edebiyat

Bir zamanda yolculuk klasiği: ‘Project Mastodon’ (Clifford D. Simak)

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►

 

Bölüm V

General Leslie sandalyesinden kalkarak odada bir aşağı bir yukarı yürüdü. Sonra aniden durdu ve yumruğunu konferans masasına indirdi.

“Bunu yapamazsınız,” diye haykırdı karşısındakilere. “Projeyi bitiremezsiniz. Buradan bir şeyler elde edeceğimizi biliyorum. Şimdi vazgeçemeyiz!”

“Fakat on yıl oldu General,” dedi Ordu Bakanı. “Eğer geri dönecek olsalardı, şimdiye kadar burada olmuş olurlardı.”

General yürümeyi kesti, olduğu yerde dikildi. O küçük, bücür sivil kim olduğunu sanıyordu da orduyla bu ses tonuyla konuşuyordu!

“Bu konu hakkında neler hissettiğinizi biliyoruz, General,” dedi Genel Kurmay Başkanı. “Hepimiz sizin bu konuda ne kadar emek harcadığınızı biliyoruz. Bütün bu yıllar boyunca hep kendinizi suçladınız, ama buna gerek yok. Sonuç olarak, ortada hiçbir şey olmayabilir de.”

“Efendim,” dedi general, “bir şeyler olduğunu biliyorum. O zamanlar da, kimse düşünmüyorken, ben böyle düşünüyordum. Ve o zamandan beri elde ettiklerimiz beni doğruluyor. Önce bu üç adama bir bakalım. O sıralarda onlar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorduk, şimdiyse biliyoruz. Doğdukları andan, kayboldukları ana kadar tüm hayatlarının izini sürdük—ve tüm bunların bir düzenbazlık olabileceğine dair ekleyebilirim ki, onları yıllardır arıyoruz, ve hiçbir şekilde izlerine bile rastlamadık.

“Onları tanıyan kişilerle konuştum; akademik ve askeri kayıtlarını inceledim. Vardığım sonuç ise, eğer bu işi gerçekleştirebilecek üç kişi varsa, o üç kişi bunlardır. Adams grubun beyniydi ve diğer ikisi onun akıl ettiği şeyleri gerçekleştiriyordu. Cooper, buldok gibi bir tipti ve üçünün durmadan devam etmesini sağlıyordu; Hudson da olayların farklı açılarını ele alan kişiydi.

“Ve, baylar, tüm açılara hakimdiler. Her şeyi tahmin etmişlerdi.

“Hudson’ın burada Washington’da yapmaya çalıştığı şey, bunun sağlam bir kanıtı. Daha okulda oldukları yıllarda bile, olayın farklı yönlerini tartışıyorlardı. Birkaç yıl önce, Pritchard adında New York’lu bir avukat ile konuştum. Bana daha üniversite yıllarında bile, üzerinde çalıştıkları şeyi başardıklarında karşılarına çıkabilecek ekonomik ve politik sorunları konuştuklarını söyledi.

“Wesley Adams genç bilim insanları arasında en parlak olanlardandı. Üniversitedeki dosyası ve savaş sırasındaki çalışmaları bunu kanıtlıyor. Savaştan sonra tercih etmiş olabileceği en az bir düzine iş var. Ama o, bunlarla ilgilenmiyordu. Ve size neden ilgilenmediğini söyleyeyim. Çünkü elinde daha büyük bir fırsat vardı—üzerinde çalışmak istediği bir şey. Bu yüzden o ve diğer ikisi, kendi başlarına devam ettiler.”

Savaş Bakanı “Siz onun, uzay-zamansal bir cihaz üzerinde—” diyerek araya girdi.

“Zaman makinası üzerinde çalışıyordu,” diye kükredi general. “Ben şu ‘uzay-zamansal’ işini bilmem. Bildiğiniz ‘zaman makinası’ benim için yeterli.”

“Sakin olun general,” dedi Genel Kurmay Başkanı, “Ne olsa bağırmanıza gerek yok.”

General kafasını salladı. “Özür dilerim efendim. Bu konuyla ilgili endişeleniyorum. Geçtiğimiz on yılı bununla geçirdim. Dediğiniz gibi, on yıl önce yapamadığım şeyi telafi etmeye çalışıyorum. Hudson’la konuşmalıydım. Yoğundum elbette, ama o kadar da değil. Kimseyle görüşemeyecek kadar meşgul olmak bizim resmi ruh halimiz; bu konuda kesinlikle hata bana ait. Ama şimdi projeyi kapatma hakkında konuştuğunuzda—”

“Bize bir maliyeti var,” dedi Savaş Bakanı.

“Ve doğrudan bir kanıtımız yok,” diye belirtti Genel Kurmay Başkanı.

“Ne istediğinizi anlamıyorum,” diye patladı general. “Eğer zamanı kırabilecek bir adam varsa, o kişi Wesley Adams’tır. Çalışmış olduğu yeri bulduk. Atölyesini bulduk ve komşularıyla konuştuk; onlar da tuhaf bir şeylerle uğraştıklarını teyit ettiler.”

Savaş Bakanı “Ama on yıl General!” diye itiraz etti.

“Hudson buraya gelerek, bize tarihteki en büyük keşfi gösterdi; biz de yaka paça dışarı attık. Bu olaydan sonra, sürünerek bize geri gelmelerini mi bekliyorsunuz?”

“Başka birilerine mi gittiklerini düşünüyorsunuz?”

“Böyle bir şey yapmazlardı. Buldukları şeyin ne anlama geldiğinin farkındalar. Bizi satmazlar.”

“Hudson akıl dışı bir teklifle geldi,” dedi, dışişleri bakanlığından bir kişi.

“Kendilerini korumak zorundaydılar!” diye bağırdı General. “Eğer, doğal kaynaklarına dokunulmamış bakir bir gezegen keşfetseydiniz, siz nasıl hareket ederdiniz? Koşa koşa buraya gelip, sizi tanımak için fazla ‘meşgul’ olan bir devlete teslim mi ederdiniz—”

“General!”

General, “Evet, efendim,” diye yorgun bir şekilde özür diledi. “Keşke siz baylar, olaya benim açımdan bakabilseniz; nasıl her şeyin birbirine uyduğunu görebilseniz. Öncelikle elimizde filmler var ve bir düzine alanında başarılı paleontolog bu filmler kadar mükemmel bir şeyin sahte olamayacağını söylüyor. Fakat sahte olabileceklerini düşünsek bile, kimsenin, varlığını bilmediği için taklit etmeye kalkmayacağı birçok nokta var. Kim, örneğin, kılıçdişlilerin kulaklarına vaşak püskülleri takar? Kim genç mamutların siyah olduğunu bilebilir?

“Ve konum… Adams’ın atölyesinin yerini yalnızca o filmleri kullanarak bulduğumuzu unutup unutmadığınızdan emin değilim. O kadar açık ipuçları vardı ki, bir an bile tereddüt etmedik—bizi doğrudan Adams ve arkadaşlarının çalışmış olduğu eski terk edilmiş çiftliğe götürdü. Tüm bunların nasıl uyumlu bir şekilde bir araya geldiğini görmüyor musunuz?

“Sanırım,” dedi dışişleri bakanlığından gelen adam alaycı bir şekilde, “neden özellikle o yeri seçmiş olduklarına dair bir açıklamanız bile var.”

“Beni faka bastırdığınızı sanıyorsunuz,” dedi General, “ancak bir cevabım var. İyi bir cevap. Wisconsin’in güneybatı tarafı, jeolojik açıdan ilgi çekici bir yer. Buzulların hiçbiri, hiçbir zaman buraya ulaşamamış. Neden? Bilmiyoruz. Nedeni her neyse, buzullar iki taraftan buraya doğru uzanmış, ve güneyinde uzak bir noktada durarak, burayı buzul denizinin ortasındaki bir ada olarak bırakmış.

“Ve bir şey daha var: Triasik dönem hariç, Wisconsin’deki bu bölge hep kara olarak kalmış. Kuzey Amerika’daki birkaç nokta ile burası, tekrar tekrar sular altında kalmayan yegâne bölgeler. Sanırım zamandaki deneysel bir gezgin için, hangi döneme giderse gitsin altında kara olacağını bilmenin yaratacağı rahatlığı işaret etmeye gerek yok.”

Ekonomi uzmanı konuştu: “Bu konu üzerinde uzun bir süre çalıştık ve her ne kadar kendimizi zamanda yolculuğun mümkün olup olmadığı konusunda karar vermek için yeterli görmüyorsak da, bir vadede yapmak istediğim bazı tespitler mevcut.”

“Şimdi yapabilirsiniz,” dedi Genel Kurmay Başkanı.

“Tüm mesele hakkında bir tek itiraz edilecek nokta görüyoruz. Bu konuyla ilgileniyor olmamızın nedenlerinden biri, doğal olarak, eğer doğruysa, bize, belki de bu defa geçmişte yaptığımızdan daha dikkatli bir şekilde kaynaklarını işletebileceğimiz, yeni bir gezegen kazandırıyor olması. Ancak akla şu düşünce geliyor: Herhangi bir gezegende, toplam olarak belli bir miktarda doğal kaynak bulunur. Eğer geçmişe gidip bu kaynakları işlersek, bunun, bugün kullandığımız, bunlardan geri kalan kaynaklar üzerinde nasıl bir etkisi olacaktır? Bunu yaparak, aslında, kendimizin kendi mirasını çalıyor olmuyor muyuz?”

Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı, “bu iddia,” dedi, “her durumda geçerli değil. Tam tersi geçerli denebilir, aslına bakılırsa. Geçmişteki bazı jeolojik dönemlerde, bugün sahip olduğumuzdan çok daha fazla uranyum bulunduğunu biliyoruz. Yeterince geri giderseniz, bu uranyumu kurşuna dönüşmeden önce elde edebilirsiniz. Wisconsin’in güneybatı bölgesinde büyük miktarda kurşun bulunuyor. Hudson bize büyük uranyum yataklarının konumlarını bildiğini söylediğinde, onun böyle şeyler uyduran bir kaçık olduğunu düşünmüştük. Eğer durumu bilseydik—bu konuda açık konuşalım—eğer onun zamanda geri gidebildiğine inanmış olsaydık, onunla derhal çalışmaya başlardık ve bunların hiçbiri gerçekleşmemiş olurdu.”

“Aynı şey ormanlar için de geçerli olmayacaktır,” dedi Genel Kurmay Başkanı, “veya otlaklar veya mahsullerde.”

Ekonomi uzmanı biraz kızardı. “Bir nokta daha var,” dedi. “Eğer zamanda geri gider ve oradaki toprakları kolonileştirirsek, bu uygarlık—şey, buna retro-aktif diyelim—bu retro-aktif uygarlık, bizim tarihsel dönemimizin başlangıcına ulaştığında ne olacak? Bizim tarihimiz değişecek mi? Bildiğimiz tarih yanlış mı? Her şey—”

“Bunların hepsi saçmalık!” diye bağırdı General. “Bu ve kaynakları bitirmeyle ilgili olanı. Geçmişte yaptığımız her şey—veya yapacağımız her şey—halihazırda gerçekleşti. Bayım, ben birçok geceyi bunları düşünerek uyanık geçirdim ve inanın bana, size verdiğimden başka hiçbir cevap yok. Tüm bunlardan vaz mı geçeceğiz, yoksa Wisconsin’deki o çiftliği geri dönme ihtimallerine karşılık izlemeye devam mi edeceğiz? Adams’ın zamanda yolculuk için bulduğu süreç, formül veya yöntemi bağımsız olarak aramaya devam mı edeceğiz?”

“Yaptığımız araştırmalarda şu ana kadar şansımız yaver gitmedi General,” dedi masanın sonunda oturan sessiz fizikçi. “Eğer siz bu kadar emin olmasaydınız ve bunun Adams tarafından gerçekleştirilmiş olduğuna dair kanıtlar bu kadar güçlü olmasaydı; açıkça bu imkânsız derdim. Herhangi bir umut vadeden bir yaklaşımımız mevcut değil. Şu ana kadar yapmış olduklarımızı, en iyi şekilde, bocalamak olarak tarif edebiliriz. Ama eğer Adams becerdiyse, mümkün olmalı. Aslına bakılırsa, birden fazla yol bile olabilir. Çalışmalarımıza devam edeceğiz.”

“Başarısızlığını konusunda sizi suçlayan tek bir kelime dahi etmiyoruz,” dedi başkan, fizikçiye. “Sizden bekleneceğinden çok daha fazlasını yapıyorsunuz. Eğer Adams bunu başardıysa—eğer başardıysa, diyorum—basitçe şimdiye kadar hiç kimsenin yönelmeyi düşünemediği bir araştırma koluna rastlamış olmasından kaynaklanıyor olmalı.”

“Siz de hatırlayacaksınız ki,” dedi General, “araştırma programı, en başından beri, tam anlamıyla bir şans oyunu olarak görüldü. Gerçekte tek umudumuz, onların geri dönmesiydi ve öyle de kalması gerekiyor.”

Dış işleri bakanlığından gelen adam, “eğer Adams yöntemine ait patenti almış olsaydı,” dedi, “her şey çok daha kolay olacaktı.”

General, öfkeyle, “ve merak eden herhangi birinin ulaşabileceği, derli toplu bir şekilde yayımlasaydı yani?”

“Patenti almadığı için,” dedi başkan, “ona en içten şekilde müteşekkir olabiliriz.”

 

-ooo-

 

◄ Bir önceki bölüm Bir sonraki bölüm ►