edebiyat

Bir Zamanda Yolculuk Öyküsü: ‘Kendi Çizme Kayışlarından’ (Robert A. Heinlein)

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

VII

Bob Wilson diğer taraftan geldiğinde, Geçit Salonunda başka kimse bulunmuyordu. Şapkasına bakındı, ancak bulamadı; sonra yükseltilmiş platformun arkasına doğru giderek hatırlıyor olduğu çıkışı aradı. Neredeyse Diktor’la çarpışıyordu.

Yaşlı adam onu, “Ah, dönmüşsün!” diyerek karşıladı. “Güzel! Güzel! Şimdi halletmemiz gereken küçük bir şey daha var, ondan sonra tüm işleri halletmiş olacağız. Sana söylemeliyim ki, yaptıklarından çok memnun kaldım Bob, gerçekten çok memnun kaldım.”

Bob, saldırgan bir tavırla “A, memnun kaldın öyle mi?” diyerek yanıtladı. “Evet, maalesef ben aynı şeyi senin için söyleyemeyeceğim! Ben az bile olsa memnun olmadım. Beni, hiç uyarma zahmetine bile girmeden öyle bir şeyin … grup seksin ortasına neden attın? Tüm bu saçmalıkların anlamı ne? Neden beni uyarmadın?”

“Sakin ol, sakin ol,” dedi yaşlı adam, “heyecanlanma. Şimdi bana doğru söyle—eğer sana, kendi kendinle yüz yüze karşılaşmak için geri gitmen gerektiğini söylesem, bana inanır mıydın? Hadisene, söyle.” Wilson inanmayacağını teslim etti.

“Peki, o zaman,” diye devam etti Diktor omuzlarını silkerek, “sana söylemiş olmanın bir anlamı olmazdı, öyle değil mi? Sana söylemiş olsaydım, bana inanmazdın demek, aslında yanlış bir bilgiye inanırdın demek. Bir şeyi bilmemek, yanlış bilmekten daha iyi değil mi?”

“Öyle sanırım, ama—”

“Bekle! Seni bilerek yanıltmış değilim. Hatta seni hiçbir şekilde yanıltmış değilim. Ama sana gerçeğin tamamını aktarmış olsaydım, gerçeği reddedeceğin için, aslında aldanmış olacaktın. Gerçeği kendi gözlerinle görmen en iyisiydi. Ak takdirde—”

Wilson, “Bir dakika! Bir dakika!” diye araya girdi. “İyice kafamı karıştırıyorsun. Eğer şimdi bana her şeyi açıklarsan, olan oldu demeye hazırım. Neden beni geri göndermen gerekiyordu ki?”

Diktor, ” ‘Olan oldu’ ” diye tekrarladı. “Ah, keşke öyle diyebilseydik! Ama diyemeyiz. Seni bu yüzden geri gönderdim—daha en başından Geçitten geçebilmiş olman için.”

“Ha? Bir dakika—ben zaten Geçitten geçtim.” Diktor başını salladı. “Öyle mi? Bir an düşün. Kendi zamanına ve kendi odana döndüğünde, orada daha önceki kendini buldun, öyle değil mi?”

“Hm—evet.”

“O—senin önceki halin—henüz Geçitten geçmemişti, öyle değil mi?”

“Hayır. Ben—”

“Eğer onu Geçitten geçmeye ikna etmeseydin, Geçitten geçmiş olabilir miydin?”

Bob Wilson’un başı dönmeye başlamıştı. Kim kime ne yaptı ve bunun için kime para verildi acaba diye düşünmeye başladı. “Ama bu imkânsız! Bana bir şeyi, o şeyi yapacak olduğum için yaptığımı mı söylemeye çalışıyorsun?”

“Evet, öyle değil mi? Kendin oradaydın.”

“Hayır değildim—hayır, şey, belki, ama öyle gibi hissetmedim.”

“Neden öyle olmasını bekliyorsun ki? Senin deneyiminde tamamen yeni bir şeydi.”

“Ama… ama—” Wilson derin bir nefes aldı ve kendini kontrol altına aldı. Sonra kafasının içerisinde, derinlerde bulunan akademik, felsefi fikirlere uzanarak, ifade etmeye çalıştığı fikre ulaştı. “Bu akla yatkın tüm nedensellik teorilerine aykırı. Sen, beni, nedenselliğin tamamen dairesel olabileceğine inandırmaya çalışıyorsun. Bu tarafa geçtim, çünkü diğer tarafa dönerek, kendimi bu tarafa geçmeye ikna ettim yani. Bu aptalca.”

“Evet, ama öyle yapmadın mı?”

Wilson’un bunun için hazır bir cevabı yoktu. Diktor devam etti, “Bunun için endişelenme. Senin alışkın olduğun nedensellik, kendi alanında gayet geçerli ama o en basit anlamıyla, daha genel bir duruma ait, özel bir durum. Varlığın nedenselliğinin, kişinin süre algısı ile sınırlı olması gerekmez ve zaten değildir.”

Wilson bir an bunu düşündü. Kulağa hoş geliyordu, ama güvenilmez bir tarafı vardı. “Bir saniye,” dedi. “Ya entropi ne olacak? Entropiden kaçınamazsın.”

“Ah, Tanrı aşkına,” diye itiraz etti Diktor, “kes sesini, olmaz mı? Bana uçakların uçamayacağını kanıtlayan matematikçileri hatırlatıyorsun.” Arkasını döndü ve kapıya doğru yöneldi. “Hadi gel. Halletmemiz gereken işler var.”

Wilson aceleyle peşinden gitti. “Kahretsin, bunu bana yapamazsın. Diğer ikisine ne oldu?”

“Neyin diğer ikisine?”

“Diğer iki bana? Neredeler? Bu düğümden nasıl çıkacağım?”

“Düğümlenmiş değilsin. Kendini birden fazla kişi gibi hissetmiyorsun değil mi?”

“Hayır, ama—”

“O zaman bunun için endişelenme.”

“Ama endişelenmem gerekiyor. Buraya benden hemen önce gelen kişiye ne oldu?”

“Hatırlıyorsun, öyle değil mi? Yine de—” Diktor hızla ilerlemeye devam etti; onu bir koridordan geçirdi ve bir kapıyı genişletti. “İçeri bir göz at,” dedi.

Wilson dediğini yaptı. Küçük, penceresiz, mobilyasız bir odaya bakıyordu; odayı anımsamıştı. Odada, yere yayılmış, düzenli bir şekilde horlayan başka bir versiyonu bulunuyordu.

Hemen yanında duran Diktor, “Geçitten ilk geçtiğin zaman,” diye açıkladı, “seni buraya getirdim; yaralarınla ilgilendim ve sana bir içki verdim. İçkide, otuz altı saat uyumana neden olacak bir uyku ilacı vardı; o sırada bu uykuya ihtiyacın vardı. Uyandığında sana kahvaltı vereceğim ve neler yapılması gerektiğini açıklayacağım.”

Wilson’un başı tekrar ağrımaya başlamıştı. “Böyle yapma,” diye rica etti. “Bu adam hakkında benmişim gibi konuşma. Bu benim; burada olan.”

“Nasıl istersen,” dedi Diktor. “Bu senin önceden olmuş olduğun kişi. Gerçekleşmek üzere olan şeyleri hatırlıyorsun, öyle değil mi?”

“Evet, ama bu başımı döndürüyor. Kapıyı kapat lütfen.”

“Tamamdır,” dedi Diktor, ve dediğini yaptı. “Her neyse, acele etmemiz gerekiyor. Böyle bir seri başladığı zaman, boşa geçirecek zaman olmaz. Gel.” Onu tekrar Geçit Salonu’na götürdü.

 

-ooo-

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►