tüm güneşsel-olmayan maddeyi toplamanız ve yüksek yoğunluktaki çoklu-gezegen kütlesinde, normal uzaya geçmenize şimdilik izin veren bir varlığa dönüştürmeniz olasıdır. [Bu aşamada,] Muhtemelen, metabolizması ve beyni femtosaniye hızlarında işleyen bir yapay nötron yıldızına benzer bir yapıda olacaksınız (Forward 1980). Bilgisayımsal minyatürizasyonun ve yeni maddelere erişimin fiziksel limitine yaklaştığınızda, ışık hızı engeli ve sizinle kaynaklar arasındaki astronomik uzaklıklar nedeniyle, uzun süre devam etmiş süper-üstel hızlanan değişimler içeren geçmişiniz sona erer. Evrimsel gelişimin bu benzersiz noktasında, uygarlığınızın hızlanan değişimler geçirmeye devam etmesi için geriye kalan tek yol, kendisini karadelik haline gelene kadar, belki evren giderek birleşip ölürken, etrafınızda yüksek kalite gözlem iletimi için odak küresi olarak kullanılacak, normal maddeden ibaret ince bir kabuğu geride bırakmak dışında, daha da sıkıştırmaktır.

Eğer bazılarının öne sürdüğü gibi (Harris 2008), karadelik toplanmasından sonra, zekânın evrende kontrol edebileceği en fazla enerji sağlayan üretim süreci yıldızsal fisyon ise, bu durumda, bir yıldızın enerji ve maddesinin zekâ tarafından yeniden kullanımı olan “yıldız çalma”nın [İng. star lifting ] (Criswell 1985), bu enerji ve maddenin pasif bir şekilde karadeliğin içinde toplanması dışında hiçbir faydası yok gibi görünmektedir. Zekâların ana yıldızlarının kütlesini alarak veya [yıldızları] çökertip daha sonra füzyonu verimsiz bir şekilde karadeliğin içerisinde yeniden üretmek yerine (ki fizik kanunlarının buna izin vereceği dahi kesin değildir), bu kütleyi yavaşça toplamalarını bekleyebiliriz. Başka bir deyişle, yıldızınızı, dış gözlemciler için düşük kütleli X-ışını ikili sistemi ([İng. low mass X-ray binary sistem ] – LMXRB) gibi görünecek şekilde, pasif ve kütleçekim tarafından sürdürülen bir süreçle soğurabilirsiniz. Ancak bu sistemdeki karadelik başlangıçta, sistemdeki yıldızdan 1000 kat mertebesinde daha az kütleli, gezegensel bir karadeliktir ve yıldız da muhtemelen, bizim Güneş’imiz gibi G sınıfı tayfa sahip bir ana sekans yıldızıdır [İng. main sequence star ].

Bugüne kadar galaksimizde yaklaşık 100 kadar düşük kütleli X-ışını ikili sistemi keşfedilmiştir ve bunlardan 13 kadarı galaksimizin en kenarındaki, zeki yaşamın ortaya çıkmasına uygun olmayabilecek küresel kümeler civarındadır. Sistemler aynı zamanda birçok uzak galakside, yine çoğunlukla küresel kümelerde keşfedilmiştir. Bunların pek azı G sınıfı yıldızlar içerir ve hipotezin açıkça öngördüğü, yüksek 1000’e 1 kütle oranına sahip hiçbir sistem keşfedilmemiştir. Ancak bu yalnızca bir tespit sorunu olabilir. Zira bu sistemler, yalnızca güneş bileşeninin “yendiği” sırada X-ışını yayar. Aynı zamanda, en iyi X-ışını gözlemevimiz olan Chandra, kütle oranı çok yüksek olan veya yıldızının maddesini seyrek veya düşük miktarlarda soğuran sistemleri tespit edebilecek hassasiyet veya görüntü sürekliliğine sahip olmayabilir. Bu alanda daha fazla kuramsal çalışma ve araştırma gerekmektedir.

Aşırı kütleçekimden kaynaklanan zaman genişlemesine sahip yeni yaratılmış zeki karadelik içerisindeki çerçevenize dönersek, yıldızınızın kütle ve enerjisini neredeyse-anında soğurursunuz ve sonra da hızla ve pasif olarak kendi yakınlarınızdaki (bizim için Samayolu ve Andromeda galaksileridir) diğer zeki karadeliklerle birleşmeye başlarsınız. Eğer bu uygarlıkların her biri bilgisayımsal olarak benzersiz ve eksikse, bu evrensel mekanizma, birleşme noktasında fazladan bir rekabet, işbirliği ve doğal seçilim sağlamak için idealdir. Karadelik yaratımı ve pasif birleşimi, bu nedenle, bizim fiziğimize sahip evrenlerdeki tüm yeterince gelişkin uygarlıklar için çekici ve potansiyel olarak kısıtlanmış bir gelişimsel hedef olarak görülebilir.

Karadelikler yalnızca gelişkin karmaşıklık çekerleri olmayabilirler; aynı zamanda çoklu-evren diye adlandırılan bir yapı içerisindeki ideal tohumlar veya evren çoğaltıcıları olmalarına dair de erken kanıtlar mevcuttur. Lee Smolin’e ait Kozmolojik Doğal Seçilim hipotezi (1992, 1994, 1997, 2006) bu iddiayı ileri sürmektedir. 1980’lerde kuantum kütleçekimi kuramcıları, evrenimizin uzay-zamanın çok kısa mesafelerindeki dalgalanmalar yoluyla yeni evrenler doğurabileceğini kabul etmeye başladılar (Baum 1983; Strominger 1984; Hawking 1987, 1988, 1993; Coleman 1988). Bazıları (Hawking 1987; Frolov 1989), yeni evren yaratımının karadelikler içerisindeki merkezi “tekillik”te özellikle muhtemel olabileceğini ileri sürdüler. Tekillikler, görelilik denklemlerimizin enerji ve uzayı olasılık dışı “sonsuz” yoğunluklarla tarif ederek geçerliliğini yitirdiği bölgelerdir. Smolin’in [karadelik] modelinde, temel parametreleri ana evrenden stokastik olarak farklı yeni bir çocuk evren üreten bir “zıplama” mevcuttur.

Dahası, Smolin (1997) temel katsayıların iki gruba ayrıldığını fark etmiştir. Fiziğin standart modeli içerisinde günümüzde bilinen yirmi temel katsayının (görgül olarak türetilen parçacık kütleleri, matris parametreleri ve çeşitli sabitlerin) birkaçındaki sekiz değişiklik (kendi sayma şekline göre), bir karadelik doğurganlığı (trilyonlarca karadeliği olan evrenler), evrenin ömrünün uzunluğunu ve karmaşıklığını (milyarlarca yıllık evren yaşam süresini, karmaşık içsel yaşam üretme yetisini) üretecek şekilde ince ayarlıdır. Bu nedenle, bu özel parametreler, karmaşık evrenlerin çoğalması sırasında yüksek derecede korunacaktır. Bu onları (evo devo dilinde) gelişimsel kılar ve bu başlık kuramcılar tarafından ince ayar problemi olarak bilinmektedir. Smolin ve diğerlerine göre bunlardan başka temel katsayılar evrensel doğurganlık, ömür uzunluğu ve karmaşıklık için ince ayarlanmış görünmemekte, daha çok, tamamı karadelik doğurganlığına sahip, uzun ömürlü ve karmaşıklığa izin veren fenotipik olarak farklı evrenleri oluşturmaktadır. Biyoloji ile benzeşim yapılırsa, bu ikinci grup, evrimsel parametreler olarak düşünülebilir (yine, evo devo dilinde, Smolin’inkinde değil). Bu senaryoda evrendeki her uygarlık, evrimsel tarihini ve deneyimini bir araya getirip, bir anlamda görünürde sonlu ve potansiyel olarak ölmekte olan evreni, tıpkı tohumların sonlu ve ölmekte olan biyolojik bedenleri aşması gibi aşarak, tohumlar ile benzeşen bir şeylere dönüşüyor olabilir. Evrenimizin kendisi için eşdeğer bir biyolojik benzeşim, en iyi yeni tohumu elde etmek için birçok potansiyel tohumu birleştirip, bunları rekabetçi bir seçilime tabi tutan bir yumurtalık folikülü olabilir. Karadelikler, bu perspektiften bakıldığında hem daha basit çoğaltma sistemleri (klasik karadelikler) hem de olgunluğu yaklaştıkça daha karmaşık çoğaltma sistemleri (“zeki” karadelikler) ile hızlı ve verimli bir şekilde birleşerek, evrenin, kendi yaşam döngüsündeki (önemli bir gelişimsel süreç olan) topolojisini güvenilir şekilde değiştirmesinin bir yöntemidir.

Neyse ki bu tür iddialar bilimsel simülasyonlar sayesinde giderek daha fazla test edilebilir hale gelmektedir. Tıpkı canlı sistemlerin gelişimsel (yüksek korunumlu) ve evrimsel (değişken) gen komplekslerini ayıt etmemizi sağlayan filogenetik ağaçlarını oluşturmaya başladığımız gibi, evren morfolojisinin, korunumlu ve değişken temel parametreleri ayırt etmemizi sağlayabilecek kladistik ağaçlarını da oluşturmaya başladık. Bu çalışmaların henüz başlangıç aşamasındayız ve, evrensel çeşitlerin çoğu, ve belki simetri kırılması ile gerçekleşen [evrenlere ait] kanunların ortaya çıkış şekilleri, henüz çoğunlukla günümüz simülasyonlarının ötesinde kalmaktadır. Ancak fiziksel kuramlar ve bilgisayarlar geliştikçe, evrenlere ait filogenetik modellerin simülasyonlar ile test edilmesi gittikçe daha bilgilendirici hale gelebilir.

Biyolojik sistemlerde, zekâ, yaşlanmakta olan bedeni çoğalma yoluyla, “ölümsüz” germ hattı dokusu aracılığıyla aşar. Evrensel sistemlerde de, zekâ, zekâ-toplayan karadelikleri “ölümsüz” germ hattı cihazları olarak kullanarak, evrenimizin yaşlanan bedenini çoğalma ile aşıyor olabilir. Gelişkin zekânın evren çoğaltıcısı olduğunu Gardner (2000, 2003, 2007) da ileri sürmüştür, fakat onun ilgi çekici çalışmalarında karadelik mekanizmasına, veya evo devo dinamiklerine gerek yoktur. Eğer Aşma hipotezi doğru ise, evrensel zekânın son noktası dış uzay değil, iç uzaydır. Kaderimiz, yoğunluktur.

 

6. METI Çıkarımları: Bir ‘İlk Emir’, Gelişkin Uygarlıklardan Gelecek Tüm Tek-Yönlü İleti Gönderimini Engelliyor Olabilir

Tekrar özetlemek gerekirse, eğer evrenimiz, evrimsel gelişimsel bir evren ise, tüm uygarlıklar iki tür temel süreç ile karşılaşacaktır: 1) Öngörülemez ve çoğu zaman tersinir olan deneyleme, yenilik ve çeşitlilik üretimi (evrim) süreçleri ve 2) öngörülebilir, zorlamalı, çoğu zaman tersinmez ve karmaşıklığı sürdüren nitelikteki, evren çoğaltımı yönünde hızlanmakta olan yaşam döngüsü (gelişim) süreçleri. Bu iki süreçte, çok farklı türde ileti gönderimlerinin meydana geleceğinin altını çizmek gerekir. Evrimsel süreçler, çift yönlü iletişimi gerektirir. Rekabet, işbirliği ve doğal seçilimin tamamı, aralıksız geri bildirim ve iletinin yerel çevreye göre uyarlanmasını gerektirir. Buna karşılık gelişimsel süreçler (genlerden, organizma ve çevreye doğru giden) tek yönlü iletişimi kullanır ve ileti, herhangi yaşam döngüsünde yerel çevre tarafından değiştirilmez. Tek yönlü iletişim standardize eder, birleştirir ve kontrol eder; bir yerel çeşitlilik üretmez. Örneğin, gelişimsel genler, yaşam döngüsü devamlılığı ve organizma davranışlarının birçok yönü de dahil olmak üzere, somatik gelişimi tepeden-aşağıya tek yönlü bir şekilde belirler. Gelişimsel kısıtlamaların davranış üzerindeki olağanüstü gücünü anlamak için, doğum sırasında birbirinden ayrılan insan genetik olarak özdeş ikizler ile ilgili araştırmaları inceleyebilirsiniz.

Tepeden-aşağıya, tek-yönlü bütünsel kontrol (gelişim) her bir evo devo sisteminde gereklidir; fakat bu, genetikte, belki de sistemin %2 ila %5 kadarıdır. Değişimin büyük çoğunluğu aşağıdan yukarıya, çift yönlü, yerel kontrol ile gerçekleşir. Devletten tek yönlü iletişim ile, merkezi olarak planlanan güdümlü ekonomiyi ele alalım. Merkezi planlamanın belli bir oranı (%2-%5?) her zaman gereklidir ve bu kontrol ve çeşitlilik-azaltımı krizler esnasında artar; ancak ortalama olarak, kanunlarını, pazarlarını ve fiyatlarını çift yönlü evrimsel iletişim ile yerel olarak kendi örgütleyen ekonomiler, merkezi ekonomilere üstün gelmektedir. Yaşam için olduğu gibi, evrimsel deneyleme, evrenin birincil süreci olabilir. Yaşam için olduğu gibi, evrensel gelişim, yalnızca evrimin içerisinde gerçekleştiği özel, standartlaştırılmış çerçeveyi sağlıyor olabilir.

Bu iç görüler ışığında, bir METI işaret aracı için, eğer en yakın alıcı uygarlık ortalama 100 ışık yılı uzaklıktaysa, teknoloji kullanan herhangi bir uygarlık cevap iletisi gönderene kadar ilk uygarlığın yerel evrimi o kadar fazla ilerleyecektir ki, gönderme-alma döngüsünün (200 yıl), yerel karmaşıklık yapımını etkileyebilmek için fazla uzun süreceğini öne sürebiliriz. Başka bir deyişle, evrenimizin kendine özel öz-örgütlenmesi, ışık hızı sınırı ve zeki uygarlıklar arasındaki büyük mesafeler nedeniyle, yıldızsal uzaklıklarda yalnızca gelişimsel mesajlara izin vermektedir. Bu tür tek-yönlü iletiler yalnızca kontrol ve kısıtlama için kullanılabilir, yenilik veya karmaşıklık inşası için değil. Uygarlıklar arasındaki muazzam ışık-uzaklıkları, UZEM sıkıştırması yoluyla sürekli yerel hızlanma ve karadeliklerin ilginç zamanda yolculuk özelliklerinin hepsi birden ele alındığında, normal “yavaş uzay”da iletişim kuran herhangi bir uygarlığın, muhtemelen kendi Aşma’sına doğru ilerliyor olduğuna işaret eder. Örneğin, aniden 100 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegende yaşam olduğuna dair kanıtlara ulaştığımızı düşünün. Eğer uygarlıkların bir karadeliğe girebilmesi için gereken ortalama süre 600 yıl ise, iki uygarlıktan biri aşmadan önce en fazla üç çift-yönlü enformasyon alışverişi yapabilirdik. Normal uzaydaki bu ciddi çift-yönlü ileti gönderimi limiti nedeniyle bu tür bir iletişim çok nadir, yerel ve kısa süreli bir görüngü olacaktır.

Fakat yıldızlararası iletişim daha nadir dahi olabilir. Gelecekteki bilimin, Aşma’ya doğru kısıtlanmış bir evo devo evrende yaşadığımızı, tüm uygarlıkların bilgisayımsal olarak eksik olduklarını (“Tanrı” olmadıklarını, bakınız, Gödel 1934) ve evrimsel olarak çeşitli olduklarını keşfettiğini varsayın. Bu durumda, enformasyon kuramını kullanarak tek-yönlü METI veya (gönderici tarafından hali hazırda bilinen) basit bilgiler içeren sonda gönderiminin, gönderim maliyetine değmediğini ve ileri seviye enformasyon veya sonda gönderiminin yalnızca iletiyi alan ve uygulayan uygarlıkların evrimsel çeşitliliğinin azalmasına neden olacağı kanıtlanabilir. Diğer uygarlıklara ileteceğimiz herhangi bir ileri seviye enformasyonun, bu uygarlıkları kendi karadelik Aşmalarına daha klonal bir şekilde girmelerine ve daha sonraki birleşim sırasında önemli ölçüde daha az ilgi çekici ve daha az kullanışlı “kendi kopyalarımızla” karşılaşma ihtimalimizi düşünün; bu tüm makul yollarla kaçınmak isteyeceğimiz bir durumdur. Evrimsel gelişimden çıkardığımız en önemli derslerden biri, evrimin, monokültürlerden ve klonaliteden, ortaya çıktıkları her durumda uzak durduğudur. Çeşitlilik, evrimin en önemli belirtisidir. Monokültürler kısır, statik ve hastalığa çok daha açıktır. Düşük seviye canlılarda klonalite bulunur, ancak, belki de klonalitenin bedeli (ortaya çıkan çeşitliliğin azalması) karmaşık organizmalarda çok daha fazla olduğu için, karmaşıklık arttıkça, klonalite hızla seyrekleşir.

Kendi belirli evrimsel Aşma çizgimizi, öğrendiklerimizi içeren tek-yönlü iletiler veya sondalarla başka uygarlıklara dayatmak, eğer bizden daha az gelişmişlerse, onların evrimsel çizgilerinin geri kalan çeşitliliğini düşürerek, onları, özünde bizimle aynı şekilde aşmaya mahkûm edecektir. Onlara gönderdiğimiz denklemler, bizler “Tanrılar” değil, sonlu bilgisayımsal yaratıklar olduğumuz ve evrensel bilgi birikimimizi kendi benzersiz ve zorunlu olarak eksik olan dünya görüşümüze göre düzenlemiş olduğumuz için, mükemmel olmayacaktır. Eğer tüm karmaşık kültürler Dick’in (2003) Zekâ İlkesi’ne, karmaşıklıklarıyla orantılı bir ahlaki güç ile ahlaki olarak uyacakları ve böylece de kendi uygarlıklarının ve evrenin zekâsını maksimize edecekleri kesinse, bu durumda Aşma fiziğinin olduğu bir evrende tek-yönlü METI alan uygarlıkların iki şeyden birini yapacakları kesindir: 1) Eğer akılları başlarındaysa iletiyi göz ardı etmek veya 2) iletişimi dinleyip, karmaşıklıklarının sıçramasına sağlayarak kendilerini karadelik/birleşme noktasına tek bir adımda çok daha yaklaştırmak. İkinci durumda, onları benzersiz çözümler bulmak için yürüttükleri kendi evrimsel arayışlarından koparmış olurduk ve bizim iletimizi almadan önce sahip oldukları ile bizim iletimiz arasındaki evrimsel çizgileri artık evrimsel olmaz, bizimkine çok benzer olurdu. Araştırmacıların bize hatırlattığı gibi (Diamond 1999; Putnam 2001; Harrison 2008), insanlık tarihinde bilimsel ve teknolojik olarak gelişkin uygarlıkların, daha az gelişmiş uygarlıklarla geniş temaslarda bulunduğu durumlarda, ikinci grup her zaman kendi benzersiz dillerinin, kültürlerinin önemli ögelerini ve bilimsel ve teknolojik benzersizliklerini bu birleşim sırasında yitirmiştir. Baxter’ın kaydettiği gibi, Arthur C. Clarke gibi azımsanamayacak bir SETI-düşünürü dahi “Avucumuzun içine bırakılmasındansa, bilgi birikimimizi kendi çabalarımızla elde etmemiz, uzun vadede bizim için daha iyi olabilir” derken, görünüşe göre aklından potansiyel çeşitliliğin bu kaybını geçirmektedir.

Yine de, bu uygarlıkların Aşma’dan önce “mümkün olan tüm evrimsel çizgileri” keşfetmek isteyecekleri düşünülebilir. Ancak bunu yapabilirler mi? Bilgisayımsal kaynakları sınırlı ve simülasyonları eksik olacaktır. Dahası, böyle bir şeye kalkışmak, kendi gelişimsel hızlanmalarını durduracaktır. Aşma hipotezinde ve biyolojik gelişimde hızlanma (sürdürülen pozitif geri besleme), çoğalmaya giden yolun temel bir özelliğidir. Yaşam döngüsünün geri kalanı ya yavaşlama (normal büyüme) veya negatif geri besleme (homeostasi) ile devam eder. Örneğin, biyolojik büyümenin, döllenen zigottan ergenlik öncesi yetişkine kadarki ilk evresi, uzun bir fizyolojik ve enerji akışı yavaşlama evresidir. Ancak ergenlik başladığında, çoğalmaya giden yol kaçınılmaz biçimde hızlandırıcıdır. Eş seçimine neden olan kur yapmadaki davranışsal değişimleri, memeli dişilerinin her 30 günde bir Graaf folikülü üretmesine neden olan kimyasal değişimleri, döl üretimine neden olan cinsel değişimleri ve döllenmeye neden olan sperm rekabetini düşünün. Benzer şekilde, hızlı, sıcak Büyük Patlamadan, ilk galaksilerin oluşumuna kadar, evrenimiz yapısal ve işlevsel oluşumlar anlamında başlangıçta yavaşlamıştır. Fakat kabaca son on milyar yıl boyunca, en gelişkin sistemlerimiz, Carl Sagan’ın Kozmik Takvim metaforunda temsil edildiği gibi, yapısal ve işlevsel karmaşıklığın oluşumu anlamında hızlanmaktadır. Eğer evrenimizin zekâsı çoğalmaya doğru giden gelişimsel bir çizgide ise ve zeki yaşam çoğalma mekanizmasının kilit bir parçası ise, zekânın bu hızlanmayı askıya alabilmek için yapabileceği pek bir şey olmayabilir.

Kozmik Takvim: Başlangıçta yavaşlayan, sonradan ise hızlanan 13.7 milyar yıllık evrensel tarihin, kozmik bir “yıl” halinde gösterimi. (görsel: fbrazil/Wikipedia, çeviren: Bilimvesaire)

Eğer evrenimiz, belki de çoklu-evren içerisinde birçok iterasyondan geçerek, yerel bilgisayımların benzersizliğini maksimize etmek için her uygarlığın büyük uzay ve zaman okyanusları ile birbirinden yalıtılmış olmasıyla, gerçekliğin büyük ölçüde paralel evrimsel bilgisayımlarını destekleyecek şekilde bir öz-örgütlenmeye sahipse ve eğer sürekli bir yerel hızlanma ve hemen ardından gelen bir uygarlık birleşimi ve doğal seçilim [süreçleri] evrene hakimse, bu durumda gelecekteki bir enformasyon kuramı ile tek-yönlü, yerel-olmayan enformasyon iletimlerinin çeşitlilik açısından her zaman yıkıcı olduğu ortaya çıkabilir. Bunun sonucu olarak, tek-yönlü yerel-olmayan ileti gönderimine karşı olan bir tür “İlk Emir”in [İng. prime directive ], karadelik kaderine yönelmiş bir çizgide olduklarının ayırdına varan tüm gelişkin uygarlıklarda ortaya çıkan bir ahlaki gelişim olması muhtemel görünmektedir. Bu fikrin, gelişkin uygarlıkların, evrimsel gelişimlerini etkilememek için daha az gelişmiş uygarlıklarla iletişim kurmaktan kaçınmaları şeklinde olan bir çeşitlemesi, Fermi paradoksu literatüründe hayvanat bahçesi hipotezi olarak adlandırılmaktadır (Ball 1973). Aşma hipotezi, bu anlamda hayvanat bahçesi hipotezinin özel bir türüdür. Hayvanat bahçesi hipotezi METI için Drake denkleminin son değişkeni olan L’nin, yani teknolojik yetilere sahip uygarlıkların tek-yönlü ileti yollama güdülenmelerine ait sürenin son derece kısa olduğunu ve gönderilenlerin, burada tartışılan nedenlerden ötürü, yalnızca teknolojik uygarlıkların erken dönemlerinde gönderdikleri zayıf iletiler ile sonraki dönemlerinde nadiren gönderdikleri veya hiç göndermedikleri sondalardan ibaret olduğunu öne sürmektedir.

Gelişkin bir uygarlık, gelişmekte olan kültürleri denetlemek ve eğer gerekirse, bu türden uygarlıkların aksi takdirde kendi hataları olmayan nedenlerle yok olacakları durumlarda incelikli ve fark edilmeyecek şekilde müdahale etmek için yıldızlararası nano-sondalar veya diğer yüksek derece minyatürize teknolojiler göndererek evrenin toplam zekâsını iyileştirebilir mi? Belki. Ancak yalnızca eğer doğal zekâ ve çeşitlilik gelişiminin doğal süreçleri, bu tür bir müdahaleyi haklı çıkaracak denli kusurlu ve tehlikeli ise. Bu makalenin yazarına göre, karmaşıklığın yerel hızlanmasının günümüze kadarki sorunsuzluğu ve öngörülebilirliği göz önünde bulundurulduğunda, evren hızlanan karmaşıklık gelişimini koruma konusunda çok iyi iş çıkarıyor gibi görünmektedir. Hiçbir zeki müdahale gerekli veya yerinde görünmemektedir. Dahası, gerçek olsa dahi, gizli bir denetleme programının bizim için bilimsel veya pratik konularda pek az anlamı vardır, zira ahlaki açıdan savunulabilir olması için, belki nadir hatalı durumlar hariç, tespit edilemez olmalıdır (not: bu iyi bir bilimkurgu eseri kurgusu). Eğer böyle bir program var olsaydı, bu, son bölümde tartışılacağı üzere, gelişimsel bağışıklığı olan doğal süreçlerin zekâ tarafından artırılmış bir hali olurdu. Ancak zekâ tarafından yönlendirilen bir bağışıklığın var olup olmadığından çok daha önemli ve bilimle ilgili olan bir şey, bugünkü fizikte, Aşma hipotezinin öngördüğü gibi geniş ölçüde evren tarafından yönlendirilen gelişimsel bir bağışıklığın halihazırda var olup olmadığını belirlemektir.

 

7. SETI Çıkarımları: Aşma’nın Kanıtları Yeryüzü-benzeri Gezegenlerden Yayılıyor Olabilir

Neyse ki, yönlendirilmiş dünya dışı zeki yaşam araştırması (SETI) Aşma hipotezi hakkında bazı görgül testler sağlayabilir. Hipotez, tüm erken dönem uygarlıklardan elektromanyetik iletişim teknolojisi kullanma yetileri geliştirdikten hemen sonra yayılacak, zayıf, istemsiz-yayılan iletişim sinyallerinin (radar, radyo, TV ve benzeri “sızıntı sinyalleri”nin) düzenli bir şekilde ortadan kalkacağını öngörmektedir. İnsanlık için bu dönem 200 yüz yıl kadar kısa olabilir (Smart 2002a). Hipotez ayrıca, astronomik olarak kısa bir süre sonra bu uygarlıkların kendi güneş sistemlerinin gezegensel maddesini, gelişimsel tekillik olarak adlandırabileceğimiz bir geçişle, çok daha yüksek UZEM yoğunluğu, verimliliği ve bilgisayımsal kapasiteye ulaşmak için yeniden düzenleyeceğini öngörmektedir (Smart 2008). Eğer bilgisayımsal hızlanma şu anki süper-üstel oranlarda (Nagy ve ark. 2010) devam ederse, bu hızlanmaya ait bir asimptota yakın zamanda ulaşılması gerekiyor. Llyod ile Krauss ve Starkman’ın, Moore yasasının 600 yıllık limiti olduğuna dair hesaplamaları doğruysa, bu durumda her uygarlık 400 yıllık mutlak bir sessizlikten sonra, bizim bakış açımızda aniden, kendilerini karadeliğe yakın yoğunluktaki madde halinde yeniden örgütleyebilir. UZEM sıkıştırması yolları, uygarlıktan uygarlığa küçük bir miktar farklılık gösterebilir, ancak, belki mutlak sessizlik meydana geldikten yalnızca birkaç yüz yıl sonra, yoğunluktaki hızlı bir yükselmenin gerçekleşeceği açık görünmektedir.

Bu nedenle, biyo-uygun bir evrende yaşıyor olmamız oldukça muhtemel olmasına rağmen ve yalnızca bizim galaksimizde bulunan belki milyonlarca Yeryüzü-benzeri gezegen göz önünde bulundurulduğunda dahi, bu zekâlara ait aramakta olduğumuz işaretlerin gerçekten çok nadir olmaları gerekir. Tüm erken uygarlıkların, en yaygın olarak belki de düşük frekans aralığında (televizyon ve radarların sıkça yayın yaptığı onlar ila yüzler mertebelerinde megahertz civarında) sızıntı sinyalleri yayımlamalarını bekleyebiliriz. Ayrıca, şu ana dek bizim Yeryüzü’nde inşa ettiklerimize benzer zayıf METI mini-işaret araçları da bekleyebiliriz. Fakat eğer Aşma doğru ise, geç uygarlıklar gelişkin işaret araçları inşa etmeyecektir, zira eğer etselerdi, bu tür iletilerin iletileri alan tüm uygarlıkların evrimsel karmaşıklıklarını düşürücü bir etkisi olacağı, gelecekteki bir enformasyon kuramı ile ortaya çıkabilir.

Bu nedenle, yaygın olarak yaşam içeren bir evrende sızıntı sinyalleri ile METI’nin düzenli olarak sona erişi, Aşma fiziği açısından normal bir durumdur. Smart (2002a), yalnızca bizim galaksimizde dahi, bizim uygarlığımızla aynı yaşta, galaksinin merkezi etrafındaki bir yıldız halkası olan galaktik yaşanabilir bölgede yaşayan 2 milyon ila 2 milyar arasında uygarlık olduğunu tahmin etmiş, ve 200 yıllık bir sinyal ömrü varsayarak, tüm galaksiyi tarayacak hassasiyette bir radyo teleskopuna sahip olsak, şu an 20 ila 20.000 civarında düşük güçlü sızıntı sinyali tespit edebileceğimizi hesaplamıştır. Ortalama olarak bu uyarlıkların 0.1 ila 100 kadarı Aşma’dan önceki son yayın yıllarında olacaktır. Her dört gün ila on yıl arasındaki bir sürede bunlardan biri yayına son verecektir ve eğer uzay zamandaki bu sona erme eğrisi öngörülebilir hale gelirse, bu, gelişimsel Aşma hipotezinin bir kanıtı olacaktır.

Ancak, maalesef sızıntı sinyallerini tespit edebilecek radyo teleskoplar inşa etmemiz kısa vadede olası değildir. Loeb ve Zaldarriaga (2007), Avusturalya’da halen inşa aşamasında olan Murchison Geniş-Alan Dizisi’nin [İng. Murchinson Wide-Field Array ], en yakın otuz ışık yılı mesafedeki sızıntı sinyallerini tespit edebileceğini ileri sürmektedir. Fakat bu mesafede, hayal kırıklığı yaratacak kadar düşük sayıda, yalnız 11 adet G-tipi yıldız bulunmaktadır. Forgan ve Nichol (2010), 2019 yılında çalışmaya başlayacak Kare Kilometre Dizisi’nin [İng. Square Kilometer Array – SKA ], en yakın 300 ışık yılı mesafedeki bu tür sinyalleri tespit edebileceğini ileri sürmektedir (~1000 G-tipi yıldız). Ancak belirttikleri üzere, Yeryüzü, yalnızca ~100 yıl boyunca “radyo gürültülü” olmuş ve sonrasında “radyo sessiz” hale gelmiştir. Yeryüzü’nde, halihazırda iletişim şekillerimizin çoğunu, UZEM sıkıştırması açısından bakıldığında muhtemel olarak evrensel ve tersinmez gibi görünen bir gelişim ile, fiber optiğin iç uzay alanındaki çok daha yüksek bant genişliklerine taşımış bulunuyoruz. Forgan ve Nichol radyo sızıntı aralığını yalnızca 100 yıl olarak tahmin etmekte ve SKA tarafından tespit ihtimallerinin 10-7 kadar düşük olduğunu ileri sürmektedir. Dahası, Benford (2010), bu sızıntı tespit edilebilirliği tahminlerinin, sinyal gücü ve tümleştirme süreleri hakkındaki fazla tahminleri nedeniyle sistematik olarak yüksek olduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle radyo teleskop temelli SETI’den sonuç elde edilmesi için daha birkaç on yıl geçmesi ve çok daha büyük yer bazlı veya hatta, Heidmann’ın (1993) Ay’ın karanlık tarafındaki Saha kraterinde inşa edilmesini önerdiği gibi, uzay bazlı dizilerin inşa edilmesi gerekebilir.

Diğer taraftan Optik SETI çok daha erken bir başarı ihtimali sunmaktadır. Şu anki ötegezegen avcıları, örneğin, ESA’nın 2013’te fırlatılacak Gaia görevi, Yeryüzü’ne 200 parsek (670 ışık yılı), yani SKA’nın kritik uzaklığının iki katı kadar uzaklıktaki ötegezegenleri aramak için fotometri yöntemini (yani, gezegen geçişi sırasında yıldızın parlaklığının hafifçe azalmasını) kullanmaktadır. Ancak en önemlisi, optik SETI ile dar bir 100-200 yıllık sızma aralığına bakmak yerine, tüm yıldızlar boyunca iki değişkenli bir olayın haritasını çıkarıyoruz: Yaşam belirtileri gösteren Yeryüzü-benzeri gezegenlerin varlığı veya yokluğu, galaksi içerisindeki dağılımları ve bu ikili durumun zamanla nasıl değiştiği.

Günümüzde geçiş sırasındaki polarimetre değişimleri gibi, ötegezegenin atmosferi olup olmadığını tespit etmemize yarayacak bazı optik yöntemlerimiz mevcut. Eğer Aşma tüm zekâ için kaçınılmaz bir gelişimsel çekerse, zeki gezegenlerdeki hem gezegensel hem atmosferik (geçiş fotometrisi, yörünge evreleri, polametre, vesaire) hem de yaşam (oksijen ve metan belirtileri, elektromanyetik sızma sinyalleri, vesaire) işaretlerinin, kendilerini iç uzaya doğru çökerttikleri sırada ortadan kalması gerekir. Bir çökertme sırasında, gezegenin kütlesinin çoğu geride kalabilir (bir miktar enerji harcanması da gerekir, ancak yüksek derecede verimli sistemlerde bu fazla olmayacaktır) ve ana yıldız, gezegene ait yörüngenin kütleçekimsel etkisi nedeniyle küçük radyal hız değişimleri geçirmeye devam eder. Bu, Yeryüzü’nden günümüzdeki en iyi yer teleskopları ile yaklaşık 160 ışık yılı mesafeye kadar Doppler tayfölçümü kullanılarak tespit edilebilir. Ancak çöken gezegenlerde geçiş sırasında artık bir fotometri değişimi olmayacaktır. Ayrıca, çöken gezegenin yüksek yoğunluğu, geçiş sırasında belirgin bir kütleçekimsel mercekleme belirtisi meydana getirebilir.

Aşma hipotezi, birkaç tane daha özel ve yanlışlanabilir SETI öngörüsü içermektedir. İlk olarak optik SETI’nin, artık galaktik Aşma bölgesi olarak isimlendirebileceğimiz, her galaktik yaşanabilir bölgenin, çok daha uzun süre önce Aşma yaşamış ve kendilerini yakın karadelik veya karadelik yoğunluklarına çökertmiş çok daha yaşlı gezegenlerini içeren bir iç halka olan bölgelerine ait kanıtları keşfetmemizi sağlaması gerekir. Bunu ileride ortaya çıkacak, yaşanabilir bölgenin iç halkalarında gözlemlenen ötegezegen yaşam belirtilerinin yokluğu veya çok daha düşük frekansta olması olan “kayıp gezegenler problemi” olarak isimlendirebiliriz. İkincisi, Aşma bölgesine ait, doğru yaşta olan ve galaktik merkezden doğru uzaklıkta bulunan zeki gezegenlerin düzenli olarak durumlarını değiştirerek yüksek derecede UZEM yoğun nesneler haline geldikleri, sınırları belli dışarı doğru genişleyen kenarını keşfetmemiz gerekir. Üçüncüsü, kendi Aşma’mızın gerçekleşeceği binyıl içerisinde bulunduğumuz için, bu olayın yukarıda bahsedilen “Moore yasası hızlanması”na ait yere limite ulaşmamızla çakışacağını varsayarsak, Yeryüzü’nün, Aşma bölgesinin dış kenarına yakın olduğunu keşfetmemiz gerekir.

Son olarak post-Aşma güneş sistemlerinde potansiyel olarak yapay görünen karadelik dinamikleri keşfedebiliriz; örneğin, Jüpiter-kütleli bir karadeliğin bizim ana yıldızımızı toplamaya başlamasıyla oluşacak, bileşen yıldızın G tayf tipinde olduğu ve kütle oranının aşırı bir şekilde 1000’e 1 olduğu düşük kütleli X-ışını ikilileri gibi. Hatta galaktik merkeze doğru karadelik göçü veya başka sıra dışı süreçler dahi keşfedebiliriz. Şans ve sıkı çalışma ile halihazırda var olan ötegezegen avcılarımızın, kayıp gezegen problemini keşfetmelerine, eğer böyle bir problem varsa, ve en yakın kenarı Yeryüzü’ne 600 ışık yılı uzaklıkta olabilecek dışarı doğru büyümekte olan Aşma bölgesinin haritasını çıkarmalarına, eğer böyle bir bölge varsa, ve Aşma ile ilgili farklı keşiflerin yapılmasına bir on yıl veya daha az kalmış olabilir. Göreceğiz.

 

8. Aşma’ya Karşı Direnmek: Gelişimsel Bağışıklık, Gelişimsel Ahlak ve Gelişimsel Başarısızlıklar

Uygarlıkları Aşma’ya doğru götürüyor gibi görünen UZEM yoğunluğunun, UZEM verimliliğinin ve bilgisayımsal yeteneklilik artışının hızlanan süreçlerini ele aldığımızda, bu eğrilerin neden bu kadar fazla fiziksel sistemde ve tarihsel zamanın bu denli uzun aralıklarında geçerliliklerini koruduklarını sormamız gerekir. Neden kozmolojik zaman boyunca, en ileri sistemlerin enerji akış oranı yoğunluğuna ait J-eğrilerinde daha büyük dalgalanmalar görmüyoruz (Chaisson 2001)? Veya MÖ 1000 ila 2000 yılları arasında Batı Avrupa’ya ait ki gayri safi yurtiçi hasılanın J-eğrilerinde (Maddison 2007)? Veya 1800’lerden 2010’a kadarki bilgisayım ve iletişim teknolojilerine ait fiyat-başarım J-eğrilerinde (Kurzweil 1999,2005, Nordhaus 2007, Magee 2009, Nagy ve ark. 2010)?

Eğer bilgisayımsal yetenekliliğin en gelişkin örneklerindeki hızlanma (zekânın ortaya çıkışı) evrenimizin gelişimsel “genlerinin” (özel başlangıç koşulları, parametreler ve yasalar) bir parçasıysa, bu durumda bu tür zekâ üretmek için her zaman daha fazla UZEM yoğunlukları ve verimliliğine erişebilme yeteneğinin de gelişimsel bir süreç olması gerekir. Biyolojide, yaşam döngüsü boyunca ilerleyerek çoğalmaya yaklaştıkça, gelişimsel süreçler giderek daha düzgün ve esnek hale gelir. Canlı sistem, yaşlılığından önce ne kadar bilgisayımsal olarak karmaşık bir hale gelirse, bir sonraki, daha UZEM verimli ve UZEM yoğun fiziksel alt-maddeyi bulmak için o kadar fazla adaptif stratejilere ve yollara sahip olur; eğer böyle bir alt-madde sistemin evrensel faz uzayında mevcutsa. Biyolojide, doğumda gelişimsel başarısızlık oranı çok yüksek olabilir, ancak gelişim ilerledikçe büyük oranda düşer. Başlangıçta çok sayıda tohum (gamet) ekilir ve pek azı (veya sadece bir tanesi) tutunur. Daha sonra, zigotik büyüme başladığında, kendiliğinden düşükler ilk birkaç gün ve haftada çok sık ortaya çıkar, ancak gelişimsel başarısızlık (düşük) oranları ilerleyen zamanda hızla düşer (Goldhaber ve Fireman 1991). Doğumdan sonra dahi, çok hücreli organizmalar cinsel olgunluğa yaklaştıkça, yıllık ölüm riski düşer (Olshansky ve Carnes 1997). Canlı sistemlerde, gelişim, yaşam döngüsünün herhangi bir noktasında çoğalmaya yakınlaştıkça ve ilk çoğaltıcının ortaya çıkışından itibaren tamamlanan döngü sayısı ne kadar fazlaysa, içsel ve dışsal kesintilere karşı tampon görevi üstlenen o kadar fazla gelişimsel bağışıklık mekanizması bulunur. Örneğin, genetik açıdan özdeş ikizlerin gelişimsel aşamalarına nasıl öngörülebilir ve eşzamanlı olarak ulaşacaklarını düşünün. Tekrar etmek gerekirse, kaotik çeşitlilik, kesintiler, sıçrama ve yaratıcılık ile tanımlanan evrimsel süreçlerde bu türden bir düzgünlük görmüyoruz.

Eğer gelişimsel bağışıklık evren ölçeğinde, hızlanan karmaşıklaşmayı koruyan doğal süreçlerde ve Aşma’da mevcutsa, giderek buna ait daha fazla kanıtla karşılaşmamız gerekir. İnsanlıktan daha büyük ölçeklerde, evrenin mantıksız derecede yaşam-dostu olan doğasında (Davies 2004) ve Yeryüzü’nün, Gaia hipotezi ile karakterize edilen (Lovelock ve Margulis 1974) jeofizik sistemlerinde bağışıklık adayları bulabiliriz. Gaia tartışmalı bir başlıktır, ancak eğer evrenimizin gelişimsel fiziği, belki de çoklu evren içerisinde geçirdiği önceki birçok evrensel yaşam döngüsü sayesinde, kimi özel gezegenlerde jeolojik ve klimatolojik homeostasi sağlamak üzere bir öz-örgütlenmeye sahip olduysa ve bu sayede yaşamın esnekliğini geniş ölçüde artırdıysa, fiziksel olarak mantıklı olabilir. Bostrom ve ark. (2008) ve diğerleri, önümüzdeki yüzyıllarda insanlığın neslinin tükenmesine neden olabilecek olası varoluşsal riskler, olaylar ve süreçler üzerine yazmışlardır. Ben, bu varoluşsal risklerin (tür yok eden meteorlar, güneş rüzgarları, gama ışıması patlamaları, salgınlar, savaşlar, vesaire) dikkate alınmayacak derecede düşük göründüğünü savunuyorum (Smart 2008). Dahası, önceki tüm Yeryüzü felaketleri karmaşıklık gelişiminin hızlanmasını, ve muhtemelen istatistiksel bağışıklığını yalnızca katalize etmiş gibi görünmektedir. Örneğin K-T göktaşı [veya diğer adıyla K-Pg göktaşı] felaketinde hiçbir metazoon geni kaybolmamış, daha ziyade bazı metazoon fenotipleri budanmış ve hemen ardından yeni memeli morfolojik karmaşıklığı ortaya çıkmıştır. Post-biyolojik yaşama geçiş yaptığımızda, astrofiziksel olaylara karşı olan bağışıklığımızın/esnekliğimizin önemli bir atılım daha gerçekleştireceğini düşünebiliriz.

Evrimsel çeşitliliğin dört yanımızı sardığı ve evrensel gelişim süreçlerini görmenin belki de en zor olduğu insan ölçeğinde dahi toplumsal ahlak ve artan teknolojik karmaşıklığın insan toplumları üzerindeki ılımlılaştırıcı etkisi (Inglehart ve Welzel 2005), gelişimsel olma belirtileri göstermektedir. Bireysel şiddet eylemlerinin şiddeti ve kapsamı, modern teknolojinin ortaya çıkışı ile istikrarlı bir şekilde artış gösteriyor olsa bile, bazı araştırmacılar (Elias 1978, Gurr 1981, Stone 1983, 1985; Sharp 1985; Pinker 2011), şiddet eylemlerinin ortalama sıklığı ve şiddetinin gelişmekte olan insan toplumlarında, Aydınlanmadan beri (1600 ila 1800’ler arası) kademeli olarak azaldığını kaydetmektedirler. Bu örüntü iki dünya savaşımızdan sonraki altmış yılda özellikle belirgindir (Human Security Report 2010; Goldstein 2011). Davranışsal psikologlar, insanların genelde birbirlerine karşı şaşırtıcı derecede medeni davrandıklarını ve nadiren de olsa ortaya çıkan şiddet ifadelerinin, büyük yoksunluk ve baskı koşulları altında dahi kısa ömürlü ve büyük oranda sembolik olduğunu belgelemektedir. Nadiren karşımıza çıkan uzun süreli sosyopatoloji ve uzun süreli savaş ve sivil çatışma vakaları, ilginç bir şekilde uygulamada kendi kendilerini sınırlamaktadır (Gintis 2005). Dahası, teknoloji destekli şeffaflık ve bağışıklık seviyesinin gezegenimize önümüzdeki on yıllarda öngörebildiğimiz nüfuz etme seviyesi şaşırtıcı olacaktır (Brin 1998b). Süper-etik yapay zekâların görev başında olacaklarını göz önünde bulundurursak, şiddete veya suça eğilimli, fevri biyo-insanlar tarafından gerçekleştirilecek eylemler, küresel bir sorun haline gelmeden çok önce tespit edilecek ve etkisiz hale getirilecektir.

Giderek daha fazla canlı gibi görünen teknolojilerimizin geleceğini düşündüğümüz sırada, bilinçlerini, duygularını, empatilerini ve ahlaki kısıtlamalarını hayal etmek zordur. Ancak eğer ahlak ve bağışıklık gelişimsel süreçlerse ve tüm zeki kolektiflerde bir pozitif toplam oyun türü şeklinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyorsa (Ridley 1998, Wright 1997, 2000), bunların aynı zamanda her uygarlığın bilgisayımsal kapasitesinin büyüdüğü ölçüde kuvvetlerinin artması ve kapsamlarının genişlemesi gerekir. Her uygarlıkta bireysel ahlaki sapmalar bulunur ve uygarlıkların buna ihtiyacı vardır (Bloom 1995), ancak tüm gelişimsel süreçlerde bu tür sapmalar zamanla daha iyi düzenlenir hale gelir. Evrimsel süreçler en iyi şekilde ıraksama ve türleşme ile karakterize edilirken, gelişimsel süreçlerin öne çıkan tarafları yakınsama ve birleştirmedir. Post-biyolojik yaşam türlerini barındıran bir gezegen, eğer evrensel gelişime tabi ise, giderek daha fazla tek bir tümleşik organizma gibi görünebilir ve eğer öyle ise, bu gezegenin varlıkları, insanlardan muazzam ölçüde daha sorumlu, denetim altında ve öz-kısıtlayıcı olacaktır. Eğer gelişimsel bir bağışıklık mevcut ise, gezegenlerin yaşamdan zeki yaşama ve zeki yaşamdan post-biyolojik yaşama geçişleri gitgide daha olası hale gelmelidir. Aynı zamanda, bu geçişlerin her birinin tam olasılıkları, büyük ihtimalle gelecekteki astrobiyoloji ve SETI tarafından görgül olarak ölçümlenebilir olacaktır.

SETI, bizimki gibi bir uygarlıktan gelişimsel bir tekilliğe geçişe ait ortalama olasılığı nasıl ölçümleyebilir? Evo devo evrendeki geleceğimizle ilgili iki olası senaryoyu ele alalım: Kimi zaman Büyük Filtre hipotezi olarak da adlandırılan (Hanson 1996) ilerlemeyi önleyen aşılamaz bir kaynak sorunu veya başka bir engel veya kendimizi yok etmemiz nedeniyle Aşma’yı başaramamamız, ya da başarılı Aşma. Evo devo kuramı, başarısızlık senaryolarının tümünün, evrimsel çeşitlemenin, gelişimsel bir süreci kesintiye uğratmasının sonuçları olduğunu ve başarı senaryosunun da, gelişimin, evrimsel bozulmalara karşı direnişin bir sonucu olduğunu ileri sürer (Smart 2008). Genetik mühendisliği yapmaya teşebbüs etmiş herhangi biyoloğun bildiği gibi, özellikle gelişimsel genlerde deneyle gerçekleştirilen neredeyse her mutasyon hasara neden olur. Başka bir deyişle, gelişimsel açıdan başarısızlığa uğrama şekilleri çok ve öngörülemezken, başarı elde etme yolları az ve son derecede öngörülebilirdir. Tolsytoy’un (1877) ünlü sözündeki gibi: “Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz olan ailelerinse her biri kendilerine özgü şekilde mutsuzdur.” Niceliksel olarak biyolojik sistemlerdeki gelişimsel sistemler, fenotipin (örneğin, boy, kan basıncı, IQ, çok hücreli model, vesaire), parametre uzayında normal veya log-normal dağılımına doğru yönelirler (Giurumescu ve ark. 2009). Gelişim, gelecekteki bir yapısal veya işlevsel hedefi vurmaya çalışır, ve istatistiksel olarak öngörülebilir bir şekilde bu hedefin her iki tarafındaki dar bir aralık içerisinde kalır. Buna karşılık, evrimsel süreçler, stokastiktir (Champagnat ve ark. 2005). Çıktıları ve bu nedenle de başarısızlık şekilleri yaratıcı ve stokastik veya, kısıtlandıkları aralıkta rastgeledir. Kısıtlama aralığının büyüklüğü öngörülebilirdir, ancak aralık içerisindeki başarısızlık örnekleri öngörülemeyecek şekilde benzersiz olacaktır. Bu nedenle, eğer evrimsel süreçler Aşma’ya göz ardı edilemeyecek katkılarda bulunuyorlarsa, Aşmaların çoğunun galaktik aşma bölgesi (kısıtlanma aralığı) içerisindeki zaman ve uzayda stokastik olarak gerçekleşiyor olması gerekir. Aslına bakılırsa bunların bir kısmı Aşma değil, evrimsel başarısızlıklar olabilir ve bu ikisini ayrıt etmek zor olabilir. Dahası bu başarısız örneklerin bir bölümü Aşma yerine METI veya yıldızlararası yayılmaya yönelmiş olabilir. Eğer galaksimiz biyo-uygun ise, bugüne dek bu ikisinden herhangi biriyle karşılaşmamız olmamız (tabii eğer benim gibi siz de ufoculara inanmıyorsanız), evrimin bu konuda gelişime hizmet ettiğine işaret eder. Eğer gelişimsel süreçler Aşma’nın baskın bileşenleriyse, galaktik Aşma bölgesinin iyi tanımlanmış olmasını ve Aşmaların dışarı doğru genişlemekte olan Aşma bölgesinin kenarında, uzay, zaman ve diğer fenotipik parametreler bakımından normal veya log-normal dağılım göstererek düzenli bir şekilde gerçekleşmelerini beklememiz gerekir. Bu belirti, eğer varsa, gürbüz [İng. robust ] ve esnek bir gelişimsel süreç geliştirebilmemizi ve her tekil durum için Aşma’yı yüksek olasılık dahilinde hesaplayabilmemizi sağlayacaktır.

Aşma fiziği tarafından yönetilen bir evrende, kendilerini ileti gönderimi ve uzay yolculuğuna adamış uygarlıklar, gelişen sistemlerin yaşam döngülerinin geç dönemlerinde nadiren rastlanan gelişimsel başarısızlıklar olacaktır. Bu uygarlıklar ya ileti ve sonda göndererek zarara neden olduklarının bilincinde olacak ve bu ahlaki olarak uygunsuz davranışı akla uygun kılmaya ve meşrulaştırmaya çalışacaklar (bu senaryonun bir çeşitlemesi için bakınız, Clarke 1953), ya da bunu bilemeyecek kadar basit olacaklardır ki bu durumda neden oldukları hasarı farkına varacak kadar akıllanana kadar fazla ileri gidemeyeceklerdir. Fermi paradoksu düşünürü ve bu başlıktaki ilk geniş incelemeyi gerçekleştiren David Brin (1983), Yeryüzü’nde, herhangi toplumsal standardı mutlulukla çiğneyecek, motosiklet çeteleri gibi birçok grup olduğunu kaydetmektedir ve bu gruplar Aşma hipotezinin neden her durumda işlemeyeceğine ait iyi bir benzetmedir.

Ancak gelişimsel süreçler, canlı organizmalarda ve tahminen evrenlerde, yerel çeşitliliğe karşı aşırı derecede gürbüzdür. Genel olarak istatistiksel olarak son derece kısıtlayıcıdır. Genetik olarak özdeş ikizlerin farklı parmak izleri ve organ mikro-yapılarına sahip olmaları ancak uzaktan bakıldığında benzer görünmeleri gibi, biyolojik gelişim, yerel kaos ve beklenmeyen durumlara bütünsel hedefine ulaşmaktadır. Aslına bakılırsa, öz-örgütlenmeli sistemler, von Foerster’in “gürültüden ortaya çıkan düzen” olarak isimlendirdiği şekilde (Heylighen 1999), bütünsel çekerlerini bulmak için stokhastikliğe (öngörülebilir aralık içerisinde gerçekleşen rastgele sarsımlara [İng. perturbation] ve katalizör işlevi gören felaketlere [İng. catalytic catastrophe ]) ihtiyaç duyar. Günümüzde galaktik koloniciler olmakla ilgili ilkel dürtülerimizin, isyankârlar haline gelme ve Aşma fiziğinden kurtulmayla ilgili bireyci arzularımızın, post-biyolojik yaşam ve ahlakına sahip bir dünyada ortaya çıkma ihtimali, insan bedeni içerisindeki bulaşıcı bir bakterinin sonsuza kadar çoğalma “arzusu” veya tek bir enerji niceminin, Newton’un mezoskopik fiziğinden kurtulma “arzusu” kadar olasılık dışı olabilir. Bu türden olaylar, bakteri veya kuantum durumunun “bakış açısından” mümkün olsa dahi, çevresel bağlamlarda son derece nadirdir.

Yeterli derecede gelişkin SETI ile kısa yayınlar veya az sayıda galaksinin küçük kısımlarında gerçekleşen göze çarpmayan galaktik mühendislik parçaları keşfetmemiz mümkündür. Ancak karmaşıklığın hızlanması ve uygarlıklar arasındaki muazzam mesafeler nedeniyle, en erken ortaya çıkan uygarlıklar dahi, ne kadar oligarşik yapıda olurlarsa olsunlar, herhangi bir galaksideki çoklu-yerel Aşmaları engelleyemezler. Çoğaldıkları sırada zekâlarını artırmayacakları şekilde özellikle tasarlanmış (ve yüzden de Aşma yaşamayacak) yıldızlararası sondalar gönderen muhalif bir uygarlık, teorik olarak düşünülebilir. Fakat bu türden sondalar, ilkel yaşamı ortadan kaldırmak dışında ne yapabilir? Çoklu-yerel Aşmaları önleyemeyecekleri açıktır. Aşma fiziğinin hâkim olduğu bir evrende, bu tür bir stratejinin hiçbir oyun-kuramsal değeri var gibi görünmemektedir. Son olarak, eğer Aşma’ya doğru kısıtlanmış olmak baskın norm ise, istisnayı değil, normu bulma konusunda daha başarılı olmamız gerekir. Cirkovic (2008) ve Shostak’ın (2010) yakın zamanda ileri sürdüğü gibi, gelişkin post-biyolojik uygarlıkların yaşıyor olma ihtimali yüksek olan yerlere odaklanan bir SETI stratejisine ihtiyacımız var. Bu uyarı, Aşma hipotezinde optik SETI’nin galaktik Aşma bölgesinin keşfi ve dışarı doğru genişlemekte olan kenarının tanımlanmasına karşılık gelmektedir. Gezegen-kütleli, hızlı ve yapay karadelik oluşum süreçlerini, yaşamı destekleyecek gezegenlerden yayılan METI ve sızıntı sinyallerini, ve bu uygarlıkların kendi teknolojik tekilliklerine girişlerinden sonra bu sinyallerin düzenli olarak ortadan kalkmasına ait örüntüleri aramamız gerekmektedir.

 

9. Teşekkürler

Yazar, Alvis Brigis, David Brin, Robert Freitas Jr., Clement Vidal ve Juergen Schmidhuber‘e yorumları ve eleştirileri için müteşekkirdir.

 

10. Kaynaklar

  1. Adams, Henry B. 1909 [1919]. The Rule of Phase Applied to History. In: The Degradation of the Democratic Dogma, Macmillan, pp. 267-311.
  2. Amato, Ivan. 1991. Speculating in precious computronium. Science253(5022):856-57.
  3. Asimov, Isaac. 1956. The Last Question. Science Fiction Quarterly, Nov 1956, pp. 7-15.
  4. Ausubel, Jesse H. 1996. Materialization and Dematerialization: Measures and Trends. In:Technological Trajectories and the Human Environment, J.H. Ausubel and H.D. Langford (eds), National Academy, 1997, p. 135-156.
  5. Ball, John A. 1973. The Zoo Hypothesis. Icarus 19(3):347-349.
  6. Barrow, John D. 1998. Impossibility: The Limits of Science and the Science of Limits, Oxford University Press.
  7. Banks, Iain. 1988. Consider Phlebas, St. Martins Press.
  8. Baum, Eric. 1983. [Discussion]. Physics LettersB 133(185).
  9. Baxter, Stephen. 2011. SETI in Science Fiction. In: Searching for Extraterrestrial Intelligence: SETI Past, Present, and Future. Shuch, H. Paul (Ed.), Springer. p. 364.
  10. Bekenstein, Jacob D. 1981. Energy cost of information transfer. Physical Review Letters46:623-626.
  11. Benford, James. 2010. SETI and Detectability. Retrieved from: Centauri-Dreams.org, 10.28.11.
  12. Bettencourt, Luis M.A. et al. 2010. Urban Scaling and Its Deviations: Revealing the Structure of Wealth, Innovation and Crime across Cities. PLoS ONE5(11):e13541.
  13. Blascovich, Jim and Bailenson, Jeremy. 2011.Infinite Reality: Avatars and the Dawn of the Virtual Revolution, William Morrow.
  14. Bloom, Howard K. 1995. The Lucifer Principle : A Scientific Expedition into the Forces of History, Atlantic Monthly Press.
  15. ——  2000. Global Brain: The Evolution of Mass Mind from the Big Bang to the 21stCentury, Wiley.
  16. Bohn, Roger E. and Short, James E. 2009. How Much Information?Global Information Industry Ctr, U.C. San Diego. Dec 2009
  17. Bostrom, Nick (Ed). 2008. Global Catastrophic Risks, Oxford University Press.
  18. Bousso, Raphael. 2002. The holographic principle. Reviews of Modern Physics 74(3):825-874
  19. Bremermann, Hans-Joachim. 1962. Optimization through evolution and recombination. In: Self-Organizing Systems, 1962. M.C. Yovitts et al., Spartan Books, pp. 93-106.
  20. ——  1965. Quantum noise and information. 5th Berkeley Symposium on Mathematical Statistics and Probability, U. California Press.
  21. ——  1982. Minimum energy requirements of information transfer and computing. International Journal of Theoretical Physics 21:203-217.
  22. Brin, G. David. 1983. The ‘Great Silence’: the Controversy Concerning Extraterrestrial Intelligence. Q. Journal of the Royal Astronomical Society24:283-309.
  23. ——  1998a. Heaven’s Reach, Bantam Books.
  24. ——  1998b. The Transparent Society, Addison-Wesley.
  25. Broderick, Damien. 2002. Transcension, Tor Books.
  26. Carroll, Sean B. 2005. Endless Forms Most Beautiful: The New Science of Evo Devo, Norton.
  27. Chaisson, Eric J. 2001. Cosmic Evolution: The Rise of Complexity in Nature, Harvard U. Press.
  28. ——  2003. A unifying concept for astrobiology [Φm]. International Journal of Astrobiology 2(2):91-101.
  29. Champagnat, Nicolas et. al. 2005. Unifying evolutionary dynamics: from individual stochastic processes to macroscopic models. Theoretical Population Biology69(3):297-321.
  30. Cirkovic, Milan M. 2008. Against the Empire. Journal of the British Interplanetary Society61.
  31. Clarke, Arthur C. 1953. Childhood’s End, Ballantine.
  32. ——  1956. The City and the Stars, Harcourt Brace.
  33. ——  1982. 2010: Odyssey Two, Granada.
  34. ——  1992. Greetings, Carbon-based Bipeds! Life Magazine, Sept 1992.
  35. Coleman, Sidney. 1988. Black holes as red herrings: topological fluctuations and the loss of quantum coherence.  Nuclear PhysicsB307(864).
  36. Criswell, David R. 1985. Solar System Industrialization. In: Interstellar Migration and the Human Experience, B.R. Finney and E.M. Jones (eds.), U. California Press.
  37. Davies, Paul C.W. 2004. How bio-friendly is the universe? arXiv:astro-ph/0403050
  38. ——  2007. The Goldilocks Enigma: Why Is the Universe Just Right for Life?, Penguin.
  39. ——  2010. The Eerie Silence: Renewing Our Search for Alien Intelligence, Mariner.
  40. Diamond, Jared M. 1999. Guns, Germs, and Steel: The Fate of Human Societies. Norton.
  41. Dick, Steven J.  2003. Cultural evolution, the postbiological universe and SETI. Internat’l Journal of Astrobiology2(1):65-74.
  42. Drake, Frank. 1961. Drake equation, an estimate of active communicative extraterrestrial civilizations in the Milky Way galaxy. Wikipedia.
  43. Dutton, John M. and Thomas, Annie. 1984. Treating Progress Functions as a Managerial Opportunity. The Academy of Management Review9(2 )235-247.
  44. Elias, Norbert. 1978[2000]. The Civilizing Process: Sociogenetic and Psychogenetic Investigations, Wiley-Blackwell.
  45. Eshleman, Von R. 1979. Gravitational Lens of the Sun: Its Potential for Observations and Communications over Interstellar Distances. Science205, 1133-1135.
  46. ——  1991. Gravitational, plasma, and black-hole lenses for interstellar communication. In: Lecture Notes in Physics390, 299-299.
  47. Forgan, Duncan H. and Nichol, Robert C. 2010. A failure of serendipity: the Square Kilometre Array will struggle to eavesdrop on human-like extraterrestrial intelligence. International Journal of Astrobiology10(2):77-81.
  48. Forward, Robert L. 1980. Technical Appendix. Dragons Egg. Ballantine. pp. 286-308. Forward’s hard-science conceptualization of accelerated intelligent life inhabiting the surface of a neutron star. Inspired by Frank Drake in 1973.
  49. Frank, Juhan et. al. 2000. Accretion Power in Astrophysics, Cambridge U. Press.
  50. Frolov, Valeri P. et al. 1989. Through a black hole into a new universe? Physics LettersB216:272-276.
  51. Fuller, R. Buckminster. 1938 [2000]. Nine Chains to the Moon, Doubleday.
  52. ——  1979. Synergetics 2: Further Explorations in the Geometry of Thinking, Macmillan.
  53. —— 1981 [1982]. Critical Path, St. Martin’s Griffin.
  54. Gardner, James N. 2000. The selfish biocosm: Compexity as cosmology. Complexity5(3):34-45.
  55. ——  2003. Biocosm: The New Scientific Theory of Evolution – Intelligent Life is the Architect of the Universe,Inner Ocean Pub.
  56. ——  2007. The Intelligent Universe: AI, ET, and the Emerging Mind of the Cosmos, New Page.
  57. Gilbert, Horace D. 1961. Miniaturization, Reinhold Publishing Corp.
  58. Gintis, Herbert et al. (eds.) 2005. Moral Sentiments and Material Interests: The Foundations of Cooperation in Economic Life, MIT Press.
  59. Giurumescu, Claudiu A. et. al. 2009. Predicting Phenotypic Diversity and the Underlying Quantitative Molecular Transitions, PLoS Computational Biology 5(4):e1000354.
  60. Glaeser, Edward L. 2011. Triumph of the City, Penguin Press.
  61. Gödel, Kurt. 1934. On Undecidable Propositions of Formal Mathematical Systems, lecture notes taken by Kleene and Rossner at the Institute of Advanced Study. Reprinted in Davis, M. (ed.) The Undecidable, Raven Press, 1965.
  62. Goldhaber, Marilyn and Fireman, Bruce. 1991. The Fetal Life Table Revisited, Epidemiology2(1):33-39.
  63. Goldstein, Joshua S. 2011. Winning the War On War: The Decline of Armed Conflict Worldwide, Dutton.
  64. Gould, Stephen J.  2002. The Structure of Evolutionary Theory, Harvard U. Press.
  65. Gurr, Ted R. 1981. Historical Trends in Violent Crime: A Critical Review of the Evidence. In: Crime and Justice: An Annual Review of Research, iii, p. 285-353.
  66. Hanson, Robin. 1996[1998]. The Great Filter – Are We Almost Past It?
  67. Harris, Steven B. 2008. A Million Years of Evolution. In: Year Million, Damien Broderick (ed.), Atlas & Co.
  68. Harvey, David. 1989. The Condition of Postmodernity: An Enquiry into the Origins of Cultural Change, Blackwell
  69. Heylighen, Francis. 1999. Order from noise. Ret. from: Principia Cybernetica Web, pcp.lanl.gov/ordnoise.html, Oct. 2011.
  70. ——  2007. Accelerating Socio-Technological Evolution: From Ephemeralization and Stigmergy to the Global Brain. In: Globalization as an Evolutionary Process, Modelski, George et. al. (eds.). Routledge.
  71. Harrison, K. David. 2008. When Languages Die: The Extinction of the World’s Languages and the Erosion of Human Knowledge. Oxford.
  72. Hawking, Stephen W. 1987. Coherence down the wormhole. Physics Letters B195(337).
  73. ——  1988. Wormholes in spacetime. Physical ReviewD37(904).
  74. ——  1993. Black Holes and Baby Universes – and Other Essays, Bantam.
  75. Heidmann, Jean. 1994. Sahacrater: A candidate for a SETI lunar base. Acta Astronautica32(6)471-472.
  76. Human Security Report. 2010. Human Security Report 2009/2010: The Causes of Peace and the Shrinking Costs of War, Human Security Research Group.
  77. Iranfar, Negin et al. 2003. Genome-Wide Expression Analyses of Gene Regulation during Early Development of Dictycostelium discoideum. Eukaryotic Cell2(4):664-670.
  78. Inglehart, Ronald and Welzel, Christian. 2005. Modernization, Cultural Change, and Democracy: The Human Development Sequence, Cambridge U. Press.
  79. Johansen, Anders and Sornette, Didier. 2001. Finite-time singularity in the dynamics of the world population, economic and financial indices. Physica A 294(3-4):465-502.
  80. Kardashev, Nikolai S. 1964. Transmission of Information by Extraterrestrial Civilizations. Soviet Astronomy 8(217).
  81. ——  1997. Cosmology and Civilizations. Astrophysics and Space Science 252, Mar 1997.
  82. Kirschner, Marc W. and Gerhart, John C. 2005. The Plausibility of Life: Resolving Darwin’s Dilemma, Yale U. Press
  83. Koh, Heebyung and Magee, Chris L. 2006. A functional approach for studying technological progress: Application to information technology. Technological Forecasting & Social Change73:1061-1083.
  84. ——  2008. A functional approach to technological progress: extension to energy technology. Technological Forecasting & Social Change75:735-758.
  85. Korotayev, Andrey, et. al. 2006. Introduction to Social Macrodynamics: Secular Cycles and Millennial Trends, URSS.
  86. ——  2006. Introduction to Social Macrodynamics: Compact Macromodels of World System Growth, URSS.
  87. Krauss, Lawrence M. and Starkman, Glenn. 2004. Universal Limits on Computation. arXiv:astro-ph/0404510v2
  88. Kurzweil, Ray. 1999. The Age of Spiritual Machines: When Computers Exceed Human Intelligence, Penguin.
  89. ——  2005. The Singularity is Near: When Humans Transcend Biology, Penguin.
  90. Lehners, Jean-Luc et. al. 2009. The Return of the Phoenix Universe.
  91. Leskovec, Jure et al. 2005. Graphs over Time: Densification Laws, Shrinking Diameters, and Possible Explanations. KDD05, Aug 21-24, 2005, Chicago, IL.
  92. Levy, Pierrre. 1998. Becoming Virtual: Reality in the Digital Age, Basic Books.
  93. Lineweaver, Charles H. et. al. 2004. The Galactic Habitable Zone and the Age Distribution of Complex Life in the Milky Way. Science 303(5654):27.
  94. Lovelock, James E. and Margulis, Lynn. 1974. Atmospheric homeostasis by and for the biosphere – The Gaia hypothesis. Tellus26(1):2-10.
  95. Lloyd, Seth. 2000a. Ultimate physical limits to computation. Nature406:1047-1054.
  96. ——  2000b. How Fast, How Small and How Powerful? Moore’s Law and the Ultimate Laptop, Edge.org.
  97. ——  2001 [2002]. Computational capacity of the universe. Physical Review Letters88: 237901 (2002). Also at: arXiv:quant-ph/0110141v1 (2001).
  98. Loeb, Avi and Zaldarriaga, Matias. 2007. Eavesdropping on Radio Broadcasts from Galactic Civilizations with Upcoming Observatories for Redshifted 21cm Radiation. Journal of Cosmology and Astroparticle Physics 1:20-27.
  99. Maccone, Claudio. 1992/1994. Space Missions Outside the Solar System to Exploit the Gravitational Lens of the Sun. In: Proceedingsof the International Conference on Space Missions and Astrodynamics, C. Maccone (Ed.), Turin, Italy, June 18, 1992, and Journal of the British InterplanetarySociety 47, 45-52.
  100. ——  1998. The Sun as a Gravitational Lens: Proposed Space Missions. IPI Press.
  101. ——  2010. Personal Communication. Discussion at the Second IAA Symposium onSearching for Life Signatures6-8 Oct 2010, Kavli Royal Society International Centre, Buckinghamshire, United Kingdom.
  102. Maddison, Angus. 2007. Contours of the World Economy: 1-2030 A.D.: Essays in Macro-Economic History, Oxford U. Press.
  103. Magee, Chris L. 2009. Towards Quantification of the Role of Materials Innovation in Overall Technological Development. Working Paper ESD-WP-2009-09, Massachusetts Institute of Technology.
  104. McNerney, James et. al. 2009. The Role of Design Complexity in Technology Improvement. PNAS102(46):16569-16572.
  105. Meyer, François. 1947. L’acceleration evolutive. Essai sur le rythme evolutif et son interpretation quantique, Librairie des Sciences et des Arts, Paris, 67p.
  106. ——  1954. Problématique de l’évolution, Presses Universitaires de France, 279p.
  107. Modis, Ted. 2002. Predictions: Ten Years Later, Growth Dynamics.
  108. Nagamine, Kentaro and Loeb, Abraham.  2003. Future Evolution of Nearby Large-Scale Structures in a Universe Dominated by a Cosmological Constant. New Astronomy8:439-448.
  109. Nagy, Bela et. al. 2010. Superexponential Long-term Trends in Information Technology. SFI Working Paper.
  110. Narayan, Ramesh, and Quataert, Eliot. 2005. Black Hole Accretion. Science307(5706):77-80.
  111. National Science Foundation Report. 2006. Simulation-Based Engineering Science, National Science Foundation.
  112. Negroponte, Nicholas. 1996. Being Digital, Vintage.
  113. Nemet, Gregory C. 2006. Beyond the Learning Curve: Factors Influencing Cost Reduction in Photovoltaics. Energy Policy34:3218–3232.
  114. Niele, Frank. 2005. Energy: Engine of Evolution. Elsevier Science.
  115. Nordhaus, William D. 2007. Two Centuries of Productivity Growth in Computing. The Journal of Economic History 67:128-59.
  116. Nottale, Laurent et al. 2000a. On the fractal structure of evolutionary trees. In: Fractals in Biology and Medicine, Vol. III, Proceedings of Third International Symposium, Ascona, Switzerland, March 8-11, 2000, Ed. G. Losa, D. Merlini, T. Nonnenmacher and E. Weibel, Birkhäuser Verlag, pp. 247-258.
  117. ——  2000b. Les Arbres de l’Evolution(The Trees of Evolution), Hachette.
  118. OECD. 2009. Toward Green ICT Strategies, OECD Working Party on the Information Economy.
  119. Olshansky, S. Jay and Carnes, Bruce A. 1997. Ever Since Gompertz. Demography34(1):1-15.
  120. Orgel, Leslie. 1974. The Origins of Life: Molecules and Natural Selection, John Wiley & Sons.
  121. Pinker, Steven. 2011. The Better Angels of Our Nature: Why Violence Has Declined, Viking.
  122. Polastron, Lucien. 2009. The Great Digitization and the Quest to Know Everything, Inner Traditions.
  123. Putnam, Robert D. 2001. Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community. Touchstone.
  124. Richards, Mark A. and Shaw, Gary A. 2004. Chips, Architectures and Algorithms: Reflections on the Exponential Growth of Digital Signal Processing Capability. Submitted to IEEE Signal Processing Magazine , Dec 2004.
  125. Ridley, Matt. 1998. Origins of Virtue: Human Instincts and the Evolution of Cooperation, Penguin.
  126. Sagan, Carl. 1977. The Dragons of Eden: Speculations on the Evolution of Human Intelligence, Random House.
  127. Sahal, Devendra . 1979. A Theory of Progress Functions. IIE Transactions11(1) 23-29.
  128. Sandberg, Anders. 2010. An overview of models of technological singularity. Presented at: AGI2010 Conference, 8 Mar 2010, Lugano, Switzerland.
  129. ——  1999. The Physics of Information Processing Superobjects: Daily Life Among the Jupiter Brains. Journal of Evolution and Technology, Dec 1999.
  130. Sharp, James A. 1985. Debate: the history of violence in England, some observations. Past and Present108(Aug):206-15.
  131. Shostak, Seth. 2010. What ET will look like and why should we care. Acta Astronautica67(9-10)1025-1029.
  132. Smart, John M. 2000. Intro to the Developmental Singularity Hypothesis, AccelerationWatch.com.
  133. ——  2002a. Answering the Fermi Paradox: Exploring the Mechanisms of Universal Transcension. Journal of Evolution and Technology,June 2002.
  134. ——  2002b. Understanding STEM, STEM+IC, and STEM Compression in Universal Change. AccelerationWatch.com.
  135. ——  2008. Evo Devo Universe? A Framework for Speculations on Cosmic Culture. In: Cosmos and Culture: Cultural Evolution in a Cosmic Context, Steven J. Dick, Mark L. Lupisella (eds.), NASA Press, pp. 201-295.
  136. ——  2010. The Transcension Hypothesis,Presentation at the Second IAA Symposium onSearching for Life Signatures6-8 Oct 2010, Kavli Royal Society International Centre, Buckinghamshire, United Kingdom.
  137. Smolin, Lee. 1992. Did the Universe Evolve? Classical and Quantum Gravity9:173-191.
  138. ——  1994. The fate of black hole singularities and the parameters of the standard models of particle physics and cosmology.
  139. ——  1997. The Life of the Cosmos, Oxford U. Press. See Appendix, p. 398 (Phoenix Ed.) for Smolin’s black hole fecundity fine-tuning observations.
  140. ——  2006. The status of cosmological natural selection. arXiv:hep-th/0612185v1.
  141. Stapledon, Olaf. 1937. Star Maker, Methuen.
  142. Stone, Lawrence. 1983. Interpersonal Violence in English Society, 1300-1980. Past and Present101(Nov):22-33.
  143. ——  1985. Debate: the history of violence in England, a rejoinder. Past and Present108(Aug):216-24.
  144. Strominger, Andrew. 1984. Vacuum topology and incoherence in quantum gravity. Physical Review Letters52(1733).
  145. Susskind, Leonard. 2008. The Black Hole War: My Battle with Stephen Hawking to Make the World Safe for Quantum Mechanics, Little, Brown and Co.
  146. Swenson Rod and Turvey, M.T. 1991. Thermodynamic Reasons for Perception-Action Cycles. Ecological Psychology3(4)317-348.
  147. Teilhard de Chardin, Pierre. 1955.The Phenomenon of Man, Harper & Row.
  148. Taylor, Edwin F. and Wheeler, John A. 2000. Exploring Black Holes: Introduction to General Relativity, Addison Wesley Longman.
  149. Tipler, Frank. 1997. The Physics of Immortality, Anchor.
  150. Tolstoy, Leo. 1877. Anna Karenina, The Russian Messenger.
  151. Thorne, Kip. 1994. Black Holes and Time Warps: Einstein’s Outrageous Legacy, W.W. Norton and Co. See page 100 for one treatment of gravitational time dilation.
  152. Vidal, Clément. 2008. The Future of Scientific Simulations: from Artificial Life to Artificial Cosmogenesis. In Death And Anti-Death, ed. Charles Tandy, 6: Thirty Years After Kurt Gödel (1906-1978).:285-318. Ria University Press.
  153. ——  2010a. Computational and Biological Analogies for Understanding Fine-Tuned Parameters in Physics. Foundations of Science 15, no. 4: 375-393.
  154. ——  2010b [2011]. Black Holes: Attractors for Intelligence? Presentation at the Second IAA Symposium on Searching for Life Signatures,6-8 Oct 2010, Kavli Royal Society International Centre, Buckinghamshire, United Kingdom. Submitted for publication.
  155. Vinge, Vernor. 1986. Marooned in Realtime, St. Martin’s Press.
  156. ——  1993. The Coming Technological Singularity. Presented at the VISION-21 Symposium, NASA Lewis Research Center, 30 Mar, 1993. {Çevirisi}
  157. Wright, Robert. 1997. The Moral Animal: Evolutionary Psychology and Everyday Life, Pantheon.
  158. ——  2000. Non-Zero: The Logic of Human Destiny, Pantheon.
  159. Wolfram, Stephen. 2016. Black Hole Tech? Stephen Wolfram Blog, 22 Feb 2016. See “Time Travel to the Future” section.
  160. Yeh, Sonia and Rubin, Edward S. 2007. A centurial history of technological change and learning curves for pulverized coal-fired utility boilers.Energy32:1996–2005.
  161. Zotin, A. 1984. Bioenergetic Trends of Evolutionary Progress of Organisms. In: Lamprecht, I. and Zotin, I. (eds), Thermodynamics and Regulation of Biological Processes, Walter de Gruyter, p. 453.
  162.  

    -oOo-

     

    Bu yazı Bilimvesaire.com’da Profesör John M. Smart’ın nazik izniyle yayımlanmıştır. John M. Smart’ın kişisel sayfasına buradan, Acceleration Studies Vakfı’ndaki sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.