felsefe

Aşı Karşıtları, Komplo Teorileri ve Epistemik Sorumluluk (Crash Course Philosophy #14) | Video

 

Crash Course’un felsefe serisinin on dördüncü videosunda, Hank, William Kingdon Clifford’as ait “epistemik sorumluluk” kavramını tartışıyor.

 

İyi seyirler…

 

-oo-

 

Nesillerdir, neredeyse İngiltere’deki herkes aşı oldu. Ve eminim ki yorumlarda bunun hakkında tartışma olmayacaktır. Ve sonuç olarak, kızamık gibi hastalıklar ortadan kalkmıştı. Ancak 1998’de, bilimsel bir dergide aşı ve otizmi bağdaştıran bir çalışma yayınlandı. Çalışma sonradan gözden düşmüş olsa da, o zamandan beri, az ancak kayda değer bir miktarda ebeveyn çocuklarına aşı yaptırmayı reddetti.

Şimdilerde, boğmaca, kabakulak gibi neredeyse yok olmuş diğer hastalıklar gibi kızamık da geri döndü. Çocukların hayatları tehlikeye giriyor çünkü bazı ebeveynler onları destekleyecek bilimsel kanıtlarının olmadığı inançlara göre hareket ediyorlar.

Peki, neden Crash Course Felsede’de bunun hakkında konuşuyorum?

Normalde, sorumluluk hakkında konuştuğumuzda, yaptığınız şeyler hakkında konuşuyoruzdur. Ama felsefede, bazen başka yükümlülüklerle yüzleşiriz. Bazı felsefecilerin hepimizin epistemik sorumluluğa sahip olduğunu savunmuştur – yani, inançlarımıza ilişkin sahip olduğumuz sorumluluk.

Epistemik sorumluluk felsefenin özellikle ilgi çekici bir alanıdır çünkü çoğu alt disiplinin kesiştiği noktadır – epistemolojinin din felsefesini yinelerken etiğe girdiği alandır. Ve filozoflar muhtemelen epistemik sorumluluğa çok daha fazla başvurabileceğimiz bir dünyada yaşadığımızı savunabilir – ya da en azından, ne olduğunu anlayan daha fazla kişinin olduğunu.

Aşı karşıtları, iklim değişikliği inkarcıları, komplo teorisyenleri. Dünya kanıtsız inançlara sahip olan insanlarla dolu. Ve sadece bu da değil, çoğumuz gibi onlar da diğerlerini inançlarını paylaşması için teşvik ediyor. Ancak geçen 200 yılın üstünden, filozoflar bu fenomene oldukça zorlayıcı cevaplar geliştirmişlerdir. Bazı düşünürler sahip olduğumuz inançlar hakkında düşünmenin yararlı yollarını, sebep olabilecekleri zararı, ve onlara sahip olmakla birlikte gelen sorumlulukları ortaya atmıştır. Öte yandan, diğerleri bazen kanıt olmadan inanca sahip olabileceğimizi savunmuştur. Aşılar, küresel ısınma ya da aya iniş hakkında değil – ancak Tanrı hakkında.

W. K. Clifford 1800’lerin ortasında İngiltere’de yaşadı, tek aşının çiçek hastalığı için var olduğu yerde, ve hatta zamanında küçümseme ve alay payını paylaşmıştı. Ancak Clifford, hem bir matematikçi hem de bir filozof olan biri olarak, muhtemelen bugünün aşı karşıtları hakkında oldukça güçlü fikirlere sahip olurdu. Çünkü Clifford zamanında epistemik sorumluluğun önemli yanlılarından biriydi. En çok bilinir ve açık bir şekilde, bu yoldan gitmişti:

“Yetersiz kanıta dayanarak herhangi birşeye inanmak, her zaman, her yerde, ve herkes için, her zaman yanlıştır.”

Ve aşıları örnek olarak kullanmak yerine, Clifford bir gemi sahibinin hikayesini anlattı. Dedi ki, köhne, eskimiş ve uzun süredir kontrol edilmediğini bildiği bir gemiye sahip olan bir adam varsayalım. Bu geminin trasatlantik bir yolculuk yapması planlanmıştır, ve sahibi yapamayacağına dair endişelenmiştir. Ancak, gemiyi elden çıkartmak maliyetlidir ve zaman ister. Zamanla, mal sahibi kendisini geminin suya açılmaya uygun olduğuna inandırmak için konuşmuştur. Gemi yelkenleri açmıştır. Ve ardından batmıştır. Ve yüzlerce insan boğulmuştur. Ama, sahip? Bu kayıptan dolayı sigorta parası almıştır, ve kimse onu bu trajedi yüzünden suçlamamıştır.

Şimdi, çoğu insan geminin yolcularının ölümünden gemi sahibinin sorumlu olduğuna katılacaktır. Ama Clifford daha da ileri gitti. Gemi güvenli bir şekilde seyahati tamamlamış olsa bile mal sahibinin suçlu olacağını savunmuştur. Çünkü, yeterli kanıt olmaksızın bir inancı kabul etmekten ötürü suçludur, ve bu gerçekten zarara götürsün ya da götürmesin, yine de yanlış yapmıştır, epistemik olarak ve ahlaki olarak.

Şimdi, “Başka insanları incitmediği sürece istediğime inanma hakkım yok mu?”, diye sorabilirsiniz. Evet, güzel soru. Clifford özel inanç diye bir şeyin olmadığını savundu. Çünkü, hepimiz inançlarımız hakkında konuşuruz – bazılarımız çok fazla yapar – ve bu inançlarımızın yayılmasına neden olur. Ama inancınızı hiç dile getirmemiş olsanız bile, ötekilerin sizi algılama şekline ve hareketlerinize etkisi vardır. Yani bu şekilde, bir inanç kurnazca, sinsice, bir kelime bile konuşmadan yayılabilir.

Kanıt eksikliği olan diğer inanç türleri hakkında bir düşünün, mesela cinsiyetçi inançlar. Amerikan üniversitesindeki bir günümüz cinsiyetçisini hayal edin. Bu insanların çoğu cinsiyetçi görüşlerini ifade etmenin başkaları tarafından benimsenmeyeceğini bilirler. Ama bir cinsiyetçinin inançları, hiç bir zaman açık bir şekilde belirtmemiş olsalar da, kadınlarla etkileşim şekilleri ve onlar hakkında konuşurken kendini gösterme eğilimindedir. Yani, fark etmeksizin: Onları tanırsınız, görüşlerini bilirsiniz ve kurnazca diğerlerine görüşlerini aşıladıklarını bilirsiniz, özellikle de otorite veya saygınlık konumundaki insanlar iseler.

Görüşlerimizin hep başkalarına zarar verme potansiyeli olduğundan, W. K. Clifford, sadece kanıtımızın olduğu şeylere inanmak için epistemik sorumluluğumuzun olduğunu savundu. Ve eğer kanıtınız yok ise, ahlaki olarak inançtan kaçınmakla yükümlüsünüzdür. Basitçe, durumu gözden geçirene kadar yargıdan uzak durmalısınız.

Bunu biraz daha fazla Flaş Felsefe ile keşfetmek için hadi Düşünce Balonu’na gidelim.

Salı günü, ve öğretmenininiz size, bu hafta bir sürpriz sınavın olacağını söylüyor. Ve şundan ne kast ettiğini dahi tanımlayacak kadar iyi birisi: Bir sürpriz sınav, diyor, ne zaman olacağını önceden bilemeyeceğiniz bir sınavdır. Ne var ki, akıl yürütüyorsunuz ve böyle bir sınavın imkânsız olduğuna karar veriyor ve bu yüzden de hiç çalışmıyorsunuz.

İşte akıl yürütmeniz: Sınav Cuma günü olamaz, çünkü eğer Çarşamba ve Perşembe sınav olmadan geçerse, o zaman Cuma gününde olacağını bilirdiniz, olası son gün olduğundan dolayı. O halde Cuma günü dışarıda.

Ama bu Perşembe günü de olamayacağı anlamına gelir, çünkü Çarşamba dersinin sonunda, sınavın bir sonraki gün olacağını bilirdiniz. Ancak Perşembe ya da Cuma’da da olamayacağından dolayı, aynı zamanda Çarşamba gününde de olamaz, çünkü geriye kalan tek gün o – yani ileride olacağını bilebilirdiniz.

Şimdi, herhangi bir miktarda rasyonalizasyon sizi çalışmak zorunda olmadığınızın çok güzel geldiğine ikna edebilir. Ancak bu durumda, muhtemelen pişmanlık duyacaksınız. Çünkü, sonuçta, eğer öğretmeniniz sınav olacağını söylüyorsa, tek ihtimal, sınav olacağıdır. Olmayacağına dair zekice bir zihin oyunu üretmiş olduğunuz gerçeği, sınavın olmamasını sağlamayacak.

Yani, aşılar ve gemi uygunluğu hakkındaki inançlar diğerlerini soktuğu tehlikeden dolayı sorumsuzca olabilir, ancak bu durum sorumsuz inançların size de zarar verebileceğini gösterir. Teşekkürler, Düşünce Balonu!

Clifford epistemik sorumluluk için oldukça ikna edici bir savunma yaptı. Ve yakındığı şeyin sadece gemi sahipleri ya da çalışmayan çocuklar hakkında olmadığını belirtmekte fayda var. Argümanlarının göstermeye çalıştığı bir şey ise dini inancın epistemik olarak sorumsuzca olduğuydu. Kanıtlanamayacak olan Tanrı inancı basitçe “kör imandır”, dedi. Ve kör iman bir kişiyi diğer gerçekleri ve argümanları reddetmeye yönlendirir, onların incelenmemiş, düşüncesiz bir hayat yaşamasına sebep olur, Clifford’un “insanlığa karşı büyük bir günah” olarak tanımladığı yaşama.

Beklenildiği üzere, bu fikir bazı karşıt argümanlarla karşılaştı. Muhataplarının birinden dinleyelim: 19. yüzyıl Amerikan filozofu ve psikologu William James, Clifford’un savı ile ilgili problemi, yetersiz kanıt ile bir şeye inanmanın ahlaksız olduğu fikrini tezini ele aldı.

James kendisine en önemli olan inançlardan birisi ile tanınır, Tanrı’nın varlığına olan inancı – kanıt olmaksızın. Böylece onlara destek olmak için gösterebileceğiniz bir nokta olmasa bile belirli inançlara ahlaki bir şekilde sahip olabileceğimizi göstermeye çalıştı. Şimdi, James istediğiniz herhangi bir şeye inanmakta sorun olmadığını söylemenin saçma olacağının farkındadır.

Böylece iddiasını şunu savunmak için daraltmıştır, bir inancı kabul ettiğinizde, seçenekleriniz vardır. Ve basitçe bu seçeneklerin doğası inandığınız inançların ahlaki olarak savunulabilirliğini belirlemede kullanılabilir. Özellikle, bir inancı seçerken karşılaştığınız seçenekler canlı ve ölü; zoraki veya zoraki değil; ve mühim ya da önemsiz olabilir.

Kendini gerçekten sahip olabileceğin bir inancı gözden geçirirken canlı seçenek ile karşılaşırsın. Örneğin, belki de hiç soslu balkabağı lattesi tatmamışsınızdır. Ancak balkabağını, latteleri ve sosu seviyorsunuzdur, böylece soslu balkabağı lattesinin hoşunuza gideceği varsayımında bulunuyorsunuz. Bu sizin için canlı bir seçenktir – çünkü kendinizi soslu balkabağı lattesini beğeneceğinize inanırken düşünebilirsiniz. Öte yandan, muhtemelen soslu köpek maması lattesinden zevk alabileceğiniz ihtimalini aklınızdan dahi geçiremezsiniz. İstediğiniz kadar deneyin, bu seçeneğin gerçekten bir inanç olduğunu öylece kabul ettiğinizi düşünemezsiniz. Yani, bu sizin için ölü bir seçenektir.

Şimdi, zoraki bir seçenekte ne yaparsanız yapın, seçim yapmışsınızdır. Seçmemezlik edemezsiniz. “İçeride dur ya da dışarı çık”, bir zoraki seçeneğin güzel bir örneğidir. İkisinden birini yapmanız gerekir; bekleyip daha sonra karar veremezsiniz. Çünkü, karar vermeyi bekledikçe, içeride kalmışsınızdır ve böylece, seçiminizi yapmışsınızdır. Ancak zoraki olmayan seçeneklerde öylece seçim yapmadan çekilebilirsiniz. Eğer, fıstık ezmesi ya da jambon ve peynir seçmenize izin verirsem, her zaman ikisini de seçmeme kararını verebilirsiniz. Yani seçiminiz zoraki olmayan bir seçimdir. Önemli bir seçimde, eğer seçerseniz, hayatınızı daha iyi yapması için önemli bir olasılık vardır. Uluslararası Uzay İstasyonuna gitme fırsatını kabul etmek, örneğin, önemli olabilir. Ancak burgeriniz ile birlikte patates kızartması yeme seçeneğiniz önemsiz olabilir – onları ye, ya da yeme, iki durumda da – hayatında büyük bir değişikliğe sebep olmayacak.

Şimdi, James der ki, eğer bir şeye yetersiz kanıt olmadan inanmayı gözden geçiriyorsanız, yine de ona inanmanız için izin verilebilir – canlı, zoraki ve önemli bir seçenek olduğu müddetçe. Ve dini inanç tüm bu kriterlerde geçerlidir. Önce, James, Tanrıya inanmanın kişinin kendisi için ve tüm diğer insanlar için canlı bir seçenek olduğunu söyler. Aynı zamanda dini inancın zoraki bir seçim olduğunu savundu. Çünkü agnostisizm denilen fikri gerçekten bir şey olarak ele almadı. Yargıda beklemenin inanmamak ile aynı şey olduğunu düşündü – yani ya Tanrıya inanırsın, ya da inanmazsın. Son olarak, James dini inancın önemli olduğunu söyledi – hayatınızı bayağı geliştirme ihtimali vardır. Böylece, kanıtın yokluğunda iman yoluyla tanrıya inancın gerekçelendirilmiş olduğu sonucuna vardı.

Problem şu ki, eğer Tanrıya kanıt eksikliğinde inanmakta haklı isek, aynı zamanda çocuklarımızın aşı olmamasının iyi olduğuna inanmakta da haklıyızdır. Çünkü o da, canlı, zoraki ve önemli olarak nitelendirilebilecek bir özelliktir. Yani ne yazık ki, felsefe dünyadaki tüm temelsiz inançların öylece gitmesini sağlayamaz. Ancak bu fikirler hakkında zekice tartışabilmemizde yardımcı olur.

Bugün epistemik sorumluluğu öğrendik. Clifford yeterli delil olmadan inanmanın her zaman yanlış olduğunu söyler, ancak James ise bazı istisnaların olduğunu söyler – dini inanç isimli olan. Bir sonraki sefere Tanrıya inancımızda kumar oynayıp oynayamayacağımızı gözden geçireceğiz – takipte kalın.

 

-oOo-