edebiyat

Bir Zamanda Yolculuk Öyküsü: ‘Kendi Çizme Kayışlarından’ (Robert A. Heinlein)

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

XIII

Rahatlayarak Geçit Salonunun boş olduğunu gördü. Durumdan gayet memnun olarak, İyi bir mola diye düşündü. Bütün istediğin bir beş dakika. Biri tarafından bölünmeyen beş dakika. Hızlıca ayrılabilmek için bavulları Geçidin yanına bıraktı ve bu sırada, bavullardan birinin kenarında büyükçe bir parçanın eksik olduğunu gördü. Aralıktan, kâğıt giyotiniyle kesilmiş gibi düzgünce kesilmiş bir kitabın yarısı görünüyordu. Bunun “Kavgam” olduğunu fark etti.

Kitabı kaybetmekten rahatsız olmadı ancak bu olayın ima ettiği şeyler, midesinin hafifçe kalmasına neden oldu. Ya Geçide ilk düştüğünde düzgün bir yay çizmemiş ve kenarına çarpmış olsaydı; yarısı içeride, yarışı dışarıda? Adam İkiye Bölündü—Sihirbazlık Numarası Değil!

Yüzünü sildi ve kontrol kabinine gitti. Diktor’un basit talimatlarını izleyerek, dört kontrol küresinin hepsini dörtyüzlünün merkezinde birleştirdi. Kabinin kenarından bir göz attı ve Geçidin tamamen kaybolmuş olduğunu gördü. “1 numara tamam,” diye düşündü. “Her şey sıfırda—kapı yok.” Beyaz küreyi hafifçe hareket ettirdi. Geçit tekrar belirdi. Ekranı açarak, minyatür görüntünün, Salonun içinde, Geçidin kendisini gösterdiğini gördü. Buraya kadar gayet iyi—ancak Salona bakarak Geçidin hangi zamana ayarlı olduğunu anlayamayacaktı. Mekân kontrolünü hafifçe kaydırdı; görüntü titreşerek sarayın duvarlarının içinden geçti ve açık havada asılı kaldı. Beyaz zaman kontrolünü yeniden sıfıra getirdi ve ardından çok çok yavaş bir şekilde hareket ettirdi. Minyatür görüntüde, Güneş gökyüzü boyunca parlak bir çizgi haline geldi; günler, düşük frekanslı bir ışık kaynağından yayılan ışık gibi titreşerek geçiyordu. Biraz daha hareket ettirdi; arazinin sararıp kahverengine dönmesini, sonra karla kaplanmasını ve son olarak tekrar yeşermesini izledi.

Dikkatlice, sağ elini sol eliyle destekleyerek, mevsimlerin ardı arkasına geçmesini sağladı. On adet kış saymıştı ki, uzakta bir yerlerden bazı sesler geldiğini fark etti. Durdu ve dinledi; sonra aceleyle, zaman kontrolünü olduğu yerde—on yıl geçmişte—bırakarak, mekân kontrollerini sıfıra getirdi ve hızlıca kabinden dışarı çıktı.

Bavullarını kavrayarak kaldırıp, Geçitten kendisiyle birlikte atmak için ancak zaman bulabildi. Bu defa, çemberin kenarına değmemek için son derece dikkatli davranmıştı.

Planladığı gibi, kendisini Geçit Salonunda buldu, ancak, eğer kontrolleri doğru yorumladıysa, yakın zamanda katılmış olduğu olaylardan on yıl uzakta olmalıydı. Diktor’la arasına bundan daha aralık yerleştirmeyi amaçlamıştı, ancak buna zaman bulamadı. Yine de, düşündü ki, Diktor kendi söylediği gibi ve Wilson’un ondan yürüttüğü not defterinin de kanıtladığı şekilde, yirminci yüzyıldan geldiğine göre, on yılın yeterli olma ihtimali gayet yüksekti. Bu çağda, henüz Diktor burada olmayabilirdi. Eğer buradaysa, çözüm olarak her zaman Zaman Geçidi kullanılabilirdi. Ancak bir sıçrama daha yapmadan etrafı kolaçan etmekte fayda vardı.

Aklına aniden Diktoru’un Zaman Geçidinin ekranından kendisine bakıyor olabileceği geldi. Hızlı hareket etmenin kendisine bir fayda sağlamayacağını düşünmeden—sonuçta ekran herhangi bir zaman aralığını görmek için kullanılabilirdi—aceleyle bavullarını kontrol kabininin içine sürükledi. İçeri girdiğinde, kabinin duvarlarının sağladığı koruma biraz rahatlamasına sağladı. Gözetleme işi karşılıklı yapılabilirdi. Kontrollerin sıfır konumunda olduğunu gördü; daha önce kullandığı yöntemi tekrar ederek, ekrandaki görüntüyü ileri doğru on yıl hareket ettirdi, sonra da dikkatli bir şekilde mekân kontrolleri sıfırdayken etrafa bakmaya başladı. Bu zor bir işti; bakması gereken birkaç aylık süreyi birkaç dakika içinde taramak, ekranda görünebilecek herhangi birinin, gözünün yakalayabileceğinden çok daha hızlı geçmesine neden olabilirdi. Birkaç kere insanlara ait olabileceğini düşündüğü hızla geçen gölgeler yakaladığını sandı fakat kontrolleri hareket ettirmeyi bıraktığında bunları tekrar bulamadı.

Öfkeyle, bu lanet olası aleti her kim yaptıysa neden bir gösterge ve ince ayar yapılabilmesini sağlayacak hassas kontroller—örneğin kumpas üzerindeki sürgüler gibi—yerleştirmeyi becerememiş olduğunu merak etti. Uzun bir süre geçmeden, Zaman Geçidinin yaratıcılarının duyularında bu tür kaba yardımlara ihtiyaç duymuyor olabileceklerini düşündü. Neredeyse vaz geçecekti ki, tamamen şans eseri, umutsuz bir taramayı, görüş alanında birinin olduğu bir anda durdurdu.

Bu iki bavul taşımakta olan kendisiydi. Kendisini doğrudan görüş alanı içinde görüntüye doğru yürürken gördü; görüntüsü büyüdü ve kayboldu. Kabin duvarının üzerinden baktı, neredeyse kendisinin Geçitten çıkmasını bekliyordu.

Fakat Geçitten hiçbir şey çıkmadı. Bu durum, çıkış noktasını kontrol eden diğer ucun on yıl sonrasında olduğunu fark edene kadar bir süre kafasını karıştırdı. Ama istediğini elde etmişti; oturup izlemeye başladı. Tam o anda, Diktor ile kendisinin başka bir versiyonunun görüntüye girdiğini gördü. Ekranda belirdiğinde bu anı hatırlamıştı. Bu, Diktor ile tartışıp, 20. Yüzyıla kaçmak üzere olan 3 numaralı Bob Wilson’du.

Bu iş bu kadardı—Diktor kendisini görmemişti; geçidi izinsiz kullandığını, on yıl “geçmişte” saklandığını bilmiyordu. Kontrolleri sıfır noktasına getirdi ve bu meseleyi aklından çıkardı.

Fakat ilgilenmesi gereken başka sorunlar vardı—özellikle yiyecek. Geriye bakıp düşündüğünde, yanına kendisine bir iki gün yetecek miktarda yiyecek almış olması gerektiği aşikâr göründü. Ve belki bir de 45’lik. Pek ileri görüşlü olamadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Ancak kendisini derhal affetti—insanın geleceği kendisini arkasından yakalayıp dururken, ileri görüşlü olabilmek zordu. “Pekala, Bob, yaşlı çocuk,” dedi kendi kendine yüksek sesle, “bakalım buranın yerlileri söylendiği kadar dost canlısı mı?”

Sarayın bildiği kısımlarında yaptığı ufak ve temkinli bir keşifte ne herhangi bir insanla, ne herhangi çeşit bir canlıyla, hatta herhangi bir böcekle bile karşılaşmadı. Bu yer ölüydü; tamamen çoraktı, bir vitrin kadar durgun ve cansızdı. Sırf bir ses duymuş olmak için bir kere bağırdı. Yankılar, tüylerini diken diken etti; bunu bir daha tekrarlamadı.

Sarayın mimarisi aklını karıştırmıştı. Yalnızca kendisi buraya yabancı olduğu için değil—bu beklenir bir şeydi—ama aynı zamanda, bazı küçük istisnalar hariç, burası kesinlikle insanların kullanabileceği şekilde düşünülmemiş olduğu için. Büyük salonlara, aynı anda on bin kişi sığabilirdi—eğer zeminleri olsaydı. Zira, birçok yerde, alışık olduğumuz anlamda herhangi bir zemin, taban veya makul yükseklikte bir platform bulunmuyordu. Bir koridor boyunca ilerlerken, aniden yapıdaki büyük, gizemli açıklıklardan birine geldi ve yolun bittiğini fark edemeyip neredeyse aşağı yuvarlanıyordu. İhtiyatla ileri doğru sürünerek kenardan aşağıya baktı. Koridorun ucunun, buradaki yüksek duvarlardan birinde olduğu ortaya çıktı; altında duvar o kadar geride kalıyordu ki, gözle takip edilebilecek yatay bir yüzey yoktu. Çok aşağıda, duvar eğrilerek, karşı taraftakiyle birleşiyordu—ancak düzgün bir şekilde değil, yatay bir düzlemde, keskin bir açıda.

Duvarlar boyunca başka açıklıklar da mevcuttu; emekleyerek baktığı açıklık gibi ancak insanlar tarafından ulaşılamayacak şekilde. “Yüksek Varlıklar,” diye fısıldadı kendi kendine. Tüm kibri kaybolmuştu. Adımlarını yerdeki ince toz tabakası sayesinde geriye doğru izledi ve bildiği bir yer olan Geçit Salonu ona neredeyse arkadaş canlısı göründü.

İkinci denemesinde, yalnızca insanların kullanabilmesi için tasarlanmış gibi görünen geçitleri ve bölümleri dolaştı. Şimdiden, Sarayın bu kısımlarının ne olması gerektiğine karar vermişti—hizmetçilere ait bölümler, ya da belki daha doğrusu kölelere ait. Bu bölümlerde kalarak cesaretini yeniden topladı. Tamamen terk edilmiş olmasına rağmen, devasa yapının geri kalanının aksine, insanlar için inşa edilmiş gibi görünen odalar ve koridorlar, gözüne dost canlısı ve neşeli görünüyordu. Herhangi görünen bir kaynağı olmayan daimî aydınlık ve asla bozulmayan sessizlik yine de rahatsız ediciydi, ama kocaman ve tuhaf şekilleri olan “Yüksek Varlıklar”a ait odalar kadar değil.

Tam Sarayın çıkışını bulma konusunda umutsuzluğa düşmek üzere ve kendi ayak izlerini geriye doğru takip etmeyi düşünürken, içinde bulunduğu koridorun ani bir kıvrımıyla, kendisini parlak Güneş ışığı altında buldu.

Geniş, dik ve binanın tabanına doğru yelpaze şeklinde genişleyerek uzanan bir rampanın tepesinde duruyordu. Rampa karşısında, aşağıda ve en az beş yüz yarda uzaklıkta, yeşil çimenler, çalılıklar ve ağaçlarla buluşuyordu. Bu, Diktor’la kahvaltı ederken yukarıdan gördüğü aynı dingin, bereketli ve tanıdık manzaraydı—birkaç saat önce ve on yıl sonra.

Kısa bir süre, Güneş ışığı altında, ılık bahar gününün keyif verici güzelliğini özümseyerek sessizce dikildi. “Her şey yoluna girecek,” dedi sevinçle. “Burası muhteşem bir yer.”

 

-ooo-

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►