edebiyat

Bir Zamanda Yolculuk Öyküsü: ‘Kendi Çizme Kayışlarından’ (Robert A. Heinlein)

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

XVI

Kendisine geldiğinde, Salondan dışarı doğru giden koridorun yarı yolundaydı. Uzun bir süre çığlık atmış olduğunu fark etti. Geçirdiği nöbet yüzündense hâlâ titriyordu.

Bir süre sonra kendisini Salona dönmeye zorladı; başka tarafa bakarak kontrol kabinindeki kontrolleri sıfır noktasına getirdi. Aceleyle dışarı çıktı ve Salonu terk ederek odasına gitti. İki yıldan uzun bir süre ne kontrollere elini sürdü ne de Salona adım attı.

Sağduyusunu sarsan şey fiziksel bir tehditten kaynaklanan korku, veya yaratığın dış görünüşü değildi—nasıl göründüğünü hatırlamıyordu bile. Hissettiği şey, yaratığı gördüğü an içinden şelale gibi akan anlaşılması imkânsız bir keder, bir felaket hissi, katlanılmaz bir hüzün ve kaçınılmaz bir bitkinlikti. Ruhsal dokusunun dayanabileceğinden kat kat güçlü ve asla deneyimlememiş olması gereken duygulardan bir tokat yemişti.

Bir insanın, Yüksek Varlıklar hakkında öğrenmeye dayanabileceği kadar şeyi öğrenmiş olduğunu hissetti. Bu konuyla ilgili merakı kalmamıştı. Sahip olamadığı bu duygunun gölgesi, uykusunu mahvetmişti. Uykuları, kan ter içinde bölünüyordu.

Onu rahatsız eden başka bir sorun daha vardı—zamandaki kendiliği ve izlemiş olduğu dolambaçlı yollar. Söz gelimi, hâlâ, geri dönen kendisi ile karşılaşmış olmak onu tedirgin ediyordu; kendisiyle konuşmuş olmak, dövüşmüş olmak…

Hangisi kendisiydi?

O, onların her biriydi, bunu biliyordu, çünkü her biri olduğunu hatırlıyordu. Peki ama birden fazlasının bulunduğu anlar ne olacaktı?

Tamamen ihtiyaçtan, özdeş olmama ilkesini—”Hiçbir şey, başka bir şeyle özdeş değildir, kendisiyle bile”—egoyu da kapsayacak şekilde genişletmek zorunda kaldı. Dört boyutlu bir süreklilikte, her olay mutlak birer bireyselliğe sahipti, kendilerine ait uzay koordinatları ve tarihleri bulunuyordu. Şu an olduğu Bob Wilson, on dakika önce olduğu Bob Wilson değildi. Her biri, dört boyutlu bir süreçte ayrık birer kesitti. Ekmeğin bir diliminin, bir diğerini andırması gibi, biri, diğerini pek çok yönden andırıyordu. Fakat aynı Bob Wilson değillerdi—zamandaki bir uzaklık ile birbirlerinden farklılaşıyorlardı.

Kendi gelmiş olduğu yere döndüğünde, farklılık görünür bir hale gelmişti, çünkü ayrışma artık uzayda değil, zamandaydı ve kendisi uzamsal mesafeyi görebilecek kapasitede olmasına rağmen, zamandaki bir farkı ancak hatırlayabilirdi. Geri bakıp düşündüğünde, pek çok sayıda Bob Wilson hatırlayabiliyordu, bebek, çocuk, ergen, genç. Hepsi birbirinden farklıydı—bunu biliyordu. Onları bir özdeşlik hissi ile bağlayan tek şey, hafızanın sürekliliğiydi.

Ve bu, üç—hayır, dört Bob Wilson’ı, belli kalabalık bir öğle sonrasında birbirine bağlayan şey buydu; hepsinden birden geçen bir hafıza çizgisi. Bu olayla ilgili dikkate değer olarak kalan tek şey, zaman yolculuğunun kendisiydi.

Ve birkaç küçük şey daha vardı—”özgür irade”nin doğası, entropi sorunu, kütle ve enerjinin korunumu kanunları. Şimdi anlıyordu ki, bu son ikisi, Geçit veya onun gibi bir şeyin, kütle, enerji veya entropinin, süreklilikteki bir noktadan ardışık başka bir noktaya sızmasına müsaade ettiği durumları da içerecek şekilde genişletilmeli veya genelleştirilmeliydi. Bunun haricinde geçerliydiler ve değiştirilmelerine gerek yoktu. Özgür irade ise farklıydı. Bu gülünüp geçilecek bir konu değildi, çünkü doğrudan deneyimlenebiliyordu—yine de, kendi özgür iradesi, aynı sahneyi tekrar tekrar yaratacak şekilde işlemişti. Görünüşe göre insan iradesi, süreklilikteki süreçleri meydana getiren unsurlardan biri olarak düşünülmeliydi—ego için “özgür,” dışarıda ise mekanik.

Ancak yine de Diktor’dan sakınmak için yapmış olduğu şey, görünen o ki, olayların gidişatını değiştirmişti. Kendisi uzun yıllar sonra hâlâ buradaydı ve ülkeyi yönetiyordu; Diktor ortaya çıkmamıştı. Özgür iradeden kaynaklanan “gerçek” bir eylem, yeni bir gelecek yaratmış olabilir miydi? Birçok filozof böyle olabileceğini düşünüyordu.

Görüşüne göre bu gelecekte, herhangi bir yer veya herhangi bir anda, Diktor diye biri yoktu.

Yaklaşmakta olan geleceğin ilk on yılının sonuna gelirken giderek daha tedirgin ve kendi bakış açısından giderek daha az emin olmaya başladı. Lanet, diye düşündü, eğer Diktor ortaya çıkacaksa, bunun vakti geldi de geçiyor. Onunla hesaplaşmak için, kimin patron olduğunu ortaya çıkarmak için sabırsızlanıyordu.

Yüzünde sakal olan herkesi yakalayarak doğrudan Saraya getirmeleri talimatıyla, Terkedilmişler ülkesinin her tarafına adamlar yolladı. Geçit Salonunu ise kendisi izliyordu.

Diktoru avlamak için geleceği taradı ancak kayda değer bir başarı elde edemedi. Üç defa bazı şekillerle karşılaştı; ancak her defasında bunların kendisi olduğu ortaya çıktı. Can sıkıntısı ve kısmen de meraktan, sürecin diğer tarafını da görmeye çalıştı; otuz bin yıl geçmişteki ilk evini tekrar bulmayı denedi.

Bu uzun süren bir işti. Zaman düğmesi merkezden uzaklaştıkça, kontrol edilebilirliği de azalıyordu. Görüntüyü, ulaşmak istediği dönemin yüzyıl kadar yakınlarına getirebilmek için sabırla denemeler yapması gerekmişti. Bu deneyler sırasında, bir zamanlar aramış olduğu şeyi keşfetti: Kademeli kontrol—kullanım açsından dereceli sürgülere benzer bir şey. Ana kontrol kadar kolaydı, yalnızca bilyeyi doğrudan hareket ettirmek yerine çevirmek gerekiyordu.

Kontrolleri yirminci yüzyıl üzerinde sabitledi; yılı ise otomobillerin modellerinden, mimari tarzlar ile diğer büyük göstergelerden yola çıkarak belirledi ve 1952 olduğunu düşündüğü yerde durdu. Mekân kontrollerini dikkatle hareket ettirerek, olayların başladığı yere, üniversitenin bulunduğu kasabaya ulaştı—birkaç yanlış denemeden sonra; çünkü görüntüden tabelaları okumak mümkün olmuyordu.

Yurdunun bulunduğu yeri buldu ve Geçidi odasına getirdi. Oda boştu, içinde mobilya yoktu.

Görüntüyü odadan kaydırarak, bir yıl öncesine gidebilmek için tekrar denedi. Başarmıştı—kendi odasıydı, kendi mobilyaları duruyordu ancak odada kimse yoktu. Bir şekil yakalamaya çalışarak hızlıca görüntüyü geriye doğru aldı.

İşte! Görüntünün geçişini kontrol altına aldı. Odada üç siluet bulunuyordu, ancak, bunlardan birinin kendisi olup olmadığını anlayabilmesi görüntü için fazla küçük, ortamın ışığı da fazla düşüktü. Öne eğilerek sahneyi izlemeye koyuldu.

Kabinin dışından boğuk bir darbe sesi geldiğini duydu. Doğrularak kabinin kenarından baktı.

Zeminde yere serilmiş, hareketsiz yatan biri vardı. Hemen yanında da ezilmiş, hırpalanmış bir şapka.

Belirsiz bir süre boyunca, aklında mantıksızlık rüzgarları eserken, yerdeki adam ve şapkadan oluşan iki şekle bakarak hareketsizce dikildi. Bilinci kapalı halde yatan şeklin kim olduğunu anlamak için yakından bakması gerekmiyordu. Biliyordu… Biliyordu—bu, Zaman Geçidine kendi iradesi dışında yuvarlanan kendi genç haliydi.

Onu sarsan şey bu gerçeğin kendisi değildi. Bu olayı özellikle bekliyor değildi çünkü yaşadığının, Zaman Geçidinden geçerek geldiği orijinal gelecekten faklı, alternatif bir gelecek olduğu sonucuna karşı tereddütlüydü. Yine de gerçekleşebileceğinin farkındaydı ve gerçekleşmiş olması onu şaşırtmadı.

Olay gerçekleştiği sıradaki tek izleyici, kendisiydi !

O Diktor’du. Tek Diktor, kendisiydi!

 

-ooo-

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►